Balkonda oturuyorduk. Zülâl bana dönerek, " simdi meselâ sen bana sarilsan ve beni filimlerdeki gibi dudaklarimdan öpsen, sana herhalde bir sey demezdim" dedi. Zülal beyaz tenli, kara gözlu, simsiyah saçli güzel bir kizdi. Yüzümün kizardigini hissederek onun yüzüne baktim. Bembeyaz inci gibi disleri ile bana bakip gülüyordu. Ne yapacagimi sasirmistim.Içimden bir hamle yapmak geldi ama cesaret edemedim.
O zamanlar ben altı , Zülal yedi yaslarinda olmaliydik.. Ankara'ya , Gölcükten yeni gelmistik. O yil, ilk okula Ankara kolejinde baslayacaktim. O yasta , siniflari sinema salonlarindaki gibi yana yana koltuklardan olusur zannederdim. Birinci siniftan , ikinci sinifa gecmek, hemen yanindaki koltuga gecmek gibi bir seydi , cocuk aklimca. Ankaranin, Maltepe semtinde Ceviren sokakta, Anittepeye giden yolun kosesinde iki katli bir evin giris katinda oturuyorduk.Ustumuzde kat yoktu, ama altimizda bodrum katinda bizim gibi baska bir kiraci oturuyordu. O insanlari pek görmezdik.Asagi katta oturan adam, bir gece daha önce oturduğu evinde uyurken yangin cikmis, uyku sersemligi ile uyananinca kendini alevlerin icinden sokağa zor atmis. Ama bu olay zavalli adamcagizin akli dengesini yitirmesine neden olmustu. Bu olayı duyduğumdan beri ben yangindan cok korkar olmuştum.
Karsimizdaki iki evi cok iyi hatirliyorum. Birincisi bayagi buyuk üc katli gri renkli bir binaydi. En ustunde birde cati kati vardi. Cati katinin hemen altindaki katda , Cahit Bey ve Mubeccel Hanim oturuyorlardi. Babam o zamanlar bir deniz binbasisi idi. Cahit beyde , Golcukten askerlik arkadasi idi. Zannederim rutbece babamdan daha kidemli, cok kibar bir beydi. Anneme her zaman " Bayan Lamia "diye hitaberdi. Cocuklari Ark ve Gul benden uc dort yas buyuk oldugundan onlarla pek arkadaslik edemezdim. Ama Ark'in dogum gunu partisi benim hic unatamadigim bir parti olmustu. Cukalatali pasta, uzerindeki mumlar, renkli kagitlara sarili hediyeler. Ark'a Turgut Reis'in hayatini anlatan bir kitap almistik hediye olarak. Gerci ben henuz okuma yazmayi yeni söküyordum ama nede olsa denizci cocuğuyduk ve bu kitabi annemle ben beraber seçmistik.
Zülal benim ilk kız arkadaşimdi. Gri evin yanindaki iki katli daha küçük bir evin ust katinda oturuyorlardi. Coğu zaman onlarin evine oynamaya giderdim. Nedense o bize pek gelmezdi. Annesi kapiyi açmadan önce gelen misafirleri kapıda en az iki üç dakika bekletirdi. Zülal'in anattiğına göre bir gün annesi banyo yaparken düşüp bayilmis. O gün evde bulunan bir akrabaları gürültüyü duyunca banyoya girmiş, Zülal'in annesini yariçiplak baygin bır vaziyette yerde yatarken bulmuştu.Hemen kendisini ayıltmış ve doktor çagirmislar. Nedense bu olayda hep aklımda kalmış. Cogu zamanda bizim evin bahcesinde kardesim Ahmet Cenan ile oynardik. Ahmet o zamanlar dort yasinda idi. Dogdugunu ilk duydugumda , dayima:" kardeşim gelsinde bir gures edelim" demisim. O zamanlar mahalle cocuklari arasinda gures etmek futbol oynamak kadar makbuldu. Ama biz pek mahalle cocuklari ile oynayacak yasda degildik. Hele "Kara Bela" denilen bir cocuk cetesi vardiki hepimiz onlardan cekindirdik. Bu cocuklar baslarina uzerinde kuru kafa resmi olan siyah korsan esarplari baglarlar hirsizlik dahil her turlu yaramazligi yaparlardi. Bizim evin bir iki ev asagisinda Amerikali cocuklarin oturdugu bir ev vardi. Bir gun onlarin bahcesinde terkedilmis bir oyuncak kamyon buldum.Kirmizi renkli piril piril parlayan bir itfaiye arabasi idi bu. Kamyonu aldim hemen eve getirdim ve yatagimin altina sakladim. Gündüzleri , Ahmetle itfaiye kamyonunu sakladigimiz yerden cikarip oynuyor, sonra gene yerine koyuyorduk.Ama birkac gun sonra Babam durumu anladi ve bana kamyonu nereden aldigimi sordu. Sonrada kamyonu hemen aldigim yere geri goturup koymami emretti. Bende uzulerek kamyonu buldugum yere goturup biraktim. Belki Amerikali cocuklar oyuncaklarinin gidip geri geldigini bile farketmemislerdi. Ama ben baskalarinin malina el surmeme konusunda onemli bir ders almistim.
Evimizin biraz ilersinde "Vekalet"lere (Bakanlik) dogru giden yolun basinda Jandarma Okulu vardi. Jandarma okulunun sinemasinda o zaman cogu sinemada bile daha vizyona girmemis yabanci filimler gelirdi. Haftada bir burada filim seyretmek hemde bu filimlerin renkli filimler olmasi benim icin bulunmaz bir eglence idi. Bu sınemada hiç unatamadğım ve ileride bir daha hic görmediğim üc filimi hatirlarim hep. Bunlardan birincisi ünlü Italyan tenoru Mario Lanzo'nin hayati ile ilgiliydi. Ikincisi ve bir cocuk icin dahada cekici olani inanilmaz sihirbaz Hudininin hayati ve gosterileri ile ilgiliydi. Filimin sonunda zincire baglanip bir sandigin icine giriyor ve sandik nehrin sularina indiriliyordu. Herkes Hudininin herzaman oldugu gibi zincirlerden kurtulup sandigin kilidini acacagini beklerken bu defa mucize gerceklesmiyor ve sandiktan sihirbazin cansiz bedeni cikiyor ve filim bitiyordu.Ucuncu filimin ismini ve konusunu unutmusum. Ama unutamadigim sahne filimin kahramanin olup cennete gitmesi idi. Burada cennet mavi gokyuzunun uzerinde beyaz bulutlarin uzerinde bir yerdi ve orada herkes beyaz elbiselser icindeydi.
Haftalik eglencelerimizden biride annemle Maltepe pazarina gitmekti.Istanbulda sokak arasinda kurulan pazarlarin aksine, Maltepe pazari Belediyenin kurdugu genis bir alanda derli toplu modern bir Pazar yeriydi .Pazarcilar kendilerine ayrilan ve üzerleri kapali bölümlerde, taze meyva, sebze, yag, yumurta gibi ürunlerini tezgahlardi. Pazar yerinin merdivenle inilen girisinde genelikle kücük küfeci cocuklarinin birikip müsteri kapmaya çalistiklari görülürdü.Yaslari benim yasimi geçmeyen bu çocuklar boylarini asan dolu küfelerin altinda ezile büzüle birkaç kurus için aldiginiz mali evinize kadar tasirlardi. Bize büyüklerimiz hep: Okumazsan, küfeci olursun! demeleri bundandi belkide. Iste gene böyle bir gün küfeci çocuk arkada, biz önde evimize geliyordukki birden evimizin karsisindaki Cahit Beylerin oturdugu evin çati katinin pencerelerinden alevler ve dumanlar çiktigini gördüm.Herkes çoluk çocuk disari firlamis korku ile bu manzarayi seyrediyordu. Çok geçmeden siren sesleri içinde kirmizi bir itfaiye arabasi geldi.Itfaiyeciler merdiveni çati katina kadar uzattilar ve hortumlari ile su sıkarak kısa zamanda yangini söndürdüler.Ucuz atlatilan bu yangindan ben dersimi çikarmistim; kibritle oyun olmazdi. Belkide Ark kibritle oynarken bu yangina neden olmuştu.
ANKARA KOLLEJI. SINIF 2 B, 3 MART 1955 M.CEM( 4.sirada elinde kalem)
Ankara Kolej'inde birincı sınıfa başladıgımda henüz altı yaşındaydım. İlk gün çok heyecanlandığımı hatırlıyorum,ögretmenimiz Fahrünisa Hanım bizi sıralara kızlı erkekli karışık oturtmuştu. Butun ögrencilerin üzerinde siyah önlük ve beyaz kolalı yakalar vardı.Kısa zamanda sınıfımıza okula ve öğretmenimize alıştık. Sabah ögretmenimiz Fahrünisa Hanım sınıfa girince ayağa kalkıyor ve hep beraber " Günaydın" diyor sonra da and içiyorduk: "Türküm, doğruyum, çaliskanim. Yasam küçüklerımi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun." ve yerimize oturuyorduk.
Önce çizgi çizmesini sonra daire yapmasını ögrendik, derken Alfabe'den okuma yazmayı söktük: "Baba bana bal al. Ali bana top at. Oya ip atla." Derken toplamayı, çikarmayi ve kerrat cetveiini, yılları ayları mevsimleri... Atatürkü ve bayrağımızı çok seviyor, yerli malları haftasında yerli malları kullanmayı tutumlu olmayı, hatta Iş Bankasının delikli kumbaralarında para biriktirmeyi ögreniyorduk. Müzık dersınde "Ali Babanın Çiftligini" yada "Kurumuş dallar, sarı yaprakları", cumartesi gunleride Bayrak merasiminde İstiklal Marşını söylüyorduk. O yıllarda Ankaranın kışları çok soğuk ve karlı geçerdi. Çoğu zaman kardan okul kapanır ya da gripten evde kalır, devamsızlığımız karnemize yazılırdı. Uzun kışın arkasından baharın gelişiyle biz cocuklarda tabiatla birlikte sevinir kendimizi okulun bahçesine atar; top, çelik çomak, köşe kapmaca, körebe gibi oyunlar oynardık. Okuldan gelince bazen Zülal'lere giderdim. O bahar, annnesi ve babası Zülal'e küçük sevimlimi, sevimli bir kuzu almışlardı. O zamanlar Ankarada kışları ısınmak için sobada kömür yakılırdı. Bahçede her daire için ayrılmış küçük bir kömürlük bulunurdu.
Zulal'in kuzusuda gündüzleri arka bahçede otluyor geceleride boş kömürlüklerden birinde kalıyordu. İkıncı sınıfı bıtırdıkten sonra babamın ışı dolayısıyla Almanya'a gıtme durumumuz ortaya çıkmıştı.Bır taraftan hazırlıklar yapıyor, dığer yandan arkadaşlarımdan ve çevremden ayrılacağım için üzülüyordum.Kurban bayramında hem veda hemde bayram zıyaretı ıçın Zülallerin evine uğramıstık.Zülalın o her zaman gülen sıyah gözlerı ogün nedense mahsun mahsun bakıyordu.Yüzüne dıkkatlı bakınca gözlerının kızarmış olduğunu ve ağladığını farkettim. Ne olduğunu sorunca, bana kurban bayramı dolayısıyla kuzusunun kesildiğini ve etinın konu komşuya dağıtıldığını söyledi. Etten bizim payımızada bir parça düşmüştü, ama o gün ben yemek yiyemedim, lokmalar boğazıma düğüplenıp durdu. Galiba ,bu Zülal'i son görüşümdü. Nereden bilirdimki hayat hep böyle ayrılıklarla dolu olacaktı ve ben onu hep, iri siyah göz bebeklerinin etrafı kızarmış mahsun bakışlarıyla hatırlayacaktım.