şilik Paris-Istanbul ekibi* bu sabah Istanbul'u tarayacak. Ramazan dolayisi ile çok sevdigim Bülent (Saraçoglu) dayimla daha görüşemedik. Onunla gecen gelisimizde cok isteyip de gerceklestiremedigim bir projemiz var: Cocuklugumuzun gectigi yüz küsur senelik Kocamustafapaşa Köskunun icine girip resim cekmek, hatira tazelemek. "Siz Bostancidan deniz otobusüne binin , ben sizi Bakirköyde arabamla karsilarim "Paşa"ya gideriz , "dedi dayim. Anlaştik.
Sabah saat on civarinda Bülent dayi ile iskelede bulustuk. " Ayaktaki Çinar" **, bizi herzamanki gibi
şik giyimi ve nezaketi ile karşiladi . Bizim ekiple tanişma, hoş beşden sonra , "sizi Paşa'nin dışında nerelere götürebilirim? " diye sordu . Tabii benim cevap daha onceden hazir: " Dayi dedim , sana zor olmamak şarti ile sen seç, benim tercihlerim şöyle : Yedikule zindanlari, Balatdaki Tekfur Sarayi , Fatih Camii ve Fatih türbesinden bir veya ikisini görebiliriz Dayim , "tamam" dedi, "Yedikule zaten Paşa'ya giderken yolumuzun üstü, oradan başlariz."
Zindanlara girmeden beklentilerim degisikti. Yedikulede yazin verilen konserler dolayisi ile televizyonda ara sira gece manzarasini gorup ,buranin bizim cocuklugumuza gore baya
ği onarilmiş ve turistlere sevimli bir hale getirildiğini dusunuyordum. Yuksek sur kapisinda iceri girdik, hemen girişte bir bilet kulübesi . Beşer lira verip biletlerimizi aldik, gorevli bize birerde küçük broşür*** verdi. Broşürde zindanlarin kisa tarihi, eski bir gravurden alinan krokisi, kalenin ve kulelerin, Ingilizce tercume'li isimleri var .
Kapidan girince,koskoca genis bir alan , bir futbol sahasi kadar geni
ş, ama bır dikdortgenden daha cok kare şeklınde,hatta beş köşeli bir yıldızın iç kısmı gibi. Yıldızın her köşesinde bir kule, kimisi ayakta kalmış, kimisinin ici yikilmis.
Zemine küçük çakil tasi buyuklugunde ta
şlar dökmüşler, gri gri. Ama çakil değil. En geride kule duvarlarinin onunede koca bir sahne koymuslar, demir iskeletleri o koca " Golden Gate" yada Altin Kapi" yi bir güzel kapatmiş. Sahne iskelesinin üstü beyaz branda çarsaflarla kapatilmis, duvarlarda büyük konser afişleri. Alanin sağ arka kösesinde yanyana on kusur portatif tuvalet, belliki yaz konserlerinde seyircilerin ihtiyaclari icin konulmus. Bunun hemen yaninda barakamsi upuzun pembe tek katli bir yapi , hemen yaninda ipe bir iki cocuk çamasiri asilmiş. Belliki burada yaşayanlar var , herhalde kulelerin görevlisi ve ailesi .
Alanin sa
ğ tarafindaki , III. Ahmet kulesinin bulunduğu merdivenlere dogru yuruduk. 50 kusur merdiven, buradan bir düzluge cikiliyor, biraz nefeslenip bir yirmi otuz merdiven daha cikiyoruz. Simdi burçlarin tam üstundeyiz, asağisi kuş bakişi bir daha guzel ve anlamli gozukuyor. Iste meydanin tam ortasinda eski mescidin minare kalintisi ve hemen yaninda sonradan onarildigi belli olan tarihi cesme. Cesmeden, eskiden Halkali suyu akarmis ve Kanuni Sultan Suleyman zamaninda yapildigi soyleniyor. Mescit ise, Istanbulun en eskisi, Fatih Sultan Mehmet tarafindan yaptirilmis. Neler görmuş , ne depremler geçirmiş bu mescidcik. 1873 Rus harbinde fişek imalathanesi, sonralari depo olarak kullanilmis.
Mescidin hemen yaninda giri
ş kapisindan, sahnenin oldugu Altin Kapiya dogru boylu boyuna bir yol uzaniyor.Yolun iki tarafi kaldirim taşlari ile döşenmiş. Eni yedi sekiz metre olan bu yol, zeminden bir otuz kirk santim asagida. Belliki etrafi sonradan doldurulup, yükseltimiş. Yolun icine çakil taşi dökmemişler, eski tek tuk arnavut kaldirimlarinin yanlarindan çimler çikmis. Yolun basladigi yerde koca bir cinar var. Evet ,bu yol meshur tarihi Trimphalis caddesi. Hani eski Bizans imparatorlarinin, harpten zaferle döndükleri zaman, Porte Aurea'dan gecip uzerine kirmizi hali serilmis , halkin iki tarafinda siralandigi ve onlari cicek yagmuruna tutuğu yol. Bu cadde , Aksaray, Beyazit, Sultan Ahmet yolu ile gene cok eski ve meshur Mese , yada Divan Yolu ile; önceleri Bizans sonralari Topkapi sarayina baglanirmis, hani simdi uzerinde mavi metro vagonlarinin gectigi yol. Trimphalis caddesi sonralari , Fatih yolu olarak isim degistirmis. Yolun icindeki demir gullelerde Fatih zamanindan kalma.
Gene III Ahmet kulesinin üstünden asa
ğiya bakmaya devam ediyorum. Büyuk Altin Kapi, konser sahnesinin iskeleleri arkasinda saklanip kalivermis, adeta son konumundan utanircasina. Oysa bu kapiyi
imparator I. Theodosius barbar Klemens Maximi'yi yendikten sonra bir Zafer Taki olarak yaptirmamismiydi ? Gelde , Parisdeki Arc de Triumh'u hatirlama! Acaba onlar nereden esinlenmi
şti ve biz bunun kiymetini bilebilyormuyduk? Sonra imparator bununlada yetinmemiş zafer takinin iki yanina Marmara adasindan getirdigi mermerlerle iki koca kule yaptirmisti. Altin kapinin üstü yaldizlarla ve çift kafali Bizans Kartali ile ve de zafer tanrisi Nike'in heykeli ile süslenmisti. Hani su meşhur spor ayakbilara marka olan Nike. Acaba biz bu Porte Aureanin kiymetini biliyormuyduk ? Hic degilse sahne Marmara denizi tarafina, Nöbet ve Top kuleleri arasina konulamazmiydi diye dusünmekten kendimizi alamiyorduk.
Evet önceleri bitisi
ğindeki bu iki mermer kuleden ( Kuzey ve Güney Pylon) ibaret olan altin kapi ileride bizans zamaninda iki, Fatih zamanindada uc kule ilavesi ile tam bir kale haline getirilyor , sehir surlari ile bitistirilerek tarih icerisinde göreceği ve gecirecegi cesitli evrimlere hazir hale geliyordu. Içi demir parmakliklarla kapali Altin Kapidan bakinca biraz ileride kule kalintilari icinde Kücuk Altin Kapi görünuyordu. Bu kapi , Buyuk Kapinin onundeki koruma amacli yapilan hendegin bitiminde yer aliyormus ve eskiden acilip kapanan bir kopru ile kaleye baglaniyormus. Dikkatli bakinca bunlari gözümde canlandirabilyordum.
III Ahmet Kulesinin burçlarindan kar
şiya bakmaya devam ediyorduk. Işte bir tarafta masmavi Marmara denizi, Yeni Kapi aciklarina demirlemis yuzlerce nakliye gemisi. Bu taraftaki surlarda, Nöbet ve Top Kuleleri yer aliyor. Giriş kapisinin iki tarafindada , Zindan (Kitabeler) ve Hazine Kuleleri. Hazine kulesi Osmanli Hazine-i Humayunu'nun ve kiymetli evrakinin saklandigi, uzerinde kücük bir köşkün bulundugu ve Osmanli bayrağinin dalgalandiği ,1748 büyük yanginda tamamen yanan kule. Abdülhamit zamaninda tekrardan yaptiriliyor. Zindan kulesi ise Osmanlinin onemli mahkumlarinin mahpus yattigi ve duvarlarina hayat hikayelerini kazidigi zindanlar. Burada birde eskiden. mahkumlarin iskencesinde kullanilan içi yilan dolu bir kuyu varmis.
Burçlarin üzerinden birazda, kale di
şina Istanbula baktim ister istemez. Bir tarafta kara surlari Istanbulun icine Haliç istikametine doğru devam ediyor, diger tarafata deniz surlari Sirkeci- Halkali güzergahinda denize paralel sahil yolu boyunca uzanip gidiyordu. Yedikulenin hemen dibindeki surlarin icinde dikkatli bakinca yemyeşil sebze bahceleri ve zerzevat tarhlari seciliyordu. Beri tarafta , gökdelenler icinde artik minareleri kucuk kalmiş camiler, rengarenk badanali apartmanlar, ayakta zorlukla duran ahşap tek tük eski Istanbul evleri goruluyordu. Butun bu manzara icinde koca koca kirmizi sütunlari ile , Aksaraya dogru giden yolun hemen basinda bir kapali spor tesisi oldugu hemen belli olan modern Abdi Ipekçi Basketbol arenasi dikkati cekiyordu. Ister istemez düşundum. Biz eski tarihi yapitlarda konser vermeye bayiliyorduk. Acaba bu aliskanliğimiz , bu tip konser salonlarinin azligindan, yada yenilerini yapmanin pahaliligindan, yada bizim tarih sevgimizin büyükluğündenmi geliyordu ? Acaba diye düşündüm, acaba Abdi İpekçi , her gun dolumuydu, özellikle yaz günleri?
Biz Aspendosda , Dolmahçede, Rumeli Hisarinda , Aye Irenede, Yedikulede konser vermeyi seviyorduk. Ama bu konserleri verirken bu tarihi yapitlarin idamesine bir katkimiz oluyormuydu , yada hiç degilse bunlarin yozla
şmasina ve eskimesine mani oluyormuyduk? Dolmabahçe Sarayina, zaman zaman önemli yabanci devlet adamlarini davet edip, onlara o muhtesem buyuk salonda yemek vermeyi, hatta buradaki tuvaletleri alafranga olarak yenilemeyi biraz olsun anlayabiliyordum. Ama ayni sarayin bahcesini bir özel televizyon kanalina kiralayip, birtakim beyaz saçli adamlarin sarayin merdivenlerinde birbirine dayanarak ve sağdan sola yalpalayarak, " bir sarkisin sen" söylemesine bir anlam veremiyordum. Acaba diyordum," Mor ve Ötesi" konserini Abdi İpekçide yada Olimpiyat stadinda verse, Yedikulenin Imparatorlari, mahkumlarinin ruhlari daha mi memnun olurdu? Acaba Genç Osman'in ruhu taciz oluyormuydu? Yoksa diyordum, bu bir evrim. Bak birkac yil önce gördüğün Yoros kalesi, senin gibi birkac tarih meraklisi, yolunu şaşirmis birkac yerli turist disinda , berduşlarin evsiz insanlarin mekan edindiği, kulelerini içi açik hava tuvaleti olarak kullanilan yerler olarak kalmamismiydi ? Hic degilse buranin kapisinda bir görevlisi var, iyi kotu bir korunmaya alinmis, icinde konserlerde veriliyor, hijyenik tuvaletleride var. Eskisinden daha iyi degilmi ? Belkide burada eskiden yasamis insanlar bile memnundur durumdan !Gene bizim atalarimiz burayi birzamanlar Hayvanat Bahcesi, sonralarida Kiz yurdu, fişekhane , askeri garnizon gibi nedenler icin kullanmamismi? Bu sorulara bir türlü cevap veremedim.
III Ahmet Kulesinin yanindaki merdivenlerden dü
şmemek için yavaş adimlarla asağidaki meydana indik. Benden başka herkes birazda aradigini bulamamanin ezikligi ile ana kapiya dogru yürüdu. Bugünluk bu kadar tirmanma yeterdi, kapidaki görevli ile Yilanli kuyunun bulunduğu , Zindan kulesine gittiler. Bunun ici yandigindan ,yukari çikma diye bir sorun yoktu. Burada bekçi ile konuşup zindanlarin ve yilanli kuyunun hikayesini dinlediler, hemen kulenin önündeki Fetih'ten kalma eski Fatih toplarini incelediler. Ben ise hala ayaklarimda derman oldugunu hissederek ve birazda meraktan olacak tek basima kanli kuyunun bulundugu, Guney Pylon yada Genc Osman Kulesine dogru yürüdum.
Buradaki kanli kuyuya , ba
şlari kesilen mahkumlarin baslari atilirmis. Kuyunun dibinde Marmara denizine açilan iki dehliz varmis. Kiyiya vuran dalgalar bu dehlizlerin icine girip kopan kafalari denize sürüklermiş. Buraya Genç Osman kulesi denmesini nedeni de , Genç Osmanin bu kulede boğularak öldürülmüs olmasiymis. Tek basima, birazda çekine çekine bu tarihi kule içinde kisa bir tirmanişa başladim. Kulenin giriş kismi, oldukça iyi aydinlatilmisti. Yukari çiktikca, işiklar azaliyor, sanki gectigim dehlizler daraliyordu yada bana öyle geliyordu. Dişaridan hesap ettigim kadari ile , kulenin tepesi yuz merdiven basamagi kadar olmaliydi. Ama dönup dolaşan merdivenler bana hic bitmeyecek gibi geliyor, her katta saga sola degisik kapilardan onunuze gidebileceginiz tercihler cikiyordu. Tek başimaydim, sanki köşebaşinda birisi cikacak üzerime atlayacak gibi bir hisse kapiliyordum. Bozuntuya vermeden ve saga sola sapmadan tirmanisa devam ettim. Sonra yukaridan bir işik hüzmesi göründü, giderek büyüdü. Sonunda yeryüzune çikmistim. Oh dünya vardi sanki, masmavi Marmarayi, denizin üstündeki yakomozlari, gemileri görmek ne güzeldi. Asağida bizim ekip zindan kulesinden cikmis bekci ile konusuyorlardi.
Her çikisin, birde ini
şi vardi. Inişler hep daha çabuk ve kolay olur. Öylede oldu, artik alişmiştim. Aldirmadan asaği inerken orta katlardaki dehlizlere saptim. Ve sonra hepsini gördum, kanli kuyuyu, Genç Osmanin katlediği yerleri, tahta ranzalari, merdivenleri ,hepsini ,hepsini. Sonra karanligin icinde işik gibi bir sey gördüm yada gördügümu zannettim.Kendı cevresinde dönen kristal bir top gibi bir sey.Döndü döndü, elimi uzattim. Kristal durdu, icinde güzel yüzlu açik renk gözlü genc bir erkek silueti belirdi. Yari belirli , yari belirsizdi. Sonra bana hikayesini anlatti. Garipti, silueti kaybolduğu gibi sesinide duyamiyordum hiç . Ama o bana anlatiyordu bir sekilde.
GENC OSMAN KULESI
GENC OSMANANIN OLDURULDUGU KAT
GENÇ OSMAN MONOLOGU
Ben II. Osman, Osmanli hanedaninin 6ci Sultani idim. Babam Sultan I. Ahmed Han, annem Mahfiruz Hatice Sultan idi. 1604 senesinin lodoslu bir kiş günü Istanbulda doğmuşum. Sultan Babam beni günün birinde kendi yerine geçirmek için ince eleyip sık dokuyarak yetistirmis. Topkapi sarayinda özel mürebiyelerden , Arapça, Latince, Yunanca ve Italyanca dersi alip , bu lisanlari ögrenmis idim. Riyaziye ve cebir vede edebiyat en cok sevdigim ve tekamül gosterdigim alanlar idi. Üskudarli Mahmud Hudai Hoca hazretlerinden kuran ve din dersleri aldim. Derslerin yaninda iyi bir cengaver olarak da yetistirildim. Iyi ata biner, ok atar, güres tutardim. Genc yaşima rağmen , haremdeki cariyelerin en bas gözdesi idim. Güneş yüzlu, ak tenli, bahadir vücutlu, ince ve kibar bir şehzade olarak nam yapmistim.
Babamin yerine tahta gecen amcam I. Mustafa hasta bir adamdi. Kisa zamanda Saray ve Ulema kendisini degistirmenin geregini gördu. Beni 14 yasinda Osmanli tahtina padişah yaptilar. Yaparkende üvey kardesimi öldürmemin gerekli olduğunu , bunu Osmanli tebasinin bekasi icin elzem olduğunu söylediler. Bende kendisini öldürttum ama annesi Kösem Sultan bunu hiç unutmadi ve bana o günden itibaren diş bileyip mahvim icin bana tuzak kurdu.
Padişah olur olmaz ilk isim Acemlerle sulh anlasmasi imzalamak oldu. Sağimi salime aldiktan sonra soldan Adriyatike açildim. Kaptan-i Deryam Halil Paşa önce iki Roma gemisini zaptetti sonra Manferodonia körfezine girip bu şehri ele gecirdi. Ama benim genç yaşta başa gecmemi firsat bilenlerde vardi. Bogdan Voyvodasi Gratiani önce isyan cikardi sonra pabucun pahali oldugunu görunce Lehistan devletine siğindi. Sonrada bir ordu toplayip Osmanli'ya saldirma curret ve cehaletini gosterdi. Tabii dersini aldi; Beylerbeyim Iskenderpaşa bu bedbahtin tüm ordusunu imha etti , düsmanin yüz küsur topu ve bir dolu ganimeti ile geri döndu. Ama ben kararimi vermistim, bu Lehistan deyyuzuna bir ders verme zamani gelmisti, burayi Osmanli toprağina katmak icin ordumu topladim.1621 yilinin Mayis ayinin 21 gunu Cuma namazini kildiktan sonra, önde Mehteran Lehistan fethine çiktim. Tam üc ay sonunda Lehistanta vardik ve Hotin kalesini kuşattik. Tam otuzbeş gun savaştik. Kale ha düstü ha düsecekti, ama bir türlu düşmedi. Yeniceriler yürekleri ile savasmiyor, isi oluruna birakiyordu. Kaybetmemistik ama kaleyide fethedememistik. Dönuste cok düsündüm, bu yeniçeriyi, kapikullarını ihlas etmek gerekiyordu. Hesaplarini incelettim, devletten bedava para alan yeniceri isimlerine rastladim. Payitaht Istanbulda binbir milletten insan ve asker vardi. Bu böyle olmazdi, payitahtimi halis Türklerin oldugu yeşil Bursaya nakledecektim. Rahmetli büyük Osman Dedem ve Orhan Atam rüyalarima girip benim bu yolda teşvik ediyorlardi adeta. Kararami vermiştim, yeniceri ocagini dagitip yerine yenisini kuracaktim. Butün askerlerimide Anadolu, Suriye ve Misir eyaletlerindeki öz Turklerden seçecektim.
Butun bu düsüncelerimi birazda toyca ulemaya ve sadrazam paşaya ve hocalara açtim. Açtigim başka bir fikirde , ilk defa bir Osmanli padisahinin hacca gitmesiydi. Iran fatihi Yavuz Sultan Selim dedem bile buna cesaret edememisti. Ama ben yapacaktim, bu Islamin bir farzi idi. Bu arada Istanbul'u vuran büyuk zelzele ve akabindeki yanginlar halki huzursuz etmis , fakirlik , ve açlik had safhaya varmıştı. Kimi iş bilmez kapikulu , Padisah için kurban kesmek istemis, öküz bulamayinca fakir halkin hayvanlarina yok pahasına el koymus, onlari mağdur etmisti. Sonra,benim islahat fikirlerimi duyan yeniceriler ve sipahiler, Padisahin hacca gitme istegini bahane ederek ayaklandilar. Padişah , payitaht-i birakip hacca gidemezdi, onun ne haddineydi hacca gitmek yüce Sultan Selim bile gitmemisti. Sarayin kapisina dayanan kapikullari beni bu fikirden vazgecirmek istediler. Koskoca Osmanli padisahi olan ben bu başibozuklarla konuşacak değildim. Tabii hepsini kovdum. Bu sefer Seyhül-Islam Esad Efendiden , hocalarimin, sadrazamimin ve daha nice akil hocamin kellesini isteyen bir fetva cikarip Topkapi sarayinin kapisina dayandilar. Bu fetvayi parça parça yirtip suratlarina firlattim ve hepsini def ettim.
Sarayda hic bir ilave tedbir almaya lüzum görmemiştim. Böyle tehditler bana vız gelir, tırıs giderdi. Ama kisa zamanda durumun zannetiğimden çok daha ciddi olduğunu gördüm. Sabah kişladan çikan başibozuk yeniçeriler ve kapikullari, Fatih Camiinde namaz kilip, tekbir getire getire Aksaray, Sultan Ahmet Meydanı güzergahı ıle Dıvan yolundan Topkapi sarayina bir daha dayandilar. Yolda gelirken kalabalik iyice büyümüş tam bir isyan ve ihtilal haline gelmişti. Sabahin erken vaktinde üzerimde gecelik odamda dinleniyordum. Yeniçeri agalari odama girerek beni gafil avladilar , karşi koymama rağmen beni yaka paça asagiya indirdiler. Beri taraftanda, haremde bir odada mahpus yaşayan amcam "Deli " Mustafayi tekrar padişah yapmak icin teşebbüse geçtiler. Bu başibozuklar bir padişaha reva görülmeyecek her hareketi bana yapiyorlardi. Üzerimde gecelik, basim çiplak, altimda seyeri çuldan bir sütcü beygiri ve halkin şaşkin bakislari arasinda beni yeniçerilerin kişlasinin yakinindaki Orta Camiine getirdiler. Bu caminin meydaninda yeniçeri agasinin da muafakati ile yeniçerilere hitap ettim ve dedimki;
"Dün sabah padişah-i cihan idim , simdi üryan kaldim; merhamet edip halimden ibret alin; dünya size dahi kalmaz."
Ama dinleyen kim ! Orta Camiinde anladimki boşnak devşirmesi Kara Davut sadrazamliga getirilmiş. Tabi bunlar Kösem Sultanin saman altindan yürütup yaptigi planlarin bir sonucu idi. Sonunda damadi sadrazam, deli oğlu ise padişah oluyordu. Gene son bir tesebbüsle halka hitap etmeye caliştim, maksadimin devlet ve tebama hizmet olduğunu, Osmanli hanedanin neslinin intikasina sebeb olacak , bu harekete son vermelerini istedim. Tam bu sirada Kara Davut'un emriyle Cebecibaşi, boynuma kementi geciriverdi. Ama ben çabuk davranip kementi boynumdan çikardim. Cebecibaşi bir daha denedi ama , yanimdaki birkac Ocakbaşi kementi yakaladigi gibi saldirgani püskürtüler. Yeniçerilerin çogu öldürülmememe karsi çikmisti.
Kara Davut, halki ve yenicerileri etkiledigimden korkmuştu. Hemen orada yeniçerilere beni Yedikule zindanlarina mahpus gotürmelerini emretti. Bu sefer beni bir at arabasina bindirip, arkamizda ahali Yedikuleye getirdiler. Burada , hicbir Osmanli padişahina reva görülmeyen igrenç hakaret ve tecavüzleri size anlatip caninizi sikmayacagim. Yedikule, zindanlarina girdigimizde hava kararmaya başlamişti.Kara Davut halka dağilmasini, Padisahin burada bir müddet mahpus kalacagini ama hayatinin emniyette olduğunu söyledi.
Ahali dagilirken, beni büyük altin yaldızlı kapinin şimal tarafindaki kuleye götürdüler. Etrafimda sekiz cellat, arkamda Davut Paşa yukariya doğru merdivenleri tirmanmaya başladik. Elli kadar merdiven çiktik ve buradaki orta kata girdik. Burasi genişce bir alandi. Etrafi tahta korkuluklarla çevrilmisti. Duvarlarda birkac çira meşale yaniyor, etraf rutubet kokuyordu. Korkuluktan asağiya baktim, asaği katta üzerine loş bir işik düsmüş mermer bir kuyu gördüm. Kuyunun üzerindeki tahta kapak pis kızıl bir renkteydi. Avlunun bitiminde tahta merdivenlerle çikilan çekme bir kat vardi, burada birisinin pencerisinde mum yanan iki oda görülüyordu.
Ben etrafima şaşkin şaşkin bakinirken, Kara Davut, Cebecibaşina başiyla "haydi " anlamina bir işaret yapti. Cebecibasi önümden, diger sekiz cellat yanlarimdan ve arkamdan bana saldirip kementi boynuma geçirmeye çalistilar. Bütün gücümü toplayip, "Allah ,Allah" diye haykirarak bu canilere saldirdim. Tekmelerimle, yumruklarimla, kafamla tekmilini birden püskürtmeyi başardim. "Tek tek gelsenize , Allahsizlar, şerefsizler " diye bagirdim. Tam bu sirada arkamdan sirtima balta ile ağir bir darbe aldim. Yere dogru düşerken gözlerimin karardiğini hissettim. Yerde biraz debelendim, yukarida mum işiginin olduğu pencerede bir kadin siluetini görür gibi oldum. "Galiba Kösem Sultan" di diye düsünuyordum ve gözlerim giderek kapaniyordu. Boynuma ve belimin alt kismina iki ayri kement geçirdiler. Kelime-i şahadet getirdim. Önce alttaki kementi siktilar, büyük bir aci hissettim. Sonra boynumdakini siktilar. Kisa bir aci. Sonra bir anda hür oldum.
Ş
imdi olayi yukardan izliyordum. Cebecibaşi cansiz vücudun nabzini tuttu ve Davut Paşaya Sultanın öldügünü bildirdi. Davut Paşa , çekme kattaki odaya çikti ve kapinin önüne çikmis Kösem Sultanin önce eteğini sonra elini öptü. O gece cansiz vücut gene at arabasi ile Saraya getirildi. Ertesi gün Sultan Ahmet Camiindeki öglen namazindan sonra hemen caminin yanindaki "Babacigi"nin türbesine yatirildi. Sultan Ahmet meydaninda halkin gözü yaşli idi. O gece , Anadoluda sipahiler yer yer ayaklanmalar çikarmaya başladilar.
Kim bilir belki bukadar genç ve toy olarak Osmanli Padi
şahi olmasam ve akil hocalarimi daha iyi seçsem ve dört yil yerine bir on yil daha iktidarda kalsam, belkide tarihin akişi daha farkli olacakti. Benim zamanimda islah edilmiş bir ordu ile belki Osmanli Imparatorluğunun bekasi daha devamli ve daha uzun olacakti. Kimbilir ?
Cem Ozmeral
21 Ekim, 2007
Dublin, Ohio
Sayın Okurlar,
Yukarıdaki ilk yazıyı Zeytinburnu belediyesinin çikardigi "Zeytinburnu " dergisinde yayınlamak üzere derginin editörü Ayşe Şahinboy'dan 10 /15/2008 tarihinde benden izin isteyen bir e-mail aldim. Kendilerine bu izni severek verdim. Daha sonra editörden Kasım ayı içinde derginin mizanpaj sürecinde olduklarını belirten ve resimlerle ilgili daha yüksek özünürlük isteyen bir e-mail daha aldım. Ayrıca yazıdan bazı bölümlerin , dergideki yerin azlığı dolayısı ile çikarildigini ve bunu benim onayama sunduklarını söylüyorlardı. Bazı küçük düzeltmelereden sonra kendilerine bu onayı verdim ve istedikleri resimleride yolladım ve yazının altında gazoz kapagı sitemizin linkinide yazmalarından duyacağım memnuniyeti belirttim.
Aradan geçen üc ayı geçen zaman içinde derginin editörüne üç defa e-mail ile ulaşip derginin ve yazının akibetini sordum. Hiç bir cevap gelmedi. Zannederim, yazı yayınlanmadı. Nedeni ne olabilir ?
Akla gelen birinci ihtimal, yazıdan bazı kişilerin gocunmuş olması. Biz isim belirtmeden Zindanların kullanımı ile ilgili son derece yapıcı bir iki kritikte bulunmuştuk, ki bu bölumler yer darlıği nedeniyle editör tarafından yazıdan çikarilmisti.
İ
kinci olasılıkta, web sitemiz http://www.gazozkapagı.net in, eski, Istanbul, Osmanli ve Türk geleneklerine ağırlık verdiği ama daha önemlisi Atatürk devrimlerine sıkı sıkıya bağlı bir Cumhuriyet orta yaşlısı tarafından kaleme alındığı bilincine varılmasıydı. Bizim sitedeki içeriğimiz ve dünya görüşümüz, Zeytin Burnu Belediyesinin görüşü ile çelismis olabilir.
Bunlar ola
ğandır ve saygımız var. Ama anlayamadıgımız, medeni anlayış ve dialog çerçevesinde bize bu yazının Zeytinburnu Dergisinde son anda yayınlanmama nedeninin açıklayan tek cümlelik bir yazının bile gönderilmemesi. Bize göre medeni yazışma adabı en azından bunu gerektirdi.
Bu yaziyi, özelikle Genç Osman monologunu yazarken yukarda adi gecen web sitesi yaninda daha önce okudugum cesitli kitaplarin disinda http:// tr.wikipedia.org wki/Yedikule_Zindanlari ve http://www.netpano.com sitelerindeki bilgilerden faydalandim.