ğaloğlu yokuşundan aşagiya, yavaş yavaş yürüyordu. Paltosunun yakasini yukariya dogru kaldirmişti. Sol eli cebinde, sağ elindeki bastona benzeyen sopaya dayanarak kuvvet almaya ve adeta düsmemeye çalişiyordu. Soğuk rüzgar ciğerlerine işliyor, kar tanecikleri suratina çarpiyor, görmesini engelliyordu. Adam ayak parmaklarinin üşüduğünü duymuyordu bile. Ayaklari sanki yoktu artik. Dizlerinin bağinin cözüldügünü hissediyor, kendi kendine "ha gayret" diyordu.
Adamin ayaginda eski asker postallari, üzerinde kirden asil rengi belli olmayan gri bir palto, kafasinda kulaklarini kapatan haki renkli bir kapişon vardi. Arkasinda sirt cantasina benzeyen bir torba sallaniyordu. Bu torba, onun eviydi adeta. Içinde yatak niyetine kullandigi karton kutudan bozma bir döşek, bir cift çamaşir, diş fircasi, kucuk bir yastik, bazen de bir poşet icinde ekmek, simit cinsinden bir iki yiyecek bulunurdu. Blucininin sag cebinde bir çakı, sol cebinde bir iki milyonu geçmeyen para bulunurdu genellikle. Paltosunun iç cebinde bir asker matarasi vardi. Eger o gün isler iyi gitmiş ve bir şişe ucuz şarap alabilmişse o matara genelikle boş olurdu. Adam kese kağidina sardigi şişeyi , paltosunun dış cebinde tutar, yaridan fazlasini akşamlari ictikten sonra geriye kalani mataraya koyar ve kapağini sikica kapatirdi. "Neme lazim" , yarinin ne getirecegi hiç belli olmazdi.
Adam, ka
ç yaşinda olduğunu, eskiden ne iş yaptigini bile unutmuştu artik. Tek hatirladigi, annesinin ona cocukken anlattiklariydi. Annesi ona hamileyken, babasi Kore'ye savaşa gitmis ve bir daha dönmemişti. Cocuklugunu, gencligini belki de hatirlamak istemiyordu artik. Sanki o kendini bildi bileli sokaklarda yaşiyordu. Yazlari genelikle Kumkapi, Samatya taraflarinda takilirdi. Burada bazen bir lokantada bulaşikcilik yapar bazen de musteriler gittikten sonra lokantalarin ve gazinolarin temizlenmesine yardim ederdi. Kazandigi parayi da ayni gun yer, ertesi gune meteliksiz baslardi. Hasilat iyi olursa, tekne balikcilarindan bir balik ekmek çeker, yaninda da kirmizi şarabini yudumlardi. Eger cebinde iki milyon kalmışsa, Samatyada eski Rum evlerinden birinde geceligine yatak kiralanan bir odada sizip kalirdi. Haftada bir Samatya yokuşundan yukariya tirmanir, Kocamustafapaşa Hamamina gider, aklanir, paklanirdi.
Adam'a en zor gelen ki
ş aylariydi. Sonbahar gelip okullar acilinca lokantalarin işleri zayiflar, insanlar adeta yavaş yavaş kaybolurdu ortaliktan. Adam eskisi gibi fazla iş bulamaz, bazen kiyida balik tutar bazen de taksi duragindaki arabalari temizlerdi. Parasi ancak bir öğun sicak yemege yeter, cogu zaman bir şişe şarabi iki gün idare ederdi. Yatak parasi olmadigindan sur dibinde kendine bir köşe bulur, karton döşeğinde geceyi geçirirdi. Kış bastirinca da pilini pirtisini torbasina toplar, Eminönü tarafina göç ederdi.
Burasi, Yeni Cami, Galata K
öprüsü ve Misir Çarşisinin bulundugu Eminönü Meydani, sanki onun seyyar evinin arka bahçesi ya da mahallesi olurdu. Sabahin seher vakti kalkar, Misir çarşisinda kepenk açan esnaf'in dükkanlarinin önunü çali supurgesi ile süpürüp birkac kuruş kazanmaya çalişirdi. Bazen, Yeni Caminin arkasindaki kuşcu ve tohumcu dukkanlarindan kuş yemi alirdi. Bunlari kis günu otobüslerle gelen Japon turistlere, Yeni Cami'nin önündeki güvercinlere atmalari için verir, nevalesini doğrulturdu. Adamin yapmadiği tek şey varsa, o da dilenmekti. Öyle günler olurdu ki sabahtan akşama kadar boğazina bir lokma girmezdi. Bir kac kere Üsküdar iskelesinin yanindaki çöp bidonunu sopasiyla kariştirirken, vapur büfelerinin o gün satamayip attiği kaşarli sandöviçlerinden bulup, soluğu Yeni Cami'nin çeşmesinde aldiği da olmuştu. Burada, matarasini suyla doldurup, " buna da şükür" demişti. Bazen kendisine aciyip para vermek isteyenler de olurdu. O zaman adam kizarir bozarir, cebinde sakladigi bir kutu kibrit, nazar boncuğu, altin renkli çengelli iğne gibi bir hediyecigi karsisindakine verir, uzatilan parayi sikilarak alirdi. Eger Ramazan kış aylarina rastlarsa, Eyüp vapuruyla Feshane'ye geçer, burada halka açik iftar yemeklerinden midesine bir ziyafet çekerdi. Herkes ramazanda zayiflarken, Adam ramazan boyunca birkac kilo alir, bunu da sonra yavaş yavaş verirdi.
Bug
ün de öyle siradan bir gündü işte. Bütün gün Sirkeci Garinda, hem sulu sepken yağan kardan korunmaya çalismiş, hemde trenden inen yolcularin bavullarini taşiyip birkac kuruş yapmişti.
Adam iyice yorulmu
ştu artik. Iki, üç gündür goğsünün tam ortasina zipkin gibi bir agri giriyor, başi bir hoş oluyor, kendini bir tuhaf hissediyordu. Adimlari iyice yavaşladi Eski araba vapuru iskelesini geçince nefes almak icin biraz durdu. Kar artik yavaslamis, rüzgar durmuştu. Sol tarafinda, Yeni Cami bütün ihtişami ile gorunuyordu. Menzile az kalmisti artik. Galata Koprusu ile Misir Carsisini birbirine baglayan alt gecide girdi, merdivenlerden asagiya, Pasaja indi. Gündüz içi, dişi insanlarla dolu mağazalarin önünden geçti. Her taraf bomboştu simdi. En dipteki cep telefonu, kaset ve oyuncak eşya satan magazanin önünde durdu. Magazanin demir kepenklerinin arkasinda bir işik bütün vitrini ve etrafi hafiften aydinlatiyordu. Torbasindan karton döşeğini çikardi. Sirtini duvara verip ayaklarini uzatti. Blucininin sağ cebinden çikardigi bicakla poşetteki bir domates ve salataliği önündeki plastik tabağa dogradi. El kadar bir kavanozdan çikardigi birkac siyah zeytini tabağa koydu. Çeyrek ekmekten koca bir lokma isirdi. Matarasinin ağzini acti, elindeki kağit peçete ile dikkatlice sildikten sonra şaraptan bir firt aldi. " Oooh", içi bir sicak oldu. Biraz sonra da üzerine kaputunu çekip karton döşeğine uzandi.
Adam simdi r
üya görüyordu. Sicak bir memlekette idi. Belki de Akdeniz'deydi Deniz kiyisinda kumlar üzerinde yürüyordu. Hic üşümüyordu artik. Karşisinda cok güzel esmer bir kiz vardi. Kizin kahve rengi badem gözleri, simsiyah uzun kirpikleri vardi. Kizin teni beyaz dişleri inci gibi piril pirildi. Kiz adamin ellerini tutuyor adeta birakmak istemiyordu. Sonra ne olduysa oldu kiz gözden kayboldu. Adam simdi bir kir başindaydi. Etraf mavili sarili kir çicekleriyle doluydu. Bunlar harci-alem renkte kır menekşeleriydi. Elini uzatti menekşeleri ellemek istedi. Ama menekşeler aniden ortadan yok oldu.
Adam simdi kendini bir t
üy gibi hafif hissediyordu. Adeta bu tüy hafif bir melteme kapilmis yukari doğru yükseliyordu. " Acayip" diye düşündu Adam, Yeni Cami'yi ilk defa yukaridan görüyordu. Tek minaresinin üzerinde çember gibi üç şerefe vardi. Adam yeni caminin minaresinde üç şerefe olduğuna daha önce hic dikkat etmemisti. Yukari doğru yükselmeye devam ediyordu. Önce Kapali Çarsinin dükkanlarin üzerındeki, binlerce kumbet damlari gördü. Sonra Dikilitaşi, Beyazit Kulesini... Birden etrafin masmavi oldugunu farketti. Kiz kulesini seçer gibi oldu. Aniden büyük bir binanin uzerinde gördü kendisini. Bu binayi çok iyi taniyordu sanki. Içindeki, koridorlari, salonlari, dershaneleri tek tek biliyordu. Evet, burasi gençliğinin Haydarpaşa Lisesiydi. Adam burada kendi gençligini görür gibi oldu. Etrafinda yüzlerce öğrenci vardi. Adam ögrencilere böceklerden, yapraklardan, kelebeklerden bahsediyordu. Elinde beyaz bir tebeşir vardi. Sonra bu tebeşirin beyazligi her tarafa yayildi. Iyice yükselmişti artik. Etraf artik bembeyaz bir buhar icindeydi. Hiç bir şey görünmüyordu şimdi. Adamin üşümesi iyice durmuş, göğsünde ağrı da kalmamişti. Adam kendini artik beyaz bir nefes gibi hissetti.
Ertesi sabah d
ükkanı açmaya gelen genç adam önce dükkanin önünde yatan adama sinirlendi, sonra da onu eli ile itekliyerek uyandirmaya çalişti. Başaramayınca durumu anladi ve elindeki cep telefonundan Belediyeyi aradi.