KARANFİLLİ ADAM Pencere camının içinden odaya ılık bir mart güneşi süzülmüş yatakta yatan yaşlı adamın yüzüne vuruyordu. Hastane odasında yaşlı adamın yanındaki yatakta böbrek hastası orta yaşlı bir adam, yatağının üzerine oturmuş biraz evvel hemşirenin getirdigi gazeteyi okuyordu. İki yatak arasında ilaç şiseleri ile dolu bir komidin, komidinin üzerindeki kücük bir sişede sarı ve kırmızı renkli solmuş iki karanfil, Mabel cikletlerinin içinden çıkmış eski püskü iki futbolcu resmi, yatakların ayak ucunda palto asmak için bir askılık, yaşlı adamın sol koluna bağlı bir serum ve serumu taşıyan portatif bir taşıma aleti vardı. İlaç ve rutubet kokan bu ahşap odada gazete okuyan orta yaşlı adam dışında fazla bir hayat olduğu da söylenemezdi. Yaşlı adamın bedeni yarı canlı yada yarı cansızdı. Gözleri kapalı, sakalları uzamış yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yayılmışı.Vücuduna dikkatli bakınca, sarı kırmızı puntolu pijamasının sağ kolunun omuz hizasından dikilmiş olduğu görülüyordu. Adamın var olan tek kolu da serum torbasına baglıydı. Zaman zaman göz kapakları açılır gibi oluyor, sonra bu hareketten sanki çok yorulmuşçasına tekrar kapanıyordu.Yaşlı adam şimdi bir filim şeridi gibi kafasının içinden geçenleri izliyor, bunların bir rüyamı yoksa ilaçların tesiriyle aklından geçen hayat hikayesi mi olduğunu kendisi bile bilemiyor, nefes alışları ise giderek seyrekleşiyordu.
TURGAY
Duhiliye, corap konclarinin ust hizasinda..
Onun hayatta üç sevgilisi vardı. Birincisi hayat arkadaşı biricik karısı ve her akşam ona ekmek getirdiği sere serpe yayıldığı, iki bardak şarabını yudumladığı iki gözlü kücücük evi. Ikincisi sevgili karısına bakmak, evini çekip çevirmek için muhtaç olduğu ekmek teknesi; emektar 48 modeli Opel Kapitan arabası. Üçüncüsu ve çoguna göre en büyük sevgilisi, sarı kırmızılı renkler ve bu renkleri formasında taşıyan Galatasaray futbol takımı. O bu renklere ne zaman aşık olduğunu bile unutmuş, belkide artık hiç hatırlamıyordu bile. Reha Eken ve Gündüz Kılıç'ların zamanını düşünüyordu şimdi. Sonra aniden, Berlin Panteri, o en sevdiği iki futbolcudan biri; Turgay geliyordu aklına. Baba Gündüz bırakırken, on yedi yaşında yeni başlayan, yeşil kazaklı Turgay. Nasılda havalara uçup yükseklerde top yakalardı. Ne kaleciler gelmişti ondan sonra Galatasaray'a ,ama hiç biri onun gibi değildi, Turgayın yeri ayrıydı. Sonra aklına Metin, geliyordu. “Metin geliyor, Metin“. İzmirspor'dan Galatasaray'a transfer oluyordu Metin, belki onyedi, belki on sekiz yaşındaydı henüz. Utangaç, kahkülleri alnının ortasına taranmış, çukur çeneli, güldüğünde yüzünde gamzeleri büyüyen, esmer, yakışıklı bir kara oğlan. Bir fırtına gibi esiyor ilk günden, gol üstüne gol. Milat oluyor, Türkiyenin futbol tarihind . Altiyüz otuzun üstünde gol, hepsi birbirinden güzel. Adam o kadar cana yakın ve o kadar güzel oynuyorki, bütün diğer takımlarında sevgilisi. Ama bir çekemiyen çıkıyor, üç gün eksik askerlik yaptı diye, yolluyorlar onu Paşakapası cezaevine. Taçsız kral belki bir ay yatıyor içerde. Sonra cezaevinden ilk çıktığı gün, Dolmabahçe'ye maça çıkacaksın diyorlar, antremansız. Çıkıyor karşıdakı takıma ya üç ya da dört atıyor. Nasıl unutulur Metin Oktay. Kafaya iki ayağının ucunda bir yüksek atlayıcı gibi yükselip, havada belkide yarım saniye insan üstü bir güçle sabit kalır, sonra alnının tam ortası ile çamurdan ağırlaşmış meşin yuvarlağı filelere yollardı. Ya o voleleri ve şutları !, minder jimnastiği yapan bir jimnastikçi gibi havalanır bacakları ile havada makas yapar şutunu patlatır ve adeta fotoğrafcılar için havada ekstradan asılı kalırdı. Hele, hele Fenerbahçeye attığı o gol, kaleci Özcan topu hiç görememişti. Itiraz etti top dışarı çıktı diye. Oysa Metinin şutu ağlarıda delip, kaleden dışarı fırlamıştı. Evet Metin gibisi yoktu. Taçsız Kral Italyanın Palermo takımına transfer olunca, Karanfilli adam çok üzülmüş, ama bu ayrılık çok sürmemişti. Metin, Türkiye'ye kısa bir zaman sonra geri dönmüş gollerine ve krallığa devam etmişti kaldığı yoldan . En unutamadığı bir olayda, Metin’in başrolünu oynadığı Taçsız Kral filminde küçükte olsa kendisine bir rol verilmesi idi. Metin, futbolu bırakınca karanfilli adam içinde bir boşluk hissetmiş ve adeta geleceğin eskisi gibi olmayacağını o gün anlamıştı. Sonra 1991 yılının o sıcaktan bunaltıcı Ağustos günü, radyodan Metin Oktay'ın trafik kazasında öldügünü ögrendiği a kötü gün. Adeta zaman durmuş, içinde zaten azalmış yaşama sevinci iyice körlenmişti o an.
Jimnastikci gibi havada makas atar,....
Top aglari delip kaleden disari..........
Opel Kapitan 1948 modeli idi. Arabanın dışarısı bej renkle boyanmıştı. Ama içeride herşey sarı kırmızı idi. Taksisine binen Fenerbahçeli müşteriye ; “ Kardeş” diyordu. “Kardeş, dışarısı vatandaşa, içerisi bana ait” . Arabasının koltukları, direksiyonu sarı kırmızıya boyanmış , ve aynanın ve güneşliklerin üzerleri futbolcu resimleri ile donatılmıştı. Çoğu da Turgay ve Metinin Mabel cikletlerinen çıkma resimleri yada gazete küpürlerinden kesilmiş gol resimleri idi . Karanfilli adamın kıyafetide son derece renkli idi. O zamanlar, Amigo tabiri henüz çıkmamıştı. Ona Maskot derlerdi, "Galatasarayin maskotu". Sarı kırmızılı, alı al moru mor, çicekli desenli golf pantolon, kırmızı sandalet ayakkabılar, sarı kırmızı bir mintan, aynı renkte bir kravat, kalın çerçeveli bir gözlük, arkaya taranmış gür siyah saçlar, ceptede şişe içinde o sabah çiçek pasajından aldığı renkleri belli, iki taze karanfil. O zamanlar maçlara giderken ne yüz boyama , ne saç boyama , nede takımının formasını giyme var. Karanfilli adam, cebinde iki karanfil, Mc Donalds’in maskotu Ronald’in kıyafetine benzer bir kıyafette, önce dolmuşunu kullanıyor sonrada maça gidiyor. Mithatpaşa ya da Dolmabahçe stadyomunda kapalı tribünde, balkon parmaklığının Galatasaray'a ayrılmış Eski Açığa bitişik bölümünde yerini alıyor. Hemen yanında, ortada Fenerbahçeliler, Fenerin yanında Gazhane tarafına yakın yerde Beşiktaşlılar. Elinde bayrağı, onların tribünlerine gidip, “Merhaba Kardeş” diyor, “yaşa ,çok yaşa Şevki “ diye alkış alıyor. Şimdi yerine geçmiştir ve sağ elindeki bayrağı durmamacasına on beş dakika sallamaktadır. Biraz yorulunca bu defa bayrak sol eline geçip yere indiriliyor. Sağ eli ileri ve yukarı kaldırılmış ve adeta bir nazi selamı gibi esas duruma geçilmiştir şimdi. Maç başlayana kadar karanfilli adam adeta balmumu bir heykel gibi bu esas pozisyonda kalacaktır artık.
O akşam galip gelinen maçtan sonra, Galatasaray taraftarları ellerinde ezelli rakiplerini temsil eden boş bir tabut, Karanfilli adam önde, Beyoğluna, Hasnun Galipteki Galatasaray kulüp binasına doğru yürürler. İstiklal caddesinde bütün trafik durur, sonra kulüp binasi önünde esas duruşa geçilir ve trafik dağılır. Ne bir taşkınlık, ne bir holiganlık. Zaten o devirde ne bu tabir var ne de böyle şeyler yapılıyor. Ertesi gün galibiyet şerefine, Opel arabanının dışıda kırmızı, sarı çiçekler gramofon kağıtları ile donatılmıştır. Karanfilli adam, saatte on kilometre süratle Istiklal Caddesi nden, Gümüşsuyu'na müşteri taşımaktadır. Arabanın içindeki , çocuk annesine değişik kıyafetli şöför amcanın neden bu kadar yavaş gittiğini sorar. " Oğlum" der annesi, "bu amca yoldaki karıncayı bile ezmekten çekinir, ona “Karınca Ezmez Şevki”. derler.
Yıllar geçmekte, futbol, taraftar ve seyircilerde değişmektedir artık. Kardeşlik bitmiş, amigoluk, kavga ve döğüş başlamış, ayni tribünde iki ayrı takımın seyircisi birlikte maç seyredemez olmuştur. Sarı kırmızılı takımda pek iyi gitmemektedir bu sıralarda. Ezelli rakiple yapılan bir “derbi maçı”nda, maçı önde götüren Sarı Kırmızılılar, son anda üst üste gelen gollerle maçı kaybederler. Son golden sonra , Sarı Kırmızılı bir holigan, “uğursuzluk sende...” diye karanfilli adamı iter. Sendeleyip, balkon parmaklıklarından asağı uçan sarı kırmızı elbiseli adam, sağ elinde sıkı sıkı tuttuğu bayrakla beraber kolunun üzerine düşer. Birkaç hayırsever sarı kırmızılı taraftar hemen onu alıp hastaneye götürler ve maskotun kırılan kolu alçıya alınır. Artik zor günler başlamıştır. Karanfilli Adam ekmek teknesi arabasını alçılı koluyla kullanamamakta, evin masraflarını karşılayacak bir gelir kaynağından yoksun ,duruma bir çözüm aramaktadır. Kolu bir türlü yerine konulamamış, alçı üzerine alçı yapılmış ama kolda bir düzelme olmamıştır. Sarı kırmızılı adamı ne arayan ne de soran vardır. Onun elinde tek bir çare kalmıştır, sarı kırmızılı kulübe gidip durumu anlatmak, ameliyat için ve arabasına koyulan hacizi kaldırmak için borç para istemek. İşte bu niyetle ve birazda düştüğü durumun etkisiyle içkiyi biraz kaçırmış olarak elinde bayrağı kulüp binasına dalar. O sırada kulübun yıllık kongresi vardır, ve konuşmacılar birbiri ardına kürsüye çıkmaktadir. Elinde bayrağı sarı kırmızılı taraftar kulüp binasindan içeri alınmaz, hatta zorla dışarı çıkarılır. Bununlada kalınmaz artık onun maçlara gelmesi de yasaklanır. Zaten maddi, manevi çöküntü içinde olan karanfilli adam bir kere daha dışlanmıştır. Ama onun kalbindeki ateşi söndürmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Sarı kırmızılı takımın ilk maçında, o “Beleşci Tepe”ye çikar. Burası şimdilerde o kafes otelin olduğu, Gümüşsuyu sırtlarındaki tepeden, Dolmabahçe stadını gören ve eskiden beleşcilerın rağbet ettiği yerdir. Buradan, sahanın ancak yeni açık tarafındaki yarısı ve kalesi ve görünür, eski açık tarafindaki kale ise numaralı tribünün damı nedeniyle hic görünmez. Stadyumdaki seyirciler o gün maç başlamadan sahanın üzerinde uçan kocaman kırmızı renkli ve sarı kuyruklu uçurtmayı biraz hayret birazda zevkle seyretmektedirler. O sırada uçurtma ipinin ucunu takip edenler, Beleşci Tepe'de ipin ucundaki adamı tanımakta güçlük cekmezler. Adamın alçılı sağ kolu havada, esas duruşta bir heykel gibi dimdiktir. Işte tam bu sırada Dolmabahçeden büyük bir tezahürat duyulur. “ Şevki, Şevki ..... G.Saray, G.Saray cim, bom bom." İlerideki günlerde Karanfilli Adamın kolu bir türlü düzelmemiş ve sonunda kangren olmuştur. Artık kolunu kesmekten başka çare yoktur ve kadirşinas bir sarı kırmızılı, Profesör Ali Uras bu ameliyatı başarı ile gerçekleştirir. Bundan sonra emeklilik yıllarında sarı kırmızılı maskot adam çok sevdiği takımını televizyondan izlemekle teselli bulacaktır.
Hastane odasındaki böbrek hastası orta yaşlı adam elindeki gazeteyi komidinin üzerine bıraktı. Sonra yanındaki yatakta yatan yaşlı adama dönerek, “Bak Şevki abi, seninkiler hem UEFA da hem de Türkiye liginde iyi gidiyorlar, senin Hagi gene golünü atmış” dedi ama yaşlı adamın nefes alıp verişinin iyice yavaşlamış olduğunu görüp, hemşireyi cağırmaya karar verdi.
Elinde bayrak, arkada tabut Hasnun Galipe............
Karanfilli Adam, Dolmabahçe stadının duhuliye bölümünde, tel örgüler arasında maç seyrediyordu. Bu duhuliye bölümü, 125 kuruş ücretle içeri girdiğiniz, vücudunuzun yer seviyesinin altında kaldığı bölümdü. Baktı, aynı yerde tanıdık ve uzun zamandir görmediği sarı kırmızılılar vardı. Ömer Besim, Ali Sami Yen, Baba Gündüz, Büyük Ahmet, Antrenör George Dick. Hepsi yanından tek tek geçiyorlardı. Sonra yanına kara yağız bir delikanlı geldi, Karanfilli Adamı elinden tuttu, “gel"dedi gel”. Karayağız delikanlının kahküllü saçları alnının ortasına doğru kıvrılmıştı, güldüğü zaman çenesindeki çukurun yanında gamzeler oluşuyordu. Beraberce dehliz gibi soyunma odası tünellerinden geçip, çıkış tüneli merdivenleri nden yukarıdaki sahaya tırmandılar. Önlerindeki çim saha zümrüt yeşiliydi. Karayağız delikanlı elindeki bayrağı ona doğru uzattı ve diğer elindeki topu yere koyarak topa yavaşca dokundu. Bir anda etraf kımızılı sarılı bir ciçek bahçesine dönüştü. Karanfilli adam artık çok ama çok mutluydu. Cem Özmeral, Beşiktaş taraftarı 21 Ekim 2008 Dublin, Ohio
Yazarın Notu: Beşiktaşın Şenol, Birol'lu efsane genç kadrosu 1960 da Şampiyon olduğunda on üç yasındaydım. Necmi'leri, Küçük Ahmetleri ne kadar seversem, Fenerbahçeli Lefter ve Can'ı, Galatasaraylı Turgay ve Metin'i o kadar sever ve zevkle seyrederdim. Futbolun bembeyaz olduğu ve bir spor ve eglence sayıldığı o günlerde rahmetli Karınca Ezmez Şevki Güney ,bu güzeliklere renk katan bir güzel insandı. Karanfilli Adamda bildiğim,gördüğüm , duyduğum ve incelediğim kadarı ile onun hikayesini yazmaya çalistim. Bütün gerçekleri bilemediğim için bunu bir öykü gibi yazıp, "Karınca Ezmez " yerine , "Karanfilli Adam " diye adlandırdım. Yanlışlarım varsa ailesi ve sarı kırmızılı camiası bağışlasın.
Samatya hastanesindeki son günlerinde kadirşinas birkaç Galatasaray taraftarı onun izini bulup kendisini hastanede ziyaret ediyor ve arkasında Karınca Ezmez Şevki yazan sarı kırmızıbir formayı ona hediye ediyorlar. Formaya çok sevinen Şevki Baba arkasına keşke "Turgay" yazsaydınız diyor. Birkaç gün sonrada Berlin Panteri, Karınca Ezmezi ziyaret ediyor. Şevki Güney, 23 Mart 2000 de 81 yasinda ölüyor. Ailesi dışında birkaç Galatasaraylı; Turgay Şeren, Kadri Aytaç, Ergun Gürsoy ve Profesör Ali Uras, sarı kırmızı bayrağa sarılı tabutunu son yolculuğa uğurluyorlar. Bu yazıyı beni ilk defa Dolmabahçe stadında Beşiktaş'ın bir maçına götüren rahmetli dayım, Galatasaray taraftarı Lemi Aykut'un ve Karinca Ezmez Şevki'nin aziz hatıralarına ithaf ediyorum. Cem Özmeral