İstanbul’a duyulan özlem yurtdışında yaşayıp memleketi özleyenlerin arasında en popüler hasrettir. Kolay mı nüfusun beşte biri yaşar orada. Arkadaş toplantılarında konu bir açıldı mı havası, suyu, yemeği, eğlencesi, çilesi anlata anlata bitmez. Aynı yerlerde yaşanmış binbir farklı hikaye çıkar zulalardan. En son giden görenden son durum öğrenilir. Konuşa konuşa hasret iyice depreşir. O an bir simitle çay için neler verilmez.
Çok değişkendir İstanbul. Altı ay, bir sene ayrılıktan sonra bile tamamen farklıdır. Bambaşka bir çehre karşılar insanı, yeni semtler türemiş, yolların yönü değişmiş olarak. Aile, eş dost ziyaretlerinin arasına İstanbul gezileri sıkıştırılır, bir Anadolu yakası bir Avrupa yakası. Ortaköy’e, İstiklal’e uğramadan, boğazda bir balık yemeden, adağı olanlar Emir Sultan’ı ziyaret etmeden geri dönmez. Değişmiştir İstanbul, bıraktığımız gibi değildir hiç. Çocuğunun ilk adımlarını veya ilk kelimesini kaçırmiş anne baba gibi içi dolar insanın, sitem edilir “ne zaman oldu bunlar?” diye. Depolayabilecekmiş gibi içine çekilmeye çalışılır o renkler, sesler, tadlar ama yine doyulamadan geri dönülür.
28 yıldır Amerika’da yaşayan Cem Özmeral’ın “Özlediğim İstanbul” kitabı 3 senedir görmediğim İstanbul’u bana böyle geri getirdi. Paragraf paragraf okuyup gözümü kapatınca Boğaz’ın bir ucundan bir ucuna koyları, yalıları, balıkçıları, Galata Köprüsünde yürüyen insanları, gün batarken “altın boynuz” gibi parıldayan Haliç boğazını önümde gördüm. Semt semt gezerken Çiçek Pasajı’nda bir kadeh içkinin, İnci Pastanesinde bol soslu profiterol’un, vapurda bir bardak çayın, Kanlıca’da yoğurdun tadı geldi dilime.
“Kocamustafapaşa’yı tamamlayan, çarşıya hayat veren o devrin insanları ve bugün çoğu kalmamış meslekleri idi. …hallaç…yoğurtçu….bozacılar… salepçiler... Milli piyango satıcıları, simitçiler, koz helvacılar, macuncular, serbetçiler, sucular ve de dini bayram zamanları camii kapısında çoğalan dilenciler.” diye anlatan Özmeral, özlediğimiz İstanbul’un sadece yerler, binalar ve denizden ibaret olmadığını, resmi tamamlayan parçanın esasında insanlar olduğunu hatırlattı. “Vapurda “Sevgili abiler, ablalar” diye başlayan isporta satıcılar” i, Bulgurlu hamamını işleten Madam’ı, stadın önündeki sosis ekmekçileri ile tam oldu İstanbul.
Özlemimizin yerler ve insanlarla beraber biraz da geçmişi, şimdisi ve geleceği ile “zaman” olduğunu anlatmış Özmeral. “Ben yüzmeyi Moda koyunda öğrendim” diye başlayan bölümde “deniz temiz” in ne kadar geçmişte kaldığını düşünürken benim de Tuzla’da yüzmeyi öğrendiğimi hatırladım. Üsküdar’dan Haydarpaşa’ya, Beşiktaş’tan Bebek’e, Tünel’den Piyer Loti’ye semt semt gezerken yüzyılardır dimdik duran yalılar ve saraylar, dallanmış budaklanmış ağaçlar, dikilitaş ve hamamlar arasında İstanbul’da zamanın bir başka izafi olduğunu düşündüm.
Böyledir İstanbul'a özlem, yerleri, insanları, zamanları ile dallı budaklı kök salmıştır insanın gönlüne. Herkesin özlediği İstanbul farklıdır. Herkes boğazı özler ama biri sahilin kalabalığını bir başkası denizin mavisini yeşilini, bir başkası denize bakan sırtların sakin yeşilini özler. Kimi 80'leri, kimi 90'ları kimi geleceği özler. Her köşede anneden, babadan, kardeşten, arkadaştan ve sevgiliden bir parça vardır İstanbul'da. Onun için bu kadar özlediğimiz İstanbul, hep farklıdır.
Anı ve gezi yazısı türünde bu kitabı okurken geçmişte bıraktığım İstanbul’u, seneler sonra geri döndüğümde bulacağım İstanbul’u gözümde canlandırmaya çalışıyorum. 3 sene ayrılıktan sonra İstanbul bana nasıl gözükecek çok merak ediyorum?
Özlediğim İstanbul, Okyanus Ötesinde Bir İstanbullu'dan Anılar
Cem Özmeral