Lamartine bir eserinde Istanbul için ; "orada , Tanri ve insan ,do
ğa ve sanat hep birlikte yeryüzünde öyle bir yer yarattilarki, görülmeye değer." der. Ne kadar doğru bir ifade ! Tanri güzelliği vermis, insanlar yetenekleri ile ,yani sanatlari ile onu ölümsüzlestirmisler. O guzellikleri, yapanlar gun gelmis bu dunyadan gitmişler ama yarattıkları eserler butun insanliğa bir miras olarak kalmiş. Ben Lamartin'in bu sozlerine Istanbulu Istanbul yapan unsurlar icinde birde "tarih"i eklemek isterim. Tarih deyincede , bu şehre karakterini ve çok sesliliğini veren medeniyetleri, imparatorluklari ve bunlarin tebalarini duşünürüm hep. Bizanslilar, Cenevizliler, Romalilar, Osmanlilar, ve Türkler. Bu imparatorluklarin ve devletlerin zamaninda yapilan ve bir kismi günümüze kalan saraylar, yollar, abideler, heykeller, kiliseler, su kemerleri, camiler, medreseler, meydanlar ,çarsilar, çesmeler, mezarliklar, kervansaraylar, hanlar , hamamlar, köprüler, yalılar, iskeleler ve saymakla bitmeyecek kadar cesitli ve zengin sanat eserleri.
Yüzlerce , bazen binlerce senelik bu eserlerin ancak bir kismi gunümüze kadar gelmi
ş. Bunlarin buyukçe bir bölümü ise harabe halinde bir taş yiginindan ibaret. Bir kismi ise depremlerden ,yanginlardan sonra tekrardan yapilmiş ve defalarca restore edilmiş yapilar. Çogu kez gelen medeniyetler gideni yikip, yiktiklari yere yaptiklari yapilarda, yikintidan cikan taşlari kullanmislar. Dolayisiyla bazi yapilar birden çok medeniyetin izlerini taşir olmuş. Bazende bu eski yapilar belkide bir daha hic çikmamak uzere toprağın altinda sahibini bekleyen bir hazine gibi sakli kalmislar,taa....ki ; bir metro, tünel veya otel inşaati için toprak kazilip tekrardan keşfedilene kadar. Ve insanlar kazarada olsa anlamişlarki, bu sehri Istanbulun, altıda cok zengin. Belkide üstünden daha görkemli saraylarin, limanlarin, mabetlerin ve medeniyetlerin sakli oldugu bir kapali kutu.
Bu yazida iste böyle bir kapali kutuyu açma iste
ğinden doğdu. Istanbulun bir "üstu" var; yedi tepesi, eski şehri, surlari, Sur Içi, Perasi, Kadikoyu, Uskudari, Bogazici, Galata Koprusu, Bogaz Kopruleri, Kiz Kulesi, Ayasofyasi, Sultan Ahmeti, Suleymaniyesi, ve daha nicesi ile. Birde "ortası"var; Şehzadebaşi civarinda , Roma zamaninda "Mese", Osmanlida "Divanyolu" denilen yolun , Vefa'ya dönen kosesinde ki "Millon Taşi"nin bulunduğu yer. Burada yolun altinda kalmis ve etrafi duvarla cevrilmis mermer sutun yada "milon taşi, eskiden , Istanbulun ve Imparatorlugun orta noktasi, Dogu Roma zamanindada, Dünyanin ortasi kabul edilirmiş.
Ve birde "alt
ı" var bu şehri Istanbulun, içi gizemli zenginliklerle dolu. Bu yer altinda , bazende Marmaranin ve Haliç'in dibinde, kaybolmuş mabetlerin, saraylarin , limanlarin bulunduğu ve daha kesfedilmemiş binlece medeniyet kalintilarinin yattigi bir alt yapi. Birde bugun hala kullanilan, yeralti sarniçlari, tuneller, yeralti camilerinin bulunduğu Istanbul.
Iste bu yazida yeraltindaki bu zenginlikleri kisada olsa tek tek gün isi
ğına cikarmaya çalisacagiz. Yazı'ya 2007 nin Mart ayinda başladık, belki bir sene, belki birkac yil sonra bitecek. Belkide , yeni yerler çiktikca, ilaveler birbirini takip edecek ve hiç bitmeyecek. Nelerimi yazacagiz ? Marmaray tunel projesi ile kesfedilen eski limanlar, Yerebatan Sarayi, Binbirdirek Sarnici, Karakoydeki Yer alti Camii, Kiz Kulesi ile Salacak arasinda deniz altindaki zincirler, Avrupanin en eski ikinci metrosu "tunel"ilk akla gelen birkaçı. Ama ilk yazimiz coğu Istanbullu'nun bile adini işitmediği kaybolmuş bir ada: Küçükyalı açıklarındaki Vordonisi Adası.
KAYBOLAN ADA: VORDONISI
SUNKEN ISLAND OF VORDONISI (In Turkish)
KÜÇÜKYALI SATYROS MANASTIRI(BRYAS SARAYI)
KAYBOLAN ADA: VORDONISI
Istanbul gez gez bitmez bir sehir. Cok merak ederim acaba bu buyuk Metropolun ondort milyon vatandasindan acaba kaci adalari gormustur ? Kimbilir belki yuz binleri, belki bir milyonu ,ama eminim daha fazlasi degil. Oysa adalarsiz bir Istanbul dusunulebilirmi? Adalar , Marmara denizine serpistirilmis inci taneleridir adeta , gumus bir kolye gibi suslerler Bogazin gerdanini.
Cok eskilerde Papadonosia yada ke
şişlerin adalari denirmis bu adalar denizine ; kimbilir belki "Archipelago" terimide buradan dogmus, sonra biz buna ;"Arşipel" demisiz. Bizans zamanindan beride bu adalara "Prens adalari " denmeye baslanmis. Ne zaman tahtin varisi bir prens yada Patrikhanenin tehlikeli gordugu bir papaz ortaya ciksa buraya surgune yollanirmis. Belki adalarin topraginin kizilindan, belkide kanli tarihinden olacak Fetih'ten once Osmanlilar buraya"kizil adalar "dermis. Sultan Mehmet emretmis, Baltoglu Suleyman, guzel bir bahar gunu 17 Nisan 1453 de adalari fethetmis, Istanbul'un alinmasindan tam alti hafta once.
Bu adalar tam on taneymis onceleri. Kimisi buyuk, kimisi kucuk. Kimisi tatli su kuyulari olan yesillik ve çamlik; kimisi kayalik, kurak ve susuz. En buyugune "Megale" dermis Rumlar, yani Büyükada, sonra Heybeli, Burgaz (Panoromis yada Antigonos), K
ınalı(Proti), Sedef, Tavşan, Kaşik, Sivri (Oxya), Yassı(Plate) ve de onuncusu Vordonosi. Osmanlilar bu adalarda yasayan Rum ve Ermeni tebalarini serbest birakmislar yuzyillarca. Ahalinin cogu balikcilikla gecinir , manastir ve kiliselerinde ibadetlerini eder, mutlu bir hayat surerlermis . Adalarin keçisi, tavsani, yabani bogurtlenleri, cam agaclari bol ; gideni geleni azmis hep . Ilk defa 1842 nin yazinda vapur seferleri baslamis bu adalara ve bugunden sonra dokuz ada o cok sevdigi yalnizligindan ve kendi kendine yeterliliginden birseyler kaybeder olmus. Motorlu tasitlar pek girememis ama, o kucuk balikci evlerinin yerini koca tas binalar , camlik bolgelerin icini toprak yollar, plajlarini lokantalar, oteller doldurur olmus. Ama genede guzelmis adalar kendine mahsus atli faytonlari, baglari, bahceleri, kilise, cami ve ibadet yerleri ile. Sonralari cok kuvvetli ruzgarlar esmeye baslamis bu adalarin uzerinde. Bunlar yirminci yuzyilin getirdigi savaslarin neden oldugu siyasi ruzgarlarmis ve bu ruzgarlardan en cok etkilenenler adalarin sakinleri olmus;teker teker terketmisler bu cok sevdikleri yerleri, omur boyu ozlemini duyacaklarini bile bile. Sonra 1960 larda Turkiye Cumhuriyeti , demokrasi denemesindeki ilk tokezlenmesini yasamis. Bizanstan, Osmanliya devam eden gelenek devam etmis. Sabik iktidar tumuyle dokuz adadan birine surulup yargilanmis, aylarca. Sonra Yassiadada uc mezar kazilmis, "kansiz ihtilal" kana bulanmis tarihteki adina uyarcasina.
Ama bizim burada anlatmak istedigimiz bildigimiz dokuz ada degil, adini cogu kisinin isitmedigi onuncu ada :Vordonisi. Bu ada Kucukyali , Bostanci sahilinin tam karsinda kiyidan takriben uc mil kadar uzaklikta imis bir zamanlar. Buraya Vordonos yada Bardonos adasida denilirmis. Adanin uzerinde M.S. dokuzuncu yuzyilda yapilmis gorkemli bir manastir varmis. Bu manastiri , Photios(Fotios) isimli bir rahip yaptirmis. Photios cok bilge bir kisi imis. Tahsilini antik caglarin edebiyati ve ilk hiristayanlar
ın yaşamlari uzerine yapmis. Kendi halinde bir filizof iken bir gun talih kusu kendisine gülmüş. Erkek kardesi Sergios, Imparatoriçe Theodora'nin kiz kardesi ile evlendikten hemen sonra Photios kapagi Saraya atmis. Burada once saray muhafizlarini komutanligina sonrada Arap ulkelerine elçi olarak atanmis. Bu siralarda Bizans Patrigi Ignatios bir kiz meselesi yuzunden Imparator 3. Michael'in amcasi ile ters dusmus ve gorevinden azledilmis. Tarihlerin M.S .858 yilini gosterdiginde Photios genc sayilacak 38 yasinda Bizans Kilesisine Patrik olmus. Eski Patrik Ignatios ise hadim edilerek bugun Kucukyalinin bulundugu bolgeye bir manastira yollanmis.
Phot
ıos Patrik olduktan sonra yaptigi ilk iş Vatikandaki Papaliga rest cekmek olmus. Bulgar kilisesini , Bizans Patrikhanesıne bagladigi gibi Papa Nicolaus'u tanimadigini butun hiristiyan alemine ilan etmis. Hiristiyan alemi bir buyuk bolunme yasamis bu olaydan sonra. Photios Romayla ugraşirken rakibi Ignatios Kucukyalida , (kimine gore Abbasi etkisinde kalinarak yaptirilan Bryas sarayinin yerinde), muazzam bir Manastir inşaa ettirmiş. Bu manastira Satyros (Satiros) manastiri denmis.Tarihler M.S. 867 yi gosterirken Bızans Imparatorluğundaki din ve cikar catismalari ve birazda Roma'nin etkisi Photiosu işinden etmis. Bu defa Photoios Vordonisi adasina surgune yollanmis, Ignatios ise tekrardan Bizansa Patrik olmus.
Yalniz bu sefer Ignatios , ezell
ı rakibi Photios'un Romaya karşi uyguladiğı bağımsız ve kararli politikalari hiç değiştirmeden uygulamaya devam etmis. Belki bu politika iki eski rakibi birbirine biraz olsun yakinlastirmis. Surgunden tam on yil sonra, Ignatiosun kocamaya basladigi bir zamanda , Imparator, Photios'u cocuklarina hocalik yapmasi icin saraya geri getirmiş. Kisa bir muddet sonrada Ignatiosun ölümü uzerine Fotıos tekrar Patrik olmuş.
Bu sefer , Roma ve Papa Fot
ıos'a bir bariş dali uzatir ve Bizans Patriginin statüsünü resmen kabul eder. Photios Bizans'a tam on bir yil Patriklik yapar ve 886 yilinda bir kere daha gorevinden azledilir. Hiristiyan aleminin sonradan aziz kabul edecegi yasli patrik ömrünün son yedi senesini Vordonisi adasinin uzerinde yaptirdigi cok gorkemli manastirda gecirir. Bu manastirin tam karsinda eski rakibinin yaptirdigi ayni ihtşamdaki Satyros manastiri vardir.
Birbirine rakip iki Patrik öldükten sonrada yaptird
ıkları manastirlar Marmaranin mavi sularinin ayirdigi kisacik mesafe icinde bir birlerine rakip olmaya devam ederler. Belki bir yuzyil belki biraz daha uzun bir sure icin. Tarihi kesin olarak bilinmese bile , binli yillarda Buyukada-Dragos fayi birgun buyuk bir gumburtu ile çatlar.Tarıh kıtaplarının yazdıgı en buyuk Istanbul depremi sonucu; ne Satyros manastiri kalir nede Vordonisi adasi. Kaşik adasinin ucte biri buyuklugundeki koca ada bir dinozorun sulara gömülüp boğulmasi gibi dibe çöker, üzerindeki manastir ve insanlari ile.
Artç
ı depremler durup, Marmaranin sulari duruldugunda koca adadan su uzerinde kucuk bir kaya cikintisi kalmistir sadece. Aradan yuzyillar geçer, nesilden nesile insanlar Vordonisi adasini ve uzerindeki manastiri anlatirlar birbirlerine. Marmaranın denizıne yabanci olan balikcilar ve tekneler cogu zaman bu kayalara carpip alabora olurlar, teknelerini ve bazende hayatlarini kaybederler. Ilerki yillarda Vordonisin oykusu bir efsaneye donusmus, kayaliklarin uzerine de denizcileri ikaz eden bir deniz feneri konulmustur. Bu adalara Kucukyali ve Bostanci civarinda yasayan insanlar, bazen "Dilek Kayalıkları ", bazende "Manastır Kayalıkları" derler. Bostanci iskelesinden kalkan ada vapuru bu deniz fenerini yanindan gecer hep. Vapurdaki cogu yolcu , belki yıllarca ayni deniz yolculugunu yapmis olsada feneri tasiyan kayalarin hikayesini bilmez, belkide umarsamaz.
Vordonisi adasinin bat
ışından bin kadar yil sonra biri balikadam , digeri arkeolog iki merakli insan manastir kayaliklarinin dibine dalarlar. Denizin on metre derinliginde duvara benzeyen kalintilar vardir. Marmaranin sulari o kadar berrak ve gunes o kadar işildaktirki , dibe cökmuş ve yan yatmıs manastır duvarları acıkca secılmektedır. Akyunus adlı balıkadam duvarların uzerindeki kalınlığı 20 cm. bulmuş yosun ve midye tabakasını elindeki çapa ile temizler, evet bunlar manastırın duvarlarıdır gerçekten.Yerlerde mozaikler vardır. Balıkadam birkaç kare resim çeker, arkeolog olan Obruk ise arkadaşinın navigasyonuna yardım eder. Ikiside Vordonisiyi keşfetmenin mutlulugu icindedirler. Kimbilir belkide fenerın altındaki insaların bin yıl önce geçirdigi o korkunç günü, belkide artık toprak ve denizin altında kalmış birbirine rakip Satyros ve Vordonisi manastırını ve bunları inşaa eden Photios ve Ignatiosun öyküsünü düşünürler.
Cem Özmeral
16 Nisan 2007
Columbus, Oh
ıo
Manastir Kayaliklari, Fener, Bayrak ve Kuslar
*2004 yilinda Vordonisi adasini ilk dalisi yapanlar : Dalgic Yilmaz Akyunus,Inkilap Obruk,Halit Kakinc Ve Haracoglu Ekibidir.
TÜNEL
Herhalde üç yada dört ya
şinda olmaliydim. Yer altindan giden bir trene bindigimizi hatirliyorum.Yanimda kimler vardi bilemiyorum. Ama hatirladiğim; içine bindiğimiz vagonun karanliklar içinde, raylar uzerinde sesler cikararak yukariya dogru tirmanişi ve yolculuğun kisa bir süre içinde bitişi ve tekrar yer yuzune cikisimizdır. Yillar sonra , Disney World'un Epcot bölgesindeki "Space Ship Earth" küresinin içindeki vagonlara o zaman küçuk kizlarim ve eşimle binip karanliklar icinde yukariya ,bilinmeyene dogru tirmandigimizda bellegimdeki ayrintilarini pek hatirlamadigim bu eski cocukluk anisi aniden canlanmisti. Karanlik bir tünel yukariya doğru ürpererek tirmaniyorsunuz, nereden geçtiginizi , karşiniza ne cikacagini bilemiyorsunuz.
Orta ve lise tahsilimi 1959 - 1965 yillari arasinda yuksek kaldirim yakininda Avusturya Lisesinde leyli ögrenci olarak yaptim. Okul Karaköyü , Istiklal caddesine baglayan yoku
şun yukariya dogru uçte biri mesafesindedir: 200 metre ya var ya yok. Kiyidan Haliçi takip ederek giden Tersane caddesinin Tünele kadar olan bölümünün iki yanı ayakkabici dükkanlari ve deri cantacilarla doludur o yillarda. Bu mağazalarda en şik Italyan modeli iskarpinler teşhir edilir. Yolun karşindaki tarafta bulunan Banco Di Roma zaten Cenevizlilerin eskiden yoğun olduğu bu bölgenin baska bir nişanıdır.
Biz o zamanlar okula giderken tünelin yanindaki yoku
şdan yukari çikar, Bankalar caddesini geçerek "Kamondo" merdivenlerinden tirmanir ve Kart Çinar sokaktaki Sankt George lisesine ulaşirdik. Kamondo merdivenleri buralarda yaşamiş eski bir musevi ailesinin yaptirdigi , sekiz rakamina benzeyen icinde çiçek tarhlari bulunan cok orijinal merdivenlerdir. Sekiz'in iki dairesinin birlestigi yer nefeslenmeniz icin yapilmiş bir düzlüktür. Bu düzlükte okulun açılıs ve kapanış saatlerinde iki bacağı dizinin alt kismindan kesilmiş ve meşin dizliklerle kapatilmiş, otuz yaşlarında gösteren, sakallı bir dilenci oturur ve belkide butun geçimini buradan gecen ogrenciler ve okulun karsindaki hastaneye giden insanlardan tedarik ederdi.
Tünel'i genelikle hafta sonlari Beyo
ğluna cikmak istedigimizde , yada özelikle lisenin son yillarinda Çicek Pasajindan cikip, Karakoydeki vapur iskelesine inerken kullanirdik. Tünel'in üst kisminda o zamanlar Haşet kitap evi vardir. Burada Ingilizce, Almanca , Fransizca ve her dilden mecmua ve kitaplar satilir, hemen yanindaki yüksek kaldirimin baslangic kismi; müzik aletleri satan dükkanlar, biraz asağisi pul koleksiyonculari, Galata Kulesinin düzlügüne geldiginizde dort yol agzinda bir turşucu, paskalya çörekleri satan bir firin, kucuk kucuk kiliseler, camiler , daha asagisindada plakcilar... Devamli bir kalabalik, bir yaşam kargaşası, bir koşuşma.
Tünelin üst kismindaki istasyon ye
şil mavi çinilerle kaplidir. Vagonlarin son durdugu peronda, yerde yuvarlak bir makaraya benzeyen demirden yapilmiş üç dört metre çapinda yuvarlak bir tekerlek vardir. Bu makaranin icinde kalın meşin yada zincirden halatlar bulunurdu. Bu manivela ile Tünelin üst ve alt istasyonlarindaki ikişer vagon birbirine bağlı olup, kuruluş yillarinda buhar gücü benim ögrencilik yillarimda ise elektrik kullanilarak calistirilırdi.
Amerikanin tarihi çok eski olmadigindan , burada nostaljik objeleri korumaya büyük özen gösterilir. San Fransisco, tepeleri ile , denizi ile, Golden Gate Köprüsü ile , tramvaylara benzeyen " Cable Car"lar
ı ile , Istanbul sevenler icin bu kıtada en gorulecek sehirdir. Bu sehirdeki Lombart Street bu hattaki Cable Car larin son durak noktasidir. Burayi ilk gordugumde gene aklima ister istemez Tünel gelmişti. Bir yokuş düşünün ayni yüksek kaldirim dikliğinde, yokuşun alt noktasi son durak. Yukardan gelen tahta döşemeli vagon son durakta durup müsterilerini indiriyor. Rayların üzerinde gelen vagon yerdeki yuvarlak bir tekerleğin ustunde duruyordu. Burada iki memur vagonu altindaki donen platformla birlikte kol gücüyle 180 derece döndürüp , vagonun önünü arkasina geciriyorlardi. Cable Car müsterilerini alip ayni raydan bu defa yukari tirmaniyordu. Cable car'ın Tunelden tek farkı açık havada gitmesi idi.
Tünelin özellikle üst kisminda kendine mahsus bir rutubet kokusu vardir. Hani bazi kokular vardir bir benzeri yoktur yada bu kokuya benzeyen bir koku teneffüs edince geçmiste ilk defa bu kokuyu nerede duydugunuzu hatirlarsniz. Genç nesiller bilmez, Haydarpa
şa Istasyonunun bir kokusu vardi, kara trenin kullandigi kömürün genzinizi yakan kokusu.Yada eski Galata koprusunun alt kisminda , deniz, yosun, balik, ve duman kokusu. Bunlar saymakla bitmez; Galatasary Hamaninda sabun kopugu, buhar ve rutubet kokusu. Bütün bunlar sizde hep bir nostalji duygusu yaratan kokulardir. Iste ben Tünelin o kendine özel rutubet kokusunu hep hatirlamisimdir.
Tünelin alt istasyonu yakardakinin aksine bugun biraz kiyida kö
şede kalmiş , buralari bilmeyen birisinin gozunden kolayca kacabilecek bir gösterişsizliktedir. Ilk zamanlar tünelin girisindeki kucuk giselerden karton bilet alip parke taşlarin uzerinden dehlize inip uzeri tahta kapli vagonu beklerdik. Altmisli yillarin baslarinda I.E.T.T. turnike ve jeton sistemini getirdi. Simdi ise AKBIL* var. (bizim Amca Oglu Bulent'in degimiyle, çik, çik.) Madeni anahtari sayaca sürdünmu ister deniz otobusu, ister tren , ister vapur yada otobus olsun; bilete gerek olmadan toplu taşima aracina biniyorsun. Çik, çik...
Tünel icindeki yolculuk o zamanlar üc dakika ya sürer ya sürmezdi.Vagon perona yana
şinca, uniformali peron şefi işaret verir ve sizde biraz evvel musterilerin indigi kapidan iceriye binerdiniz. Kanapeler tahtadan olup uzerleri deri yastiklarla kaplidir. Bazi koltuklar arka arkaya, bazilarida vagonun yan duvarlarina paralel açilip kapanan tahta iskemlelerdir. Vagonun tavanindaki madeni borudan sarkan meşin el halkalari ayakta seyahat eden yolcular icin tutunma kolayligi sağlar. Birazdan okuldaki zil sesini andiran bir ses duyarsiniz ve camekanli tahta kapilar kendiliginden kapanir. Öndeki vagonun ön bölgesinde kendisine ayrilmiş camekanli bölumdeki makinist , motoru çalistirir ve vagon tirmanişa geçerdi. Dehlizin tam ortasinda, ki burasi Galata Kulesine yakin bir yer olmalidır, yukaridan diger vagon gelmektedir. Bir saatin akreple yelkovaninın birleşmesi gibi iki makinist dehlizin karanliginda elekrik lambarinin ışığı altinda birbirlerini selamlarlar. Vardiya saatine göre her beş dakikada bir, bu selamlama devam eder gider.**
Tabii birde bizim bilmedi
ğimiz ve görmediğimiz bir öncesi var Tünel'in. Benim Liseye başlamamdan yüz küsur sene once Gavand isimli Fransiz bir mühendis Galatadan , Peraya her gün iş dolayisi ile giden, o gun bile rakkamlari on binlerle sayilacak insana bir kolaylik düşünür. Bir asansörle bu insanlari yukariya ve yukaridan asagiya taşimak icin bir tunel açma fikrini zamanin padişahi Abdül Aziz'e açar. Padişahi sonunda ikna eder ve 1869 yilinda Tüneli yapma imtiyazini alir. Tünelin yapimi tam beş sene sürer. O gun simdiki gibi makinalar yoktur, tirnakla kuyu kazilir adeta. Iranli bir kişiden katırlar kiralanir, dağlarda tepelerde bazen kaçakcilik icin , bazen kömür madenlerinde kulanilan ,bu yolunu yordamini iyi bilen çilekes hayvanlarla tonlarca toprak cikarilir kazilan dehlizden. Bu onbinlerce ton toprak ne yapilacaktir? En yakin yer Tepebaşidir. Toprak buraya dökülür. Bugün bile Tepebaşi sirtlarindan aşagıdaki Kasimpaşaya baktiginiz zaman ayagınızın altındakı topraga dikkat ederseniz buranin sonrada duzlestirilmis bir alan oldugunu göreceksınız.
1874 yilinda Tünelin in
şaasi biter ve ilk olarak koyun , kuzu, tavuk gibi bir takim hayvanlar vagonlarin ilk müsterisi olurlar. Vagonlar iki buyuk buhar makinasinin gücüyle calismaktadir ve henüz elektrik olmadigindan , her iki vagonda gaz lambalari ile aydinlatilmistir.*** Hayvanlar sağ salim Peradaki , Cadde-i Kebire **** ulaşirlar. Tünelin açilmasindan kim gocunur bilinmez ama bir takim insanlar Seyhül-Islami doldururlar ve zati şahane bir fetva cikarir ve de derki: her kim, ister insan ister hayvan olsun yeraltindaki tünelden gecer ise , o kişi günah işler ve burayi işletenler haram para kazanir. Yapma , etme diye uzun bir uğrasidan sonra yeni bir fetva ile tunel ile yolculuk mübah sayilir ve 10 para karsiliginda 17 Ocak 1875 de ilk yolcular vagonlara dolarlar. 1863 yilinda acilan London Under Ground sisteminden sonra , Tünel dünyanin ikinci yeraltinda yolcu tasima sistemidir o zamanlar. New York, Paris gibi sehirlerin metrolari o zamanlar daha kurulmamistir bile.
Eger, Tünele hic binmediyseniz , bir daha sefere Istanbul gidisinizde muhakkak bu tarih icine yer alt
ından yolculugu yapin. Gerçi şimdi vagonlar madeni , üzeri kirmizi boyali, belki biraz daha süratli, "Sigara Icilmemesi Rica olunur " yerine "No Smoking" yazili, ama ust İstasyondaki o Tünel kokusu hala eski günlerdekinin aynısı.
**Vagonlarin rayi aslinda tektir, birbirlerine makara ile bagli iki vagondan biri yukaridan kalkinca digeri asagidan kalkar, 560 metrelik yolun orta bolumunde raylar ciftlesir. Bu makara sistemi bir yerde vagonlarin hic bir zaman carpismamasi icin dusunulmus bir emniyet sistemi olmalidir.
***Elekrikden once ,gaz lambasi kullanilirdi. Ben Ümraniyede Elekrigin olmadigi , tek tük olan evlerde gaz lambasi kullanildigini hatirlarim. Sevgili Anneannem, elektrige gaz, musluk suyuna terkos derdi. Gazi açsana oglum dediginde , yuvarlak uzerindeki dugmeyi saat istikametinde cevirirdim.
****Cadde-i Kebir : Grande Rue de Pera, Istiklal Caddesi.