ÜSKÜDARLI GÜZEL BALIKÇI Bu yazı Cem Özmeral’in 2002 de yayınlanan Özlediğim İstanbul kitabından alıntıdır.
Üsküdar‘daki sokak isimleri benim hep ilgimi çemiştir. İstanbul’un son elli senede bu en az değişen semtinde sokak ve semt isimleri, sanki bize o eski günlerin hikayesini ve güzelliklerini anlatır. O devirde yaşamış Üsküdarlıları bize tanıtır. Altun-i zade ismi belki de Osmanlı öncesi Boğaz’a girip çıkan gemilerden alınan harçlarla ilgilidir. Üsküdar’daki her semtin ve her sokağın adında bir gizem saklıdır sanki.
Bağlarbaşı, Tunusbağı, Bülbülderesi, Nuhkuyusu, Çavuşbaşı gözlerimin önünde incir ve şeftali ağaçları ile dolu zümrüt yeşili bahçeler, patlıcan, biber, kabak, domates gibi zerzevat ile dolu yemyeşil bostanlar getirir. Bu bostanlarda gözlerinin yan tarafları süslü meşinlerle kapatılmış yaşlı atlar bostan dolaplarını çevirip bahçeleri sularlar. Asma yaprakları ile kaplı çardakların altında insanlar yemek yer, ut ve saz çalar şarkılar söylerler. Zümrüt-ü Anka kuşundan yanık sesli bülbüllere kadar her çeşit kuş kondukları dallardan adeta bu güzelliğe iştirak ederler. Eski Üsküdarlılar sanki adları verilen sokaklarda bizlerle beraber olurlar. Müsahip Zade Celal, Şemsi Paşa, Kasım Ağa, Burhan Felek bunlardan sadece birkaçıdır.
Bu sokaklardan bir tanesi vardır ki, ismini nereden almış pek bilinmez. Bu sokak Atlamataşı’ndaki Atlas sokağıdır. İskeledeki Mihrimah Sultan Camii’nin hemen arkasındaki semt Atlamataşı diye bilinir. Kim bilir, belki de Boğazın karşı yakasındaki Beşiktaş, ya da Pera’nın bitimindeki Nişantaşı, bu semte isim babalığı yapmıştır. Atlamataşına Doğancılar tarafından Atlas sokağından girilir. Burası Üsküdar’ın çarşısı ve günün her saatinde Üsküdarlıların alışveriş ve sohbet için uğradıkları kalabalık bir mekandır. Bundan kırk sene kadar önce bu sokağın başında bir bakkal dükkanı vardı. Aslında bu dükkana bakkal dan çok aktar dükkanı da denilebilirdi. Cephesi çok dardı ve burası Doğancılar tarafına bakardı. Bu kısmı adeta bir büfe gibi kullanılır, peynirli ve sucuklu tostlar, portakal ve nar suları, ayranlar buradan müşterilere sunulurdu. Eğer sigara tiryakisi iseniz, sarmak için sigara kağıdı ve tütünü buradan alırdınız. O zamanın makbul sigaraları Sipahi ve Yenice idi. Hanımlar ise genellikle Gelincik sigarasını tercih ederlerdi. Gene bu kısımda Yelpaze, Akbaba gibi mecmualar, Yeni Sabah, Yeni Türkiye, Zafer ve Ulus gibi artık bugün çıkmayan gazeteler sergilenir ve müşteri bulurdu. Dükkanın ana kapısı Atlas sokağında idi. Buradan girdinizmi bu sefer karşınızda bir aktar dükkanı bulurdunuz. Gaz lambaları, fitil makineleri, her türlü ip ve halat, tıraş bıçakları, Hacı Şakir sabunları, çivit, ayakkabı boyaları, çekecekler, gül suyu, lavanta çiçeği kolonyaları, tespihler, Hacı Bekir Lokumları, Optolidon, Gripin gibi ilaçlar, sakız ve cikletler, sıkışık raflar üzerinde teşhir edilirdi. Bu gibi aktar dükkanlarının en meşhuru babamdan dinlediğim Aktar Faik Efendi’nin dükkanı idi. Yeni Çeşmedeki dükkanında Aktar Faik, bin bir çeşit bitki ve her derde deva doğal malzemeyi elindeki uzun sopasına bağlı çengelle raflardan alır, müşterilerine sunarmış.
1950 li yılların başında bu aktar dükkanı ile başlayan sokağın çoğunluğunu manav dükkanları veya o zaman ki tabirle zerzevatçılar teşkil ederdi. Bu yıllarda küçük bir çocukken çoğu kez bu çarşıya Hasan amcamı ve Nizamettin amcamı ziyarete geldiğimi hatırlarım. Her iki amcamın da burada birer manav dükkanı vardı. Nizamettin amcamın dükkanı bakkal dükkanın tam karşısında idi. Her gidişimizde amcam bize elmalar, portakallar ikram eder, giderken de yanımıza bir kese kağıdı dolusu meyve vermeyi ihmal etmezdi. Aslında ben bu meyveler kadar, dükkanlardaki esnafın birbirleri ile konuşmalarını, şakalaşmalarını severdim. Müşteriler dükkanların önünden geçerken manavlar şiirsel tekerlemeleri gür sesleri ile söylerler ve mallarını pazarlardı. Bu tekerlemer çoğu zaman çok ince ve kinayeli cümlelerden oluşurdu ve kendi malının diğerlerinden üstün olduğunu vurgulardı.
Zannederim 1960’lı yıllarda bu manav dükkanlarının Atlas sokağı başında kilerinin çoğu kapandı ve yerini balıkçı dükkanlarına terk etti. Nizamettin amcam da bu değişiklikten nasibini almış, Atlas sokağındaki 55 numaralı dükkanının ismini “Güzel Balıkçı”ya değiştirmişti. Bu yıllarda yatılı mektepte okuduğumdan amcamı daha nadir görüyor ancak bayramlarda el öpmeye gidiyordum. Her gidişimde de kendisini daha iyi tanıyor, hoş sohbetine, nüktedanlığına ve hitabet kabiliyetine gıpta ediyordum. Daha sonraları Amerika’ya göç ettikten sonra, Türkiye’ye her gelişimde dükkanına uğrayıp, hayır duasını almadan edemezdim. Atlas sokağı eski canlılığı ile sanki tarihten yeni bir yaprak koparmış, onu yaşıyordu. Kırmızı renkli tablaların üzerleri buzlarla döşenmiş, mevsimine göre kalkanlar, lüferler, mercanlar, uskumrular buzların üzerine dizilmişti. Mekan aynı mekan, devran aynı devrandı. İnsanların bir kısmı göçmüş, fakat yeni gelenler geleneği devam ettiriyordu. Güzel Balıkçı da çalışan “Dilsiz” el kol işaretleriyle Atlas sokağı balıkçılarının söz düellosuna ayrı bir renk katıyordu.
1990 lı yılların başında amcam artık dükkana daha az gider olmuştu. Ben de Amerika’dan ziyarete geldiğimde Bağlarbaşında ki evine gider, hatıralarını dinler ve bu fani dünyadan yakında gideceğini bildiğimden hikayelerini hafızama not ederdim. Nizamettin amcam fazla tahsilli bir insan değildi. ne var ki değme üniversite mezununa taş çıkartacak kadar genel kültür sahibi idi. Hitabet sanatı ve hayat görüşleri kendini tanıyanları hayretler içinde bırakırdı. Birçok müşterisi eski paşalar,doktorlar ve mevki sahibi insanlardı. Bu insanların çoğu Güzel Balıkçı’ya tatlı sohbet ve adeta bir tuluat sanatı seyretmeye gelir, giderken de bir kilo lüfer almayı ihmal etmezlerdi.
Amcamın anlattığına göre babası eski tarihle 1293 de on sekiz yaşındayken Vidin’den İstanbul’a gelmiş. Ailesi Vidin’de saraçlık yaparlarmış, amcamın babaannesi okumuş bir kadınmış ve Ağazade Hoca Hanım diye tanınırmış. Miladi 1916 yılında amcam babaannesini kaybetmiş. Nizamettin amcamdan babamın doğduğu günü de dinlemişimdir. Onun anlattığına göre Arakiyeci Hacı Mehmet Mahallesi, Kasımağa sokağındaki büyükler, amcamı evden uçurtma uçurmaya yollamışlar. Amcam eve geldiğinde kundağa sarılı bebeği, “baksana Ebe hanım sana kardeş getirdi” diye tanıtmışlar.
Amcamın bana söylediği nasihat ve güzel lafları hiç unutmamışımdır.” Amca demek, baba yarısı demek” der ve benim Türkiye’ye geri dönmemi arzu ederdi. “Benim tahsilim yok ama evim de işim de var” der ve devam ederdi:
Akıl yelken Fikir dümen Kullan gemyi Göreyim seni
Bir başka hayat felsefesi de bu dünyanın fani olduğu ve kimseye kalmayacağı idi ve ilave ederdi:
Ne varlığınla müfterih ol, ne yoksulluğunla müteesir ol. Zenginim diye böbürlenme, fakirim diye üzülme. Hepsi, geçici hayatta.
Bu son cümleyi söylerken elini açarak ağzının altına tutar ve sanki bir tüy parçasını avucundan üfler gibi yapardı: ” Püüüüüüüüüüüf, hepsi geçici hayatta”. Bir başka tekerlemesi de İngiliz işgal kuvvetleri İstanbul da iken Cuma namazlarında halkın “ Gururlanma Padişahım, senden büyük Allah vaaar.!” demesi idi. Bunun üzerine “padişahın süngüleri düşerdi”.
Bir zamanlar “ yaş yetmiş, iş bitmiş” demişti. Bunu söyledikten yirmi sene sonra , bu dünyadan ve doğup büyüdüğü Üsküdar’dan boşlukta hoş bir seda bırakırcasına ayrılıp gitti. Nur içinde yatsın.
|