“Son yıllara kadar İstanbul’un en güzel, en bakir, en el değmemiş ,medeniyetten en uzak kalmış yeri neresidir?” diye sorarsanız, size hiç düşünmeden, Boğazın ağzıdır derdim; Boğaziçinin Karadeniz’e açılan ağzı.Hani şimdi Üçüncü Boğaz köprüsü inşaatının yapıldığı, her iki kıtada ki yemyeşil tepelerin yerini yakında otobanların, viyadüklerin alacağı bölge. Bir tarafta Anadolu Feneri , diğer tarafta Rumeli Feneri tepelerinden aşağıya Karadenizin lacivert sularına bakmak kadar güzel bir şey yoktur dünyada .
Bundan on yıl önce Anadolu Fenerindeki Cenevizlerden kalma Yoros kalesine ilk çıktığımda buradaki tepeyi devler ülkesine benzetmiştim.Kalenin girişindeki Kuzey bölüm Karadeniz’in uçsuz bucaksız lacivert sularına bakıyordu. Aşağımız kayalık ve oldukça sarptı.Batıda Rumeli Feneri yeşil bir tepenin arkasına gizlenmiş, güneyde ise Boğazın suları çarşaf gibi düz ve engindi. Her iki kıta da uygarlıktan tek bir eser bile görünmüyordu. Tepenin üstünde kendinizi antik çağlarda bir devler ülkesinde tanrı Zeus gibi hissediyordunuz.
Yunan mitolojisinde altın postu aramaya çıkan argonotların Reisi İason (Jayson) dönüş yolunda burada ki tepede konaklamış ve on iki tanrıya şükran için bir sunak inşa ettirmişti. Kimdi bu on iki tanrı? : Zeus , Hera, Poseidon, Demeter, Hermes, Ephaistos, Apollo, Artemis, Hestia ,Ares, Aphrodite ve Athena. Bir başka söylentiye göre de eskiden burada rüzgar tanrısı Poseidon adına yapılmış bir sunak varmış. Kimilerine göre de, Zeus’un, herkesin atası olması nedeniyle bu tapınağın ona atfen yapıldığı ve adının Hieron, yani kutsal yer anlamına geldiği imiş. Phriksos, Argonotların efsanesi ne göre altın postu, koç’un sırtında uçarak Karadeniz sahillerine kaçırırken burayı kurmuş. Belki de denizlere uygun gelen ve Karadeniz rüzgarlarını kesen Ourios rüzgarı buraya isim babası olmuş
.
2002 yılının bir sonbahar günü Rumeli Kavağının tepelerine de ilk defa çıkmıştım. Niyetim aynı efsanedeki ünlü Symplegades ya da Kynea kayalarını aramaktı. Bunun öyküsü de kısaca şöyleydi :
Altın Postu arayan Argonotlar Çanakkale boğazından geçerken burada bilge bir ihtiyar adamın söylediklerinden çok etkilenmişler. Phineus adlı bu ihtiyar, inek geçidi anlamına gelen Bosphorus boğazının Karadeniz ile birleştiği yerde çarpışan kayaların varlığından söz etmiş. Bu kayalar Karadeniz’e açılan gemicilere ve balıkçılara geçit vermezmiş. Uzaktan aralarında geçit var gibi gözüken bu kayaların arasına giren denizciler, denizin hoyratlaştığını, dalgaların azdığını ve kayaların bir anda hareket edip gemileri sıkıştırıp parçaladığını, nesilden nesil’e anlatıp dururlarmış. Bilge ihtiyar, Jason'a bu kayalara çok yaklaşınca, kayaların aralarından bir kumru uçurmasını ve eğer kumru bu kayaların arasından geçerse Argo gemisindeki tayfaların küreklere asılıp bir anda burayı geçmesini salık vermiş. Gene öyküye göre, Jason kayalara yaklaşınca elindeki kuşu salıvermiş ve kuş kayaların arasından geçerken kayalar kapanmaya başlamışlar. Sonunda bu küçük deniz kuşu kuyruğundaki birkaç tüyü çarpışan kayalara bırakarak aralarından süzülmüş. Bunun üzerine Symplegades kayaları bir daha kapanmamak üzere açılmışlar ve Argo adlı gemi elli tayfası ile birlikte Karadeniz'e doğru yol almış.
O gün Rumeli Fenerinin tepelerinden arabayla aşağıdaki balıkçı köyüne inmiş ve mendireğin bitiminde karanın en kuzeyinde Karadenizin başlangıç yerinde deve hörgücüne benzeyen bir birine yapışık iki tane kaya kütlesi görmüştüm. Bir tanesinin tepesinde sanki beyaz bir sütun kalıntısı vardı. Suyun içi de sivri tepeleri görülen daha küçük kayalarla doluydu. Ünlü Kynea kayaları bunlar olmalıydı. On altıncı yüzyıl başında Boğaziçini adım adım gezip yazan seyyah yazar Petrus Gyllius* bu kayalardan Avrupa Kynea’sı diye bahseder.
Asya Kyneasi, Riva Nehri, Elmas Burnu
Zihni Zeren Riva Kalesi onunde
RHEBAS (RİVA )NEHRİ VE ASYA KYNEASI (SOĞAN ADASI)
Petrus Gyllius Çarpışan Kayalar da denilen Kynea kayaları ile ilgii bilgileri Bizanslı tarihçi Dionsios’un Anaplous adlı kitabından almış. Dionsius’un anlattığına göre biri Avrupa, diğeri Asya tarafında iki tane Kyneai adası ya da kaya kütlesi varmış. Gyllius Avrupa yakasından bakınca Asya Kyneası’nın görünmediğini , daha doğrusu bu kayanın sanki kıyıyla bitişik olduğunu anlatır.** Asya Kyneasını yakından görmek için karşı yakaya kayıkla geçmeye çalışan seyyah, çıkan fırtınada güç bela kapağı Anadolu kavağındaki Zeus Hieronu’na atar. Bunun üzerine yola karadan, korulukların içinden gitmeye karar verir. Gyllius’un niyeti yalnız Asya Kynea’sını bulmak değil aynı zamanda Dionsios’un “dünyada ondan güzel akan su yoktur” dediği Rhebas (Riva) nehrini de aramaktır. Yürüye yürüye nehre ulaşan yazar bu güzel akarsu ile boğaz arasında Krammyon adlı soğana benzeyen adayı görür.Gene yazarın söylediğine göre Rhebas nehrinin ötesinde Yunanlı köylülerin Atraparion dediği kayalık ikinci bir ada vardır.Gyllius tepelerden bu kayaları izlerken Rhebas (Riva) nehirinde kalyonları ile gelmekte olan padişahın bostancılarını görür. Bostancılar, muhtemelen kaynağı 70 km ötede Gebze civarında Ömerli’de olan olan akarsunun, iki tarafındaki Hünkarın sebze bahçelerinde çalışmaktan geri dönmektedirler. Gyllius Riva nehrinin durgun sularında kürek çekmekten başka denizcilik deneyimi olmayan bu tarım işçilerini para vererek Karadeniz’e açılıp Krammyon adlı soğana benzeyen adaya gitmeye ikna eder. Ama gel gör ki gene bir fırtına çıkar ve dalgalar diğer adı ile Kolone denilen bu adanın tepesine kadar vurmaya başlar. Ada ile kara arasındaki küçük kayalar ve kumluk şeritten olaşan bağlantı tamamen suyla kapanmış, Rhebas nehrinin kumsalı sular altında kalmıştır.Kalyonun yirmi kadar mürettebatının bir bölümü küreklerini kaybetmiş, bir ağızdan acıklı bir sesle”Allah Allah” diye inlemektedirler. Kıyıya güç bela ulaştıklarında padişahın hizmetkarları Gyllius’a ateş püskürmektedirler. Canın alınmasından korkan Gyllius cebindeki tüm parayı onlara verir, buradaki Yunan köyünden yoğurt alsınlar diye. Zira bu yörede yoğurttan başka onları sakinleştirecek başka bir şey bulunmaz. Geceyi sahilde sırılsıklam üşüyerek geçiren seyyah yazar ertesi sabah yürüyerek Zeus Hieronu’na, oradan da İstanbul’a geri döner.
Gyllius kitabının çeşitli yerlerinde Jayson’un Argo adlı gemisinin eski demir çapasını buradaki burunda bıraktığını ve burada taştan yeni bir çapa aldığını yazar. Zaten Bizanslı Dionysius’a göre de buraya o nedenle Ankyrorion* adı verilmiştir. Gene aynı tarihçi buradaki kaleyi Bizans öncesine dayandırır. Kimine göre Cenevizliler tarafından boğazı gözetleme amacıyla yapılmış bu kale, bazı düşünürlere göre de Osmanlılar zamanından kalmadır.S. Eyice*** Revan kalesi denilen bu kalenin kesme taştan duvarları,yuvarlak kemerleri ve geniş mahzenleri nedeniyle tipik bir Osmanlı kalesi olduğunu savunur
Atraparion Kayaligi, Ikici Asya Kyneasi, Elmas Burnu- Riva
Poyrazkoyde 3. Kopru Ayagi
ARGONATLARIN İZİNDE YAPACAĞIM GEZİNTİLER
Boğazın iki yakasındaki Fenerler: Rumeli Fenerinde’ki Balıkçı Köyü ve Avrupa Kynea’sı, Anadolu Fenerindeki Yoros Kalesi ve Zeus Hieronu, daha önce gezip gördüğüm ve yazdığım yerler. Ama Asya Kyneasını ve Riva Nehrini henüz gezip görmedim. Buraları asırlarca özgünlüğünü korumuş, çirkin yapılaşmaların olmadığı yerler. Bölgenin hem Boğazın en uç noktasında olması hemde tarih boyunca stratejik konumundan dolayı askeri bölge sayılması kalabalıkları ve beton binaları buradan uzak tutmuş. Bu belde, burada doğanın güzelliği yanında arazinin tenhalığı dolayısıyla Yeşilçam devrinin filmlerin den günümüzün dizilerine kadar birçok prodüktör ve senaristin tercihi olmuş. Riva kalesinde silahlı mafya çatışmaları, kayalıklardan aşağıya uçan otomobiller, gelinlikle intihar edenler ve sonra denizin üstünde bir tepede patika yoldan inilen o taş bina. Aşkı Memnu’da Behlül ile Bihterin, O Hayat Benim de Mehmet Emir ile Hasret’in kaçamak aşk yuvası hep bu civarda değilmiydi ?
Sonra görmediğim o Riva nehri var, Dionsios’un,dünya da ondan daha güzel akan bir su yoktur, dediği çay. Buraları uzun zamandır hep görmek, keşif etmek ve yazmak istediğim yerler.
Geçenlerde İstanbullu sevgili dostlarım Zeren çifti önce Riva bölgesine gidip balık yemişler ve bana buradan birkaç fotoğraf yollamışlar. Ertesi gün de aynı programı Anadolu kavağından bir sonraki koy olan Poyrazköy’de yapmışlar. Poyrazköy Üçüncü Boğaz köprüsünün Anadolu ayağının yapıldığı yer. Avrupa ayağı da karşıda Garipçe’de. O yukarıda söz konusu ettiğimiz antik çağlardan beri süre gelen doğa güzelliği, tenhalık artık hızla kayboluyor. Bir tarafta yok edilen ormanların içine açılan yollar, otobanlar, köprüler, rezidanslar, diğer tarafta o dünyanın en güzel akarsuyuna fabrikalardan akan atık sular.
Bakalım inşallah bu sonbahar mevsiminde İstanbul’a gittiğim de gezeceğim yerlerden biri de İason’un çapasını aldığı, Dionsios’un hayran kaldığı akarsunun Karadeniz’e kavuştuğu, Asya Kyenasını olduğu yerleri gezmek olacak. Sonra da hem gezi anılarımı yazacağım hem de çektiğim resimleri yayımlayacağım.
Cem Özmeral
25 Mayıs, 2015
Dublin, Ohio
RİVA GEZİSİ 17 EKIM 2015
Riva gezimizi sonunda Ekim ayında bir Cumartesi günü gerçekleştirdik. Sevgili Zeren dostlarım beni aldılar ve hep beraber Kızıltoprak taki evlerinden arabaları ile yola çıktık. İstanbul’un çevre yolları o kadar değişmiş ki bana nereden gittiğimizi sormayın. Bütün bildiğim Boğazın tepelerine doğru Beykoz istikametine doğru yol aldığımız. Zihni yolda üç engel olduğunu buradaki trafik cenderelerini atlattıktan sonra yolumuzun iyice kolaylaşacağın söylüyor. Nitekim bir saat kadar sonra Beykoz konaklarının yanından önce tırmanıp sonra ara yollardan aşağıya doğru inmeye başladık. Riva’ya girerken önce Türkiye Futbol Federasyonunun yeni yapılan tesislerinin yanından geçtik sonra biraz ileride de tepe üzerindeki Riva kalesi göründü.
Riva küçük şirin bir balıkçı kasabası görünümünde. Tek minareli camii, nehrin üzerindeki küçük köprüsü, köprünün kara tarafında ki balıkçı tekneleri ile karşı yakadaki Rumeli Fenerinin bir benzeri. Arabayı sokağa park ettikten sonra tepeye doğru tırmanarak kaleye çıktık. Kaleye bir avlu kapısından giriliyor. Duvarlarının çoğu gitmiş, azı kalmış.Bu avludan gene eski bir kapı kalıntısından üç basamak çıkarak düzlük bir alana çıkıyorsunuz . Burada manzara gerçekten çok güzel. Aşağınız da Riva plajı sarı kumları ile boydan boya uzanıyor, önünüzde Karadenizin dalgaları, sol tarafta koyu yeşil tepelerin arkasında üçüncü köprünün ayaklarının üst bölümleri gözüküyor. Üzerinde yürüdüğümüz alan kalenin mahzenlerinin üst kısmı olmalı, yerde yer yer ince uzun, bir ayağın sığabileceği boyda hava delikleri var. Dikkat etmezseniz kolayca ayağınız içeri girip kırılabilir. Biz oradayken gelinle bir damat geliyor kaleye . Nedimeler sivil kıyafette gelinin eteğini taşıyor, yanlarında elinde fotoğraf makinesi genç bir adam. Gelinin duvağında mor ve beyaz güller, tepeye düğün resimleri çektirmeye yürüyorlar.
Kaleyi gezdikten sonra arkadaşlarım Riva deresinin ağzındaki iki balıkçı restoranını kontrol etmeye gittiler Ben de fotoğraf çekmek için biraz ilerideki Riva köprüsü üzerine çıktım. Burası da biraz Küçüksu’ya benziyor. Tek farkı köprünün iç kısmında lüks teknelerin bağlı olduğu yalılar yerine eski balıkçı kayıkları ve takalarının ve tahta iskelelerin olması. İlerde sağda da TFF Riva tesisleri var. Derenin denize döküldüğü bölüm ise Küçüksuda’ki gibi teknelerin bağlandığı bir yer değil.Dere ağzı üzerinde yabani kazların uçtuğu sazlık bir alan, sağ tarafta da doğa ile uyumlu iki balıkçı restoranı var. Restoranlardan birinin dış kısmı bir tekne görünümde. Bir müddet köprünün üzerinde fotoğraf çektim, balıkçı teknelerini, kayıkların üzerlerindeki balık ağlarını, üzerimizde paraşüt gibi kanatlarla uçan bir genci ve köprüden geçerek giden gelin arabasını. Sonra aşağıya balıkçı restoranlarına doğru yürüdüm.
Zeren dostlarım Kalyon restoranı seçmişler ve mezeleri seçmek için beni bekliyorlardı.Neler yoktu’ki mezelerde: şakşukalar, kabakçiçeği dolmaları, paçanga börekleri , mevsim salataları ve daha niceleri Sonra ızgara da lüfer geldi bir de küçük Tekirdağ. Bir taraftan nehri seyrettik: suda yüzen yeşil başlı ördekleri, uçan kazları, suya dalıp ağızlarında balıkla çıkan karabatakları, ufak teknesiyle balığa çıkan yaşlı bir balıkçıyı. Bir yandan da Amerika’yı konuştuk, kızlarımızı, ailelerimizi . Keşke bugün hep beraber olsaydık burada dedik, Columbus’da ki gibi.
Güzel bir gündü dostlarla o akşamüstü Riva ‘da. Sonra kıyı kıyı Boğaz yolundan geriye döndük, trafiğe girerek. Üsküdar’a varmamız iki saat de olsa gene de güzeldi İstanbul.