HALİÇTE BİR VAPUR GEZİSİ
İstanbul’da yasayan her insan muhakkak en asagi bir kere vapurla Bogaz turu yapmistir. Ama ayni seyi Halic icin soyleyebilirmiyiz? Son yillara kadar Halic, hep o tepeden seyrettigimiz, icinden vapurla hic bir zaman gecmedigimiz, altinda Bizanstan kalma gemiler ve hazinelerle dolu, ama son derece pis kokan durgun bir su kanali diye dusundugumuz bir beldedir. Eskilerin Altin Hancer, batililarin Golden Horn adini verdigi, Bizansin zincirle agizini kapadigi, Osmanlinin uzerine uc kere kopru diktigi bu esrarengiz yari gol hep ilgimi cekmistir. Cocuklugumda ustunden yuzlerce defa gectigim, tramvaylarin, balikci lokantalarinin, Uzun Omerlerin, kitapci dukkanlarinin, Galata koprusu bundan on yil kadar once bir yangin sonucu tarihe karismisti. Son yillarda, yerine eskisi kadar guzel olmayan yeni bir kopru yapilmis, Halic'in temizlenmez denilen sulari aritilmis ve burasi icinde binbir cesit baligin yasadigi, Bogazicinin akintisinin devam ettigi bir uzanti haline getirilmisti. Iste bundan da cesaret alarak eski bir Istanbullu olarak Halici ilk defa denizden gecmek ve vapurla gezmek bana son derece cazip bir tasarim olarak gorunmeye baslamisti.
Gunluk guneslik guzel bir Eylul gunuydu. Iste bugun, Halic gezisini gerceklestirmek icin vapurla Kadikoyden Eminonu'ne gectim. Yeni Galata Koprusunun, Yeni Cami tarafindaki alt gecitin'den gecip Eyup vapuru'nun kalktigi Iskele'yi aramaya koyuldum.
Buradaki alt gecit ve civari adeta binlerce insanin bir yasam ugrasisi verdigi bir yeralti sehrini andiriyordu. Asagiya inen merdivenin'in iki yanindaki duvar kenarlari gunluk rizkini cikarmak isteyen insanlar tarafindan parsellenmisti. Bu kalabalik, asagadiki pasaj icersindeki dukkanlarin onune'de tasiyordu. Burada saticilarin sesleri, dukkanlardan gelen cogunlukla arabesk muzik, lahmacun ve kebap kokulari birbirine karisiyor sanki uyumlu bir kargasa yasaniyordu. Bu saticilar icersinde kimler yoktuki ? ; Lahmacuncular, sucular, simitciler, tarak ve kol saati satanlar, bilezik ve incik boncukcular, korsan cd ve teyp saticilari, ayakkabi boyacilari, kilonuzu tartan boyunuzu olcen yasli kadinlar, oyuncak helikopterleri basinizin uzerinden ucuran oyuncakcilar, Milli Piyango saticilari,Ilhan Mansiz'in formasini satan formacilar ve bunlarin arasinda yolunu acip islerine gitmeye calisan binlerce Istanbullu ve saskin saskin bu cumbusu seyreden turistler.
Vapurun kalkmasina bir saate yakin zaman vardi. Once daha once uzerinde hic yurumedigim Yeni Galata Koprusu uzerinde dolastim. Koprunun her iki yaninda uzun balik oltalari ile sira sira dizilmis ve adeta kopruyu adim adim paylasmis insanlarla doluydu. Bunlar icersinde balik tutmaya calisan Japon turistler bile vardi. Bir muddet bu amator balikcilari seyrettikten sonra, Misir Carsisinin yanindan Yeni caminin arka tarfindaki cicek ve tohumculara dogru yurudum. Burasi ezelden beri Istanbul bahcelerinin cicek ve sebze tohumlarini karsilayan dukkanlarla doluydu. Burada soganli cicekler, koklu saksi cicekleri ve kesilmis sap cicekleri, herturlu sebze ve zerzevat tohumlari ve soganlari teshir ediliyor ve sehrin dort yanindan gelen musterile dolup tasiyordu . Bu dukkanlar, Misir carsisinin dis duvarlari boyunca yan yana siralanip, adeta bir cicek bahcesi gibi devam ediyordu. Bu bahcede saksilar icinde kirmizi beyaz karanfiller, pembe ve sari sarmasik gulleri , eflatun mor ortancalar, manolyolar ve fulyalar ve visne curugu fesleganlar, sumbuller ve zerrinler insanin goz ve renk zevkini oksuyordu. Bir muddet cicekci dukkanlari arasinda dolastiktan sonra, Misir Carsisinin obur duvari dibindeki peynir ve sarkuteri urunleri satan dukkanlarin onunden Otobus duraklarinin bulundugu alana dogru karsiya gectim ve Halic -Eyup vapur iskelesine dogru indim.
Vapur iskelesi, gecen yuzyilin basindan kalma ahsap, minyatur kucuk bir yapicik. Itinayla mavi beyaza boyanmis. On kisminda tek kisinin sigabilecegi kucuk bir biletci kulubesi, hemen yaninda tek bir turnike. Tahta iskelenin yanindaki mavi boyali demir parmakliklar kirmizi ,beyaz sardunya saksilari ile suslenmis. Devasa bir traktor lastigi ahsap bina ile demir iskele arasinda denize sarkmis bir tampon gorevi yapiyor.
Uskudar'dan gelen Halic Vapuru, Bogaz vapurlarina kiyasla oldukca kucuk. Adeta, bir maket vapur. Bilet ucreti Eyub'e kadar gidis donus iki simit parasi kadar. Oglen saat on birbucuk, topu topu bes alti yolcu vapura bindik. Yukariya guverteye ciktim. Yanimizdaki siralarda ellerinde harita ve rehber kitaplari iki Ispanyol kiz, yanindaki sunnet cocugunu Eyup Sultana goturen basortulu bir hanim, birde yetmis yaslarinda gosteren gur beyaz sacli ve posbiyikli bir adam.
Vapur hic beklemeden zamaninda kalkti. Eyub'e kadar gidis donus bir saat surecek. Ben ayaga kalktim, hem hayran hayran Halicin eskisine gore temizlenmis durgun suyunu seyrediyorum, hemde tarihi yapilarin resimlerini cekiyorum. Iste solumda Istanbulun yedi tepesinden birinde yukselen Mimar Sinan'in saheseri Suleymaniye Camii, hemen berisinde Beyazid Kulesi biraz daha sagda iki minaresi ile baska bir tepeyi susleyen Fatih Camii, Valens Kemerleri, adeta bir resmi gecit yapiyorlar. Bu kemerlerin biraz onunde ve ismini cikaramadigim bir baska caminin hemen yaninda Aya Ireni’ye benzeyen bir yapi gorunuyor. Zaten Halic'in en buyuk ozelligide her uc dinden insanlarinda burada yuzyillarca ic ice yasayip ibadetlerini surdurmus olmalari degilmi?
Yanimdaki yaslica adam, elindeki Cumhuriyet gazetesini okuyor ve bir taraftanda sigarasini tuturuyor.Eski bir denizci veya balikci olmali. Elleri koca koca. Belliki bu eller ya toprakla calismis yada , denizden balik aglari cekmis. Yuzu bakira calan bir renk. Kara cerceveli gozlugunun altinda ki cakir mavi gozleri, beyaz ve hala gur karmakarisik saclari ile, hem yasindan daha genc gosteriyor hemde gormus gecirmis bilge bir kisi izlenimini veriyor.Benim resim cektigimi gorunce, "Zeyrek Camii'nin resmini cekiyorsunuz galiba " dedi. Ben ise" hayir su kilesiye benzeyen binayi cekiyorum" deyince guldu ve haklisiniz orasi hem kilise hemde camidir dedi ve hikayeyi anlatti.
Bu yapi 12. yuzyilda Imparorice Irene tarafindan yapilmis. Imparatorice olunce kocasi bunun hemen yanina Meryem Ana adina ikinci bir kilise yaptiriyor. Fakat bu iki kilise birbirine okadar yakinki, Imparator Komnenos ucuncu bir kubbeli kilesi ile, ilk iki kiliseyi birlestiriyor. Fatih Istanbulu aldiktan sonra burayi Zeyrek adli bir Molla'nin emrinde camii ve medreseye donusturuyor.Bugun bile Ayasofya'dan sonra hacim olarak en buyuk sayilabilecek uclu kilisenin bir kismi Zeyrek Camii olarak gorev goruyor. Kilise olarak kalan kismi oldukca metruk bir halde.
Vapurumuz Unkapani koprusunun altindan gecmis, Halic'in kursuni sularinda yoluna devam ediyordu. Biraz otede eski Galata koprusunun yangindan kurtulmus kismi, Halic'in kiyisina cekilmis, eski gunlerden kalmis cansiz bir hatira olarak yanindan gecenlerin dikkatini cekiyordu. Yanimdaki yasli adama buralari nasil tanidigini, burali olup olmadigini sordum.
Hayatim Halic ve civarinda gecti diye basladi. Dedeleri on dokuzuncu yuzyilda Trabzon' dan gelip Balat'a yerlesmisler. Buyuk dedem, Laz civani heybetli bir adammis. Istanbula ilk geldiginde, Kasimpasa'da 'de bekar usaklarinin kaldigi Debbaghane odalarindan lardan birine kapagi atmis. Girmedigi meslek, yapmadigi is kalmamis. Bir muddet Eminonu - Fener arasinda kalyonculuk yapmis, kurek cekerek yolcu tasimis . Sonralari bu isten bikinca, Fenerdeki Iskele gazinosunda garsonlugu denemis. O zamanlar "Kazikli Gazino" diye de bilinen bu gazino zamanin beylerinin, pasalarinin ragbet ettigi bir kacamak yeri imis. Burada hem saz, soz ve calgi alemleri yapilir hemde biraz demlenilirmis. Burada baslayan alemler daha sonra hanimlar esliginde Kagithane deresinde devam edermis.
Babam uc kardesden en kucugu imis. Fenerde yasarken bir Rum kizini sevmis, ailelerinin muhalefetine ragmen evlenmisler. Annem zamanla Muslumanligi benimsemis.Hayati'nin son demlerinde bes vakit namazinda dinine cok bagli bir kadindi. Babam yillarca Eminonunde, Denizcilik Bankasinin yaninda ki Suraski Magazasinda elbise saticisi olarak calisti. O zamanlar, Istanbul'daki ozel okullarin butun formalari, kasketleri bu magazada satilirdi…diye devam etti. Ben , tam sen ne is yapardin diye soracakken, o sanki bunu anlamiscasina lafi degistirdi ve Fener kiyisindaki cok alimli Kilise'ye isaret ederek; Bulgar Kilisesinin hikayesini bilirmisin diye sordu.
Kiyida, eskiden sebze halleri ve kohne binalar arasinda dikkati cekmeyen bu bina, simdi etrafi acilmis , bir tarihi abide olarak ortaya cikmisti. Kursuni, nefti karisimi rengi ile , hem Halic'in sulari, hemde beyaz parmaklili bahcesinin icindeki yesil mese ve cinar agaclari ile guzel bir uyum sagliyordu. Bina'nin ondokuzuncu yuzyilin neo gotik tipi tarzi ve Istanbul'daki kiliselerde pek gorunmeyen, can kulesi ile cok ozel bir goruntusu vardi. Yasli adam anlatmaya devam etti. On dokuzuncu yuzyilin baslarinda, Fenerde yasayan Bulgar azinlik, idari bakimdan Osmanli, dini bakimdanda Ortodoks Rum Patrikliginin egemenligi altindaymis. Kendi kiliselerinin olmamasindan yakinan Stefan Zveti adli bir Bulgar rahip, zamanin padisahina burada bir kilise kurmak icin izin istemis. Padisah'da eger kiliseyi bir ay icersinde yaparsaniz, size musade veririm demis. Bunun uzerine, Rusyaninda yardimi ile kilise demir dokumden Viyana sehrinde insa edilmis. Aslinda kilisenin yapilmasi uc seneyi asmis. Sonunda celikten yapilan bolumler, Tuna nehri yolu ile Karadeniz uzerinden, Istanbula'a getirilmis ve tam bir ay icersinde Fener kiyisinda ki yerine monte edilmis
|