CARPISAN KAYALAR
Istanbul oyle bir kentdir'ki burada seksen sene bile yasasaniz, burada gormediginiz yerler, basmadaginiz kumsallar ve gormediginiz guzellikler vardir.Yakin zamana kadar ben dahil, cogu Istanbullu'nun bile bilmedigi ve gormedigi yerlerden biri'de Rumeli Feneridir. Bogazin, Karadenizin hoyrat sularina kavustugu bu kucuk balikçi koyu adini asirlar boyunca gemicilere yol gosteren fenerden aldigi malum. Ama bilinmeyen bir sey varsa zamanimizdaki fenerden once, burada tarih boyunca kaç fenerin yapilip yikildigidir. Eski çaglarda burada Pompei sutunun bulundugu ve bu sutunun uzerinde ebedi bir atesin yandigi ve gemicilerin buna bakarak avrupa yakasini seçtikleri soylenir.
Simdi burada bulunan fener 1800 lu yillarin ortalarinda Fransizlar tarafindan yapilmis. Hikaye'ye gore fenerin yapilacagi yerde, Sari Sultan Hazretleri diye bir evliya yatarmis. Fenerin insaati bayagi olayli gecmis. Yapi bilinmeyen nedenlerle uc defa cokmus. Bunun uzerine Fransiz muhendisler koyluleri dinleyip buraya once bir turbe yapmislar. Sonra'da turbenin uzerine kademeli olarak feneri insa etmisler. Boylece Rumelifeneri yalniz gemicilere ve balikcilara klavuzluk etmekle kalmamis, zamanla derdine derman arayan halkin ziyaretgahi haline gelmis. Beni aslinda Rumelifeneri'ne cezbeden unsur, fenerden ziyade, buradaki kayalarin hikayesidir. Kynea kayalari, Symplegades yada çarpisan kayalar denilen bu bolgenin mitolojide cok ilginc bir hikayesi var. Truva savaslarindan bile once, Jason ve elli gonullu tayfasi Altin Post'u aramak uzere Yunanistan'dan yola cikarlar. Aralarinda Heracles ve Orpheus gibi yazan ve ozanlarinda bulundugu Argo adli gemileri sonunda Canakkale bogazini ve Marmara'yi asip , Bogazin anaforlu sularina varmis. Varmis ama , Karadeniz'e yaklastiklari zaman Argonotlari bir korku'da almis. Bu korkunun bir nedeni, Karadeniz kiyilarinda yasadigi soylenen vahsi ve savasci Amozonlarin bulunmasi idi. Efsaneye gore bu iri yari ve guzel kadinlar erkekler uzerinde hukumranlik kurmuslar ve Karadeniz kiyilarindan geçen gemicilere goz açtirmazlarmis.
Altin Postcularin korktugu obur nedende Kynea kayalari ve bu kayalar hakkindaCanakkale kiyilarinda rastladiklari bilge bir ihtiyardan isitikleri hikaye imis. Phineus adli bu ihtiyar, inek geçidi anlamina gelen Bosphorus bogazinin Karadenizle birlestigi yerde çarpisan kayalarin varligindan soz etmis. Bu kayalar Karadenize açilan gemicilere ve balikcilara geçit vermezmis. Uzaktan aralarinda geçit var gibi gozuken bu kayalarin arasina giren denizciler, birden denizin hoyratlastigini, dalgalarin azdigini ve kayalarin biranda hareket edip gemilerini sikistirip parçaladigini nesilden nesile anlatip dururlarmis. Bilge ihtiyar, Jason'a bu kayalara çok yaklasinca, aralarindan bir kumru uçurmasini, ve eger kumru bu kayalarin arasindan geçerse, Argo gemisindeki tayfalarin kureklere asilip bir anda burayi geçmesini salik vermis. Gene hikaye'ye gore, Jason kayalara yaklasinca elindeki kusu salivermis ve kus kayalarin arasindan geçerken kayalar kapanmaya baslamislar. Sonunda bu kucuk deniz kusu kuyrugundaki birkaç tuyu çarpisan kayalara birakarak aralarindan suzulmus. Bunun uzerine Symplgades kayalari birdaha kapanmamak uzere açilmislar ve Argo adli gemi elli tayfasi ile Karadeniz'e dogru yol almis.
Istanbul'a son gidisimde çok sevdigim dostlarim Yenicaglar beni alip, arabayla Rumelifeneri'ne goturduler. Eylul ayinda guzel bir pazar gunuydu. Sariyer'den dik yokuslarla bogazin yemyesil tepelerine tirmandik. Belgrad Ormanlarinin içinden, Bentleri geçerek Bogaziçinin nefes kesici guzellikteki manzaralarini kusbakisi seyrederekten yolumuza devam ettik. Yolumuza devam ettikçe, yerlesim merkezleri yavas yavas ortadan kalkiyor, etraftaki agaçlar, sagda solda otlayan tek tuk koyunlar ve inekler, sanki bizi sehir disinda kuçuk bir koy yolunda oldugumuz izlenimini veriyordu. Yolun sol tarafinda Koç Universitesi Campus'u ahenkli bir sekilde tabiat'in içine itinayla gizlenmisti. Sag tarafimizda yol boyunca devam eden tel orguler buranin askeri bir bolge oldugunu gosteriyordu.
Sonunda asagiya , denize dogru inmeye basladik. Içinden geçtigimiz Rumeli Feneri koyu, sanki 1960 li yillardan kalma idi. Beyaz ve kiremit rengi boyali evlerin çogu bir veya iki katli idi. Arnavut kaldirimi yolun sag tarafinda bembeyaz fener, bir kule gibi gokyuzune dogru yukseliyordu. Fenerin hemen karsisinda kuçuk bir cami ve yaninda birkaç kadin'in plastik bidonlari su ile doldurdugu , bir çesme vardi. Bir az daha asagidaki koy kahvesi, bu guzel pazar gununu tavla atmak ve iskambil oynamakla geçiren erkeklerle doluydu. Sonunda deniz kiyisina kadar indik. Belli'ki buradaki mendirek tadilat goruyor ve buyultuluyordu. Etraf kum ve çakil tepecikleri ile doluydu. Deniz kenarinda irili ufakli balikçi tekneleri masmavi denizin yataginda tembel tembel yalpalaniyordu. Birden gozum araba yolunun bittigi ve dalgakiran'in basladigi yere takildi. Evet iste orada bir devenin horgucu gibi butun heybetiyle iki buyuk kaya duruyordu. Kayalarin en ustunde beyaz mermere benzeyen bir sutun kalintisi belli belirsiz goze çarpiyordu. Kayalarin hemen bitisiginde bogaza paralel, salasca bir restoran yapilmisti. Tas merdiven ile, kayalarin yanindan, ismi efsane ile mutenasip olan "Roke" restaurant'a çiktik. Sekiz on masayi geçmeyen bu mutevazi lokanta yerli ve yabanci turistler ile dolu idi. Bogazin Karadenizle birlestigi bu noktada, akintili deniz, balikçi tekneleri ile dolu idi. Birden butun tekneler Karadeniz'in agzina dogru ilerlemeye basladilar ve kisa bir sure sonra belirli araliklarla dizildiler ve aglarini mavi sulara saliverdiler. Belli'ki bu Eylul lufer boldu ve balikçilar bu bolluktan nasiblerini aliyorlardi. Dostlarim, Ayfer ve Uret, midye tava, torik kizartma, limonlu roka salatasi gibi nefis seçeneklerle beni agirladilar. Bir yandan soguk biralarimizi yudumladik, bir yandanda bu çok az kisinin bildigi Carpisan Kayalar'in hikayesinden konustuk.
Cem Ozmeral
13 Kasim 2002
Columbus, Ohio
|