MİHRİMAH SULTAN CAMİLERİ
Baba tarafimız doğma büyüme Üsküdarlı. Doksanüç harbinden sonra, büyük dedeler Vidinden, neneler Balçık'dan göç etmişler Üsküdara. Burada aile kurup, çoluğa, çocuğa ve toruna karışmışlar. Üsküdarda yaşayıp, Karacaahmette son istirahatgahlarına çekilmişler.
Anne tarafimızda aynı harpten sonra Vidinden gelip suriçinde Kocamustafapaşa semtini ikametgah seçip Sümbül Efendi Dergahının havasını teneffüs edip yaşamışlar ve sonunda Edirnekapı eteklerinde ebediyet uykusuna çekilmişler.
Istanbula her gelişimde yolumu muhakkak Üsküdardan geçirmeye calışırım. Önce Karacaahmette Babamın ve diğer akrabalarımın kabirlerini ziyaret edip, sonra Çicekçiden yokuş aşagi Doğancılar Parkının önünden çarşıya inerim. Sonrada İskeledeki Caminin önünden vapura biner Besiktaş'a yada Haliçe geçerim. Son Istanbul yolculuğumdada senelerdir önünden geçtigim İskele yada Mihrimah Sultan Camiini gezdim ve set üstunden Üskudar meydanındaki insanların koşuşmalarını, iskeleye yanaşan vapur ve motorları izleyip hayalere dalarak Caminin ve etrafindaki Külliyenin ne zaman yapıldığını düşündüm.
Ayni günün öğleden sonrası bu defa, dilenci vapuru* ile Eyüp'e gidiyorum. Sol tarafimızda sur içindeki Istanbul'un o güzel camileri Eminönü meydanındaki çift minare ve üç şerefeli Yeni Cami, Mısır Çarşının hemen yanında küçücük tek minareli Rüstem Paşa camisi. Sonra vapur yol aldıkça karşınıza bütün ihtişamı ile çıkan Sinanın muhteşem eseri Süleymaniye. Vapur Haliçin bir o yakasında bir öbüründe: camiler, kiliseler, su kemerleri, sur kalıntıları, parklar, balık tutan insanlar, denize giren çocuklar bir filim şeridi gibi gözünüzün önünden akıyor.
Vapur, Feneri geçti Eyübe doğru yol alıyor. Solumuzda İstanbulun yedinci tepesi ve üzerinde belkide bu yakada, Ayasofya, Sultanahmet ve Süleymaniyeden sonra gözle görebildiğimiz en belirgin bir dördüncü cami. Tepe üstünde, tek, "Benim!" diyor adeta. Bu caminin adı da Mihrimah.
"Neden iki tane aynı adli Cami ve kimdir bu Mihrimah Sultan" ? derseniz :
Mihrimah Sultan Kanuni Sultan Süleymanın sevgili kızıymış. Annesi Roxelena yada nağmı değer Hürrem Sultan. Rivayete yada hikayeye göre** Mihrimah Sultan onyedi yaşına girdiğinde ayın ondördü gibi güzel bir kız olmuş. Mihrimah Sultan'a bakan damat adaylarının gözleri güneşe bakanların gözleri gibi kamaşır, içlerinde tatlı bir kıpırdanma olur, dizlerinin bağları çözülürmüş.Bu damat adaylarının biride Mimarı-azam Sinanmış. Bu olası izdivaç, Mimar Sinanın yaşı kemale erdiğinden ve zaten evinde bir haremi olduğundan Sarayca kabul görmemiş. Damat olarak Sadrazam Ibrahim Paşanın Diyarbakır valisi olan oğlu Rüstem Paşa seçilmiş.
Babasının ona verdiği adı farsça "güneş ve ay" anlamına gelen Mihrimah Sultan, cüzzamli Rüstem Paşa lakablı bu adama hiç ısınamamış ve onu hiç sevmemiş. Bu yüzden babasının yanında her sefere gider, Istanbulda kaldığı vakitlerde hayır işleri ve güzel sanatlarla uğraşırmış. Gene böyle hayır işleri duşündüğü bir gün Mimar Sinani huzura cağırıp, kendisine bir cami ve külliye yapmasını emretmiş. Caminin yer seçiminide Mimar Sinan'a bırakmış. O'da takvim yapraklarının 1540 yılını gösterdiğinde Üskudardaki Cami ve Külliyenin temelini atmış. Inşaat tam sekiz yıl sürmüş.
Gel zaman git zaman, önce Mihrimah Sultanın babası sonrada kocası ebediyete intikal etmişler. Mal ve mülkünu giderek artıran ve Sarayda büyük nüfus sahibi olan Mihrimah Sultan ilk Caminin temel atılışndan tam yirmi yil sonra Mimar Sinani tekrar huzura cağırmış. Bana bir cami ve külliye daha yap, Istanbulun başka bir yöresinde olsun ve yerini gene sen seç, diye emir buyurmuş.
Mimar Sinan günlerce düşünmüş, taşınmış, ölçmüş, biçmiş, belkide Galata kulesinin tepesine çıkıp Istanbulu seyretmiş. Sonunda kararını vermiş, caminin yeri Istanbulun yedi tepesinden en yükseği Edirnekapı surlarının yanı olacak demiş. Cami ve külliye bittiğinde herkes, caminin iç aydınlığına, çifte hamamlarının, medresesinin güzelliğine hayran kalmışlar.
Gene hikayeye göre, Mimar Sinan evlenemediği Mihrimah Sultan'a için için hep aşık kalmış. Bu gizli aşkı sembolize etmek içinde iki caminin yerini seçerken bunlara sevgisinden bir iz bırakmak istemiş. Her yıl Nisan ve Mayıs ayının sadece bir yada iki günü, gurup vakti her iki camiyide görebileceğiniz bir yerden, örneğin Galata tepelerinden bakarsanız inanilmaz bir manzara ile karşılaşırsınız;
Batıda Edirnekapıda güneş Mihrimah Caminin üzerinde batarken, aynı anda doğuda Üsküdardaki Mihrimah Sultan Camiinin minareleri arasında ay doğmaktadır.
Böyle bir aşk varmıydi, yokmuydu? Varsa anlatıldığı kadar derinmiydi ? Bilemeyiz. Bir yazar bunu yazmış, bir başkasıda filimine konu yapmıştır. Ama tarih kitaplarında böyle bir aşkdan bahseden tek bir kayıt bile yoktur. Diğer taraftan Mimar Sinan, gurup ve mehtabın eşleşmesinin hesabını yapmışmıdır? Bize göre, belkide yapmıştır.
Kimine göre, Mimar Sinanin yaptığı başka bir hesapta, Mısır Çarşısının arkasındaki, küçük Rüştem Paşa camii ile ilgilidir. Her iki Mihrimah Camiinin içinin ay gibi aydınıik, güneş gibi parlak ve sıcak olmasına karşın, Sinan'in Mihrimah'ın kocası Rüstem Paşa için yaptıği caminin içi, çinilerinin bütün güzelliğine rağmen, karanlık ve kasvetlidir.
Cem Özmeral
6 Mayıs, 2010
Dublin Ohio
|