Gulet*, Bodrum aciklarinda , Tavsan Burnunda demir atmisti. Burasi , Bodrum guzergahli Mavi Yolculuklarda sevilen bir durakti. Hemen karsidaki Kara Ada’ya oranla, hem denizi hem de havasi daha ilimliydi. Bu yuzden , yolculugun ilk gecesi cogu kaptan burada konaklamayi yeglerdi.
Aslihan adli guletin, Ugur Kaptanida, yolcularina ilk molayi cam renkli Akvaryum koyunda vermis, daha sonra, icmeler ve tersane koylarini gecerek, gunesin son isiklari bakira calmaya baslayinca, buraya demiri attirmisti.
Mavi yolculuklarda, yolcularin birbiri ile kaynasmasi ve yolculugun eglenceli gecmesi acisindan, ilk gece cok onemliydi. Iste bunu cok iyi bilen Ugur Kaptan, iletisimi kolaylastirmak icin teknedeki dort Alman ciftede Turkce isimler takmisti. Ornegin , Inge, Yenge olmus, Peter’e Ahmet demis, Analise ve Marx’a da Leyla ve Mehmet’I uygun gormustu. Geriye kalan iki Turk ciftin hem Almanca, hemde Ingilizce konusmalari isi bastan kolaylastirmisti.
Aksam yemeginde geminin kic tarafindaki mangalda takoz seklinde kesilmis palamutlar nar gibi “ izgara” olarak pisirilmis, yaninda kirmizi soganli yesil salata, patates kizartmasi ve pilav ile sofra donanmisti. Ilk gece , bir sise “ Buyuk” Raki Ugur Kaptanin ikramiydi. Tabii bununla yetinmeyen , Mavi Yolcular bir iki “Ufak” daha derken kisa zamanda cakir keyif olmuslardi. Bundan sonra da once Almanlar, ‘Deutschland, Deutschland Uber Alles’i soylemis, bizimkilerde buna ”Dagbasini Duman Almis” la yanit vermislerdi. Hep beraber atilan gobek ve ciftetellilerden sonra, yorgun dusen Almanlar, kameralarina cekilmis, Kaptan ve Iki Turk cift kahvelerini hopurdeterek derin bir sohbete dalmislardi.
Cenk ve Suzan uzun yillardir Amerikada yasiyorlardi. Cenk turizm isletmeciligi, Suzan’da sigorta isleri ile ugrasiyorlardi. Her yil , yazin Turkiye’ye gelince muhakkak Bodrum’a ugrarlar ama genellikle gune birlik turlara cikarlardi. Bu gercek anlamdaki Mavi Yolculuk , onlar icin bir ilk di. Diger ciftlerden, Tandogan elli yaslarinda, iri kiyim bir adamdi. Bu kiyilari oldukca iyi bilir ve sualti sporlarini cok severdi. Esi, Burcin kendisdinden yasca oldukca kucuk alimli bir hanimdi. Alman lisesini mezunu olan Burcin butun gece kocasinin fikralarini Almanlara tercume etmisti.
Suzan, Ugur Kaptana ;
-Yarin ilk duragimiz neresi olacak ?
diye sordu
-Karsida’ki, Kara Ada’ya geceriz. Hem Meteor Cukurunu gorursunuz. Hemde , Kleopatra magaralarinda yuzup, guzellik banyosu yaparsiniz
Bu habere en cok Suzan ile Cenk sevinmislerdi. Evliliklerinin ilk yillarinda , bundan bundan yirmi kusur yil once, kucuk bir taka ile buraya gelmislerdi.
Cenk:
Ben Meteor cukurunu gordugumde , adeta nutkum tutulmus hayranlik icinde burayi seyretmistim ,
diye soze girdi.
Bir mavi dusununki, yesile siril siklam asik olmus ve onunla sarmas dolas, goz alabildiginde onunuzde uzaniyor. Bu karmasik renk cumbusunde cam gobekleri, turkuazlar, lacivertler, zumrutler, yakutlar, yakomoz pariltilari icinde insanin gozunu aliyor ve onu buyuluyordu.
Iste bu mavi, yesil deniz sahasinin icinde , arkasindaki Kara Adaya yuzme mesafesinde, bir yuvarlak karanlik, uzaktan bile dikkatinizi cekerdi. Bir Futbol sahasinin ortasindaki santra yuvarlagi buyuklugundeki bu daire, sanki pergelle cizilmis kadar yuvarlakti. Bu yuvarlagin rengi, belkide mavinin siyaha en yakin oldugu bir lacivertti. Kayigimizi aciga demirlemis, bu deniz boslugunun yanina yuzerek gelmistik. Bosluga yaklastikca ayaklarimiz yere degmeye baslamis, sonunda cemberin hemen yaninda, bel seviyesine gelen suda , hayretle cukuru seyretmistim. Birden Suzan, adeta bir yuzme havuzunun kenarindan havuza atlar gibi baliklama bosluga daldi. Tabii arkasindanda erkeklige toz kondurmamak icin, ben.
Aman Tanrim, bu ne guzel bir manzaraydi. Cukurun, yani adeta sedefle isli bir pamukkale duvari gibi, denizin diplerine dogru iniyordu. Bu beyaz duvarin uzeri, kucuk yesil yosunlar, mor yaprakli cicekler ve deniz yildizlari il oya, oya islenmisti. Cukurun dibi hic gozukmuyor, ama derine gittikce adeta bir balik bayrami yasaniyordu. Ben hayatimda irili ufakli bukadar renkli bir balik resmi gecitini, Karaip adalarinda bile gormedim. Ama bunlar ne baligiydi, pek bilmem?
Tandogan, epiyidir soze girmek icin sabirsizlaniyordu. Sonunda dayanamayip;
-Ohoo, ben meteor cukuruna cok daldim. Biraz otedeki Kleopatra magaralarinida avucumun ici gibi bilirim diye atildi
Gencken, buraya her hafta sonu gelir, dalgic elbiselerimizi giyip sunger avlardik. Bir seferinde elli kulac’a kadar dalmistimki beynimde korkunc bir tazyik hissettim. Hemen kabloya asildim. Arkadaslar aninda yukari cektiler. Agizimdan sular bosaliyordu. Hemen bir sigara verdiler. Megersem vurgun yemisim. Ama genclik iste, ertesi gun hemde bu sefer altmis kulac’a daldim.
Bir goreceksiniz , denizin alti bir baska alemdi. Burasi dipsiz bir kuyu gibi asagiya devam ediyordu. Gozlukle bile dibi hic bir zaman goremedim. Etrafimda, uc metre capinda vatozlar, koca koca kolu ahtapotlar cirit atiyordu. Biraz daha yukarilarda, orfoz, lahoz , sinagrit, barakuda …Sen say, ben soyliyeyim, hepsi var. Otuz kirk metrede, kuyunun duvarlari , deniz kestaneleri ve kirmizili morlu bitkilerle, ag , ag orulmustu. Bazen yanimdan bir, sinagrit surusu geciyor, bazende melanurler, karagozler, istakozlar adeta birbirini kovaliyordu.
Zaten buraya Kleopatra’nin havuzuda derler. Sanki Marcus Antonius, sevgilisi Kleopatra’ya denizin ortasina havuz, kiyisinada hamam yaptirmis. Bilirsiniz, kiyida iki magara vardir. Bu magaralarin onundeki kayalarla bir hamam gibi cevrilmis kisimin suyu tatli sudur.
-Ne Baden-Baden’in kaplicalari, nede Bursanin’kiler sirt agrilarima bu kadar iyi geldi diye esinin lafini kesti Burcin. Bu nasil isdir, tuzlu suyun icinden , fokur fokur tatli su kayniyor. Buyuk adammis Antonius, sevgilisine hem Jacuzzi yaptirmis, hemde guzelligi bozulmasin diye ta Nil nehrinden bu magaraya kirk gemi yuku killi camur getirmis.
-Ya sahi,
dedi Suzan,
biz buraya ilk geldigimizde be bu camurdan yuzume ve vucuduma bol bol surmustum. O yaz, sanki bir baska yandim , hic bir koruyucu krem surmedigim halde iki gun icinde tenim bir bakir kirmizisina donustu. O zamanlar, kivircik sacta modaydi. Cenk bana hep , “ benim siyahi sevgilim” diye takilirdi. Ama gazetelerden okudugum kadari ile bu camurun koku kurumus.Magaraya gidenler yalniz kaplica suyunun ilikligi ile yetiniyorlarmis.
Suzan, Cenk’e donerek, hatirliyormusun Amerikada tanistigimiz , Bob adli filim prodoktoru buraya yetmisli yillarin sonunda gelip Turkiyenin guzelliklerini yansitan bir filim cektigini soylemisti. Bu filimin sonunda , magaranin hemen yaninda bir iki balikci , bir ispirto ocagi uzerinde demledikleri caydan Bob’a ikram ediyorlarmis. Bu sirada gunesin son isiklari, cukurun uzerine yansiyormus. Ve filim , bu cukurun dibi yoktur diye bitiyormus.
Valla, cukurun sonu varmi , yokmu belki Ugur Kaptan bilir. Ama ben sunu ilave edeyim, senin hikayene;Bu filimden okadar etkilenmiski Holywooddaki filimciler, buraya gelip incelemeler yapmislar. Belki de, Walt Disney’in “ Little Mermaids” adli filmi , Karaada ve Meteor cukurundan esinlenerek yapilmis. Belkide, kirmizi sacli deniz kizi , meteor cukurunun altindaki magaralarda yasiyordu. Ben filimi gordum ve sanki kendimi hep Meteor cukurunda hissettim. Hele o istakoz, deniz ati bunlarin hepsi sanki burada yasiyordu.
Konusmalari o ana kadar dikkatle dinleyen Ugur Kaptan,
-isterseniz bu cukurun bildigim kadari ile size nasil olustuguna dair oykusunu anlatayim , diye soze girdi.
Bu anlatacaklarim hikayemidir, efsanemidir ? kimse bilemez. Ben kucuk bir cocukken “ Balikci Dedem “den dinlemistim. Onun soyledigine gore ona da babasi anlatmis. Belki o da dedesinden dinlemis. Bu eski zamanlara kadar gider.Ne kadar gider pek bilinmez. Ama Osmanlidan’da onceymis, Rodos Sovalyelerinden de. O zamanlar burananin adi Bodrum’da degilmis, kimi ne gore Petrium , kimine gorede baska bir sey. Dunyanin ilk tarihcisi sayilan Bodrum lu Heredotus pek kitaplarinda bu konudan bahsetmemis. O zaman, ondan da once idi. Belkide Moseleum zamananindan. Hani su Mozelium kelimesinin turemesine etken olan Moseleum. Belkide ondan bile once , mitoljik tanrilar zamanindan. Zaten kimi, Kara Adayi bu titanlarin kapismasi neticesi , denizin icine patlamalarla gocen bir dag’ a benzetitir.
Dagin bir ucu’da Kos ( Istankoy) adasidir derler. Her neyse, biz gelelim , Meteor yada Krater cukuruna.
O yaz, Bodrum ve havalisi her yazdan daha da kurak ve sicak bir yaz geciriyormus.
Hava o kadar sicakmiski, insanlar gunesin en tepede oldugu zamandan , daglarin arkasinda kayboldugu zamana kadar evlerinden disari cikamaz olmuslar. Irmaklarin sulari kurumus, daglardaki keciler bile susuzliktan sehire inmisler.
Iste sicaklarin boyle dayanilmaz oldugu bir sabahin alaca karanliginda bahcelerine cikan birkac Bodrumlu , gokyozunde cember seklinde iki buyuk isigin adeta birbirleri ile dans edip, dondugunu gormusler. Iki ayri topac gibi firil firil donen bu isik huzmeleri sonunda tek vucut olmus ve bir anda gokyozunden kaybolmus. Isigin kaybolmasi ilede, uykularindan uyanan bebeler aglamaya, kumesdeki horozlar otmeye, atlar on ayaklari uzerinde saha kalkip kisnemeye baslamislar. Sanki bir felaketin haberini alan baliklara bile ne yapacaklarini sasirip kiyilara vurmaya baslamislar. Iste tam bu anda ne olmussa olmus, deniz kabarmaya , yer titremeye baslamis. Hava sanki bir cehennem sicagi gibi olmus, ne olduklarini sasiran insanlar evlerinden disari firlamislar. Tanridan medet umup dua edercesine gok yuzune bakmislar. Gordukleri manzara karsisinda hayret ve korku icinde kalmislar.
Kocaman bir ates topu giderek buyuyerek gokyuzunden asagiya dogru hizla dusuyormus. Bu kizil top buyudukce, buyumus, sonunda adeta daglarin arkasinda dogmakta olan gunesin kizil renkli bir ikiz kardesi gibi, onun yanindan , korkunc bir gumburtu ile denizin icine dusmus. Denizin ustune dusmesi ile de, once sanki atesle buzun birlesmesinden dogan canhiras bir cizlama cigligi , ardinda gokyuzune kadar bir gayzer dibi firlayan bir su kutlesinin siriltisi duyulmus. Ve bu anda hava aniden kararmis, gokten bardaktan bosanircasina yagmur yagmaya baslamis.
Gunlerdir, kurakliktan bunalmis insanlar, korkuyu unutup bir anda nese icinde yagmur altinda dans etmeye , kimileride dizleri uzerine cokup, tanriya dua etmeye baslamislar. Yagmur , araliksiz uc gun uc gece devam etmis. Sonunda guzel bir temmuz gunu , Bodrumlular gunesin ilk isiklari ile uyandiklarinda yagmurun durdugunu gormusler. Gok yuzu masmavi olup, uzerinde tek bir bulut bile yokmus. Hava sanki bir bahar gunu gibi ne cok sicak nede sogukmus. Cobanlar kuzularini yaylalarda otlatmaya, ciftciler tarlalarinda calismaya , balikcilar ise teknelerine binip denize acilmaya baslamislar.
Kara ada yakinlarina gelince butun balikci tekneleri sanki soz birligi etmiscesine kurekleri birakip yan yana dizilmisler. Gordukleri manzaradan hem korku hemde hayranlikla karisik duygular icinde kalip ileriye gitmeye cesaret edememisler.
Eskiden yemyesil cam agaclari ile kapli adanin uzere simdi komur gibi karaymis. Adanin on kismindaki su, fokur fokur kayniyor, diger kisimlarinda da bir yangin sonrasi gibi topraktan beyaz dumanlar cikiyormus.
Teknelerin dizildigi, gumus yakomozlarin masmavi arsipeli piril piril parlattigi bu engin denizin tam ortasinda, simdi kara olan bu adanin golgesi , mavinin tam ortasina sanki zifiri bir leke gibi yansiyormus. O gun , hic bir balikci o deniz cukuruna yanasmayi yada uzerinden kurek cekip gecmeyi denememis. Aksama evlerine donduklerinde , karilarina bu cukurda gorduklerini zannettikleri deniz yilanlarindan, canavarlardan bahsetmisler.
Zamanla cukur masallarda, uzerinden gecen balikcilari yutan, icinde kimi zaman deniz ejderhalarinin yasadigi, kimi zaman kizil sacli deniz kizilarinin kendileri ile evlenecek balikcilari bekledigi oykulere konu olmus.
Ugur Kaptan,
Iste Arkadaslar Metor Cukurunun benim bildigim hikayesi boyle . Yarin onumuzde , uzun bir gun var ben musadenizi rica edecegim
dedi.
Tandogan ile ve Burcin de , iyi geceler deyip kameralarina cekildiler. Suzan ve Cenk , cok sevdikleri Bodrumda ki bu esra’rli gecenin adeta hic bitmesini istemiyorlardi. Guvertenin on kismindaki, yelken direginin etrafindaki siltelerin uzerine uazandilar. Uzerlerin de pikeye benzeyen cok ince bir battaniye vardi.
Havada en ufak bir ruzgar, denizde en kucuk bir dalga bile yoktu. Insanin icine huzur veren bir sesizlik ve denizin o tarif edilmez guzel kokusu. Suzan , bu guzel deniz havasinin da etkisiyle hemen uykuya daldi. Cenk ise, uzerlerini bir yorgan gibi orten samanyolunu hayranlikla seyrediyor uykuya dalmamak icin adeta caba gosteriyordu. Gok yuzu, piril piril gelin teli gibi serpilmis yildiz kumeleri ile doluydu. Cenk bir ara, bu yildizlardan birinin sanki asagiya dustugunu gorur gibi oldu. Ama bu yildizin dustugu bir dusmuydu yoksa hakikatmi, hicbir zaman bilemiyecekti.
Cem Ozmeral
Columbus, Ohio
26 Nisan, 2004
*gulet: Bodrum yapisi mavi yolculuk teknelerine verilen ad
|