Ben İkinci Cihan Harbi bittikten 2 yıl sonra dünyaya gelmişim. Onun için Atatürkü hiç görmedim.Ama Atatürk'ün AnItkabire büyük bir törenden sonra defnedilişini küçük bir çocukken izledim. Bu nasıl oldu, aşağıda anlatacağım.
Doğduktan sonra gördüğüm ilk resim Atatürk'un resmi olmalıydı. Gölcük'deki evimizde oturma odamızın baş köşesinde siyah çerçeveli bir Atatürk resmi ve hemen altında babamın deniz harp okulu kılıcı asılıydı.O zamanki devlet dairelerinde çokça görülen bu resim 1951 yılında bizimle birlikte Ankara'da, bu sefer Maltepe’deki evimizin baş köşesine asıldı. Bu resimde Atatürk üzerinde siyah frakı, beyaz papyonlu kıyafeti, uçları kıvrılmış kalın kaşlari ve arkaya taranmış muntazam saçları ve o güzel yüzü ile belirli bir yöne doğru bakardı. O zamanki resimler siyah beyaz olduğundan saçlarının sarısı, gözlerinin mavisi resimlerde belli olmazdı. Herhalde bendeki Atatürk sevgisinin başlangıcı bu resim olmalıydı.
Bu resmi ilk gördüğümden beri tam 58 yıl geçmiş. Geçen gün oturdum şimdiki evimdeki Atatürk resimlerini sayayım dedim .Tam on bir tane. Bunlar görebildiklerim. Belki de duvarda asılı ya da kitaplığın içinde olmayan bir o kadarı da sandıkta var . Bu sayının en aşağı iki katı kadar da Atatürk hakkında kitap var evimizde, hemde üç lisandan birden.
Resimlerin ve büstlerin hepsinin ayrı hikayesi , ayrı tarihi var .Oturma odamızda, altın yaldız bir çerçeve içinde 31 Temmuz 1919 yılından kalma Tarik (Yol) gazetesini eski Türkçe ilk sayfası ve içinde Mustafa Kemal'in kalpaklı bir resmi. Üst kattaki kütüphanemde babamın , Atatürk'ün Türk Bayrağına sarılı naaşının yanında subay kıyafeti ile nöbet tutuşu. Hemen yanında Cumhuriyetin Onuncu yıl kutlamalarında Atatürk'ün askeri tatbikatları dürbünle izlerken çekilmiş orijinal resmi. Etibank'in 1960 larda mudilerine hediye ettiği bronz bir Kocatepe kabartması.Yazı masamın üstünde Ata'nın Büyük Millet Meclisinden çıkarken elinde şapkası ve üstünde fraklı resmi , arkasında Fevzi Çakmak Paşa ve diğerleri. Bunların hepsi değişik zamanlarda evimize girmiş ve bu evdeki Atatürk sevgisinin bir göstergesi olmuş.Kızlarımda bu Atatürk sevgisi ile büyümüş, Amerikalı arkadaşlarına bu büyük adamı hep bu resimlerle tanıtmışlar.
Biz gelelim çocukluğumun Ankara’sına. Zannederim Ankara'ya ilk taşındığımızda dört yaşındaydım.Maltepe yakınlarında Çeviren sokakta iki katlı bir evde oturuyorduk.Evin önünden geçen geniş yolun bir yönü Jandarma Okulunun önünden kıvrılarak Bakanlıklara, diğer yönü den Anıttepe istikametine, inşa halinde olan Anıtkabir’e doğru uzanıyordu.
Dört yaşında bir çocuğun o günün Ankarasından belleğinde neler kalır? Kızılay meydanındaki, üstünde koca kırmızı bir ay olan ve meydana adını veren üç katlı sarı bina ve bahçesinde küçük bir büfe. Bu büfede yalnızca Afyonkarahisar maden suyu veya sodası satılırdı. Ben maden suyunu gazoz kadar sevme semde gene de Kızılay’a her gelişimde burada durmak için anneme ve babama tuttururdum. Kızılay binasının Cankaya yönünde karşısında olan Güven Parkında koca koca iki adamın heykeli o zamanlar bana birer dev gibi gelirdi. Geniş yolları, yol kenarında sıra sıra dizilmiş ağaçları, troleybüsleri, İş bankasının kumbara seklindeki meydan saatleri ile Ankara bana Golcük’ten çok değişik gelmişti muhakkak. Atatürk Bulvarının iki tarafındaki pastaneler açıktaki iskemleleri ile sokaklara doğru tasar,şık giyimli yayalarda bir aşağı bir yukarı piyasa yaparlardı. Benim bu pastaneler icinde unutamadığım , Kızılay binasının karşısındaki Sakarya sokaktaki Sergen Pastanesi ve tadını ömür boyu hep özleyeceğim Piramit pastaları idi.
Ama Ankara o zamanlarda hep Atatürk, Cumhuriyet, Bayrak gibi sevgilerin perçinlendiği bir yer olarak da yer alır belleğimde. Cumhuriyet bayramlarında geceleri yapılan fener alayları, 30 Ağustosta hipodromda yapılan resmi geçitler, 23 nisanda giyilen güzel giysiler ve sallanan küçük kağıt bayraklar. Mızıka sesleri, bandolar , defne yaprakları ile süslü yeşil taklar, beyaz miğferli ve tozluklu askerler , ayyıldızlı bayraklar. Bunlar küçük bir çocuk için ne kadar güzel ve renkli günlerdi.
O günlerde Ankaranın neresine gitsem Atatürk oradaydı sanki. Bazen Ulus çarşısına alışverişe giderdik annemle. Dönüşte de meydandaki Atatürkün at üstündeki ünlü heykeli ve hemen altındaki elini miğferine götürmüş asker heykelinin önünden geçerek troley durağına doğru yol alırdık. Çoğu hafta birkaç aile toplanır ya Çubuk Barajına, yada Atatürk Orman Çiftliğine ve oradaki Hayvanat Bahçesine giderdik Yolda giderken bazı bağ evlerinde dururduk. Burada Atatürk'ün yol uzerinde dinlendiği ve kahve içtiği küçük bir bağ evi vardı. Söğüt ağaçlarının gölgesindeki bu evde, küçük bir masanın üzerinde Ata’nın kahve fincanı ve kül tablası vardı.Hayvanat bahçesinde canlı hayvanlar kadar, içleri doldurulmuş hayvanlarında bulunduğu müze ilgimi çekerdi. Burada Atatürk' un içi doldurulmuş köpeğinin olduğunu da hatırlarım hep.
Çoğu hafta sonları da Cankaya’ya çıkardık . O zaman Celal Bayar Cumhurreisi idi ve köşkte o otururdu. Köşkün hemen yanında Atatürkün bir av köşküne benzeyen ilk köşkü vardı.Müze olarak kullanılan bu giriş kısmı camekanlı binada , Atatürk’ün bilardo masası, çalışma odası, yatak odası, yemek odası her gezişimizde ilgimi çekerdi. Pembe Köşk denilen asil Cumhurreisi köşkünün yakınında bir yer daha var diki, o da küçük bir çocuk için hem korkutucu hemde güven verici bir yerdi. Bu da Atatürk'un yer altındaki sığınağı idi. Bir Atom harbi halinde , Atatürk’ün çalışmalarını yürüteceği yerdi burası. Yeraltında, denizaltıya benzeyen bu küçük yerde bir küçük çalışma odası ve bir yatak odası vardı.
1953 yılının yazında hafta sonları yaptığımız bir başka meşgalede amcamın Anıttepe deki bir apartman katındaki evine ziyarete gitmekti. Amcamın küçük oğlu Bülent benimle ayni yaşlarda olduğundan kendisiyle çok iyi geçinirdik. Apartman katının bahçesinde mahallenin çocukları ile misket, gazoz kapağı gibi şeylerle oynar, zaman zamanda evlerinin hemen çok yakınındaki Rasattepe üzerindeki Anıtkabire giderdik.
O yıllarda Atatürk Etnografya müzesindeki geçici kabrinde yatıyor, Anıtkabirde dokuz yıldır inşa halinde bulunuyordu. İkinci dünya harbinin çıkması, harp sonrası sıkıntılar inşaatı oldukça geciktirmişti .Söylendiğine göre Atatürk, “ Ben öldükten sonra milletim beni istediği yere gömsün ama unutmasın - demiş o zamanki hükümette sonradan Anıttepe adını alacak Rasattepe'yi seçmişti. Anıttepe, Atatürk’ün çok sevdiği Çankaya’nın en güzel göründüğü bir tepeydi o zamanlar. Koca koca gökdelenler, apartmanlar olmadığından Anıttepe’ye çıktınız mı bir tarafta Ankara kalesi öbür tarafta Dikmen bağlar ı ve Çankaya öbek öbek yeşillikleri ile güzel bir manzara arz ederdi
İşte o yaz Anıttepe’de hummalı bir faaliyet vardı. Bütün gayret 10 Kasım 1953 de Anıtkabirin bitirilmesine odaklanmıştı. Binlerce işçi gece gündüz demeden çalışıyor adeta zamana karşı yarışıyordu. Tepenin üzerine cam ağaçları dikiliyor, toprak yollar asfaltlanıyor, çiçek tarhlarına funda toprakları dökülüyordu. Aslanlı giriş yolunun iki tarafına konulan aslan heykellerinin yanlarına meşaleler dikilmiş, girişteki kulelerin bir yanına üç Anadolu kadının heykeli diğer yanına da köylü asker ve talebeyi temsil eden üç erkek heykeli konulmuştu. 100 -200 metrelik yol parke taşları ile döşeniyor ve aralarındaki boşluklara da itinayla çim ekiliyordu.
Zafer alanı denilen meydani bir görecektiniz. Burası adeta bir arı kovanı gibi yüzlerce , belki binlerce isçinin harıl harıl çalıştığı bir yerdi.Yerlere renkli taşlar döşeniyor, Anıtkabire çıkan merdivenlerin iki yanındaki taş kabartmalarda heykeltıraşlar ellerindeki keski ve çekiçlerle son rötuşları yapıyorlardı. Çoğu güzel sanatlar talebesi olan bu gençler ellerindeki fırçalarla mozolenin iki tarafına oyulmuş Atatürk’un Gençliğe Hitabesi ve Onuncu Yıl nutukunun harflerini altın yaldızla boyuyorlardı. Hiç unutmadığım bir anı da , Atatürk’ün "Ordular İlk Hedefini Akdenizdir " emrine temsil eden kabartması önünde olmalıydı. Burada annem ve babamla konuşan heykeltıraş , İtalyanca konuşuyordu ve Roma’dan buraya bu büyük abideye bir katkı da bulunmak için geldiğini söylüyordu.
İnşaat sırasında Atatürk’ün lahdinin konulacağı Şeref Salonuna giriş kordon altına alınmış ve yasaktı. Ama dışarıdan bakınca mermer ustalarının yeşil Bilecik mermerleri ile duvarları kapladığını, kurulanan iskelelerin üzerinde sanatkarların yirmi küsur metrelik tavanı anadolu kilim motifleri ile süslediklerini görebilirdiniz. Hele Osmaniye’den gelen ve Türk heykeltıraşları tarafından yontulan yekpare taştan oluşan lahit uzaktan bile ihtişamlı duruyordu.
Zafer meydanın köşelerinde yapıdan arta kalan molozların, tas ve mermer parçalarının kümelendiği yerler oluşmuştu. Bende buraya her gelişimizde bu irili ufaklı mermer parçalarından bir kaçını cebime koyar eve götürürdüm. Amca oğlum Bülent'le yeşilli, morlu , sarılı bu mermerle evde, halinin uzerinde kuleler, kaleler yapar, misketlerle çeşitli oyunlar icat ederdik. Bugün bile hala bu değerli hatıraları saklamadığıma üzülürüm.
10 Kasım 1953. Atatürk’ün ölümünden tam on beş yıl geçmiş.Sonunda o büyük gün geldi. Atatürk'ün naaşı Etnografya müzesinden alınıp , Anıtkabire nakledilecek. Yıllar sonra öğrendiğimize göre o sabah Atatürk’ün Etnografya müzesindeki kurşun tabutu açılır. Cumhurreisi Celal Bayar, Başbakan Menderes ve Meclis Başkanı Refik Koraltan ve bir fotoğrafçı ve bir iki isçiden başka kimse yoktur Atatürk’ü gören o gün.Tek bir resim çekilir hiçbir zaman yayınlanmamak üzere.Ve tabut tekrardan kapanır ve ipek Türk Bayrağına sarılır. Bildiğimiz, radyodan naklen dinlenen merasim bundan sonra başlar. Saat dokuzu beş gece naaş Etnografyanın merdivenlerinden askerler tarafından indirilir ve aşağıda beklemekte olan top arabasına yerleştirilir.Burada saat tam dokuzu beş gece verilen bir komutla bayrak yarıya indirilir. Ankaranın dört bir bir tarafından top atışları başlar. Sirenler, araba kornaları, fabrika düdükleri birbirine karışır.Top arabasının etrafı on iki General ve Amiralle çevrilmiştir. Chopen'in matem marşının çalınması ile 136 Harp Okulu Teğmeni ellerindeki halatlar ile top arabasını ağır ağır çekmeye başlarlar. Kortej, Opera Meydani, Bankalar Caddesi, Ulus Meydanı Büyük Millet Meclisi, İstasyon , Tandoğan meydanı güzergahı ile Anıtkabire doğru yola çıkar.
Benim o günden aklımda kalan, annem ve babamla Tandoğan meydani civarında günün erken saatlerinde yerimizi aldığımız ve saatlerce Ata’nın gelişini bekleyişimiz.Sonra da ipek bayrağa sarılı Atatürk’ün naaşının önümüzden ağır ağır geçişi.Top arabasını çeken teğmenlerin beyaz eldivenleri. Siyah bir yastık üzerinde Atatürk'un istiklal madalyasını taşıyan bir general. Hemen arkasında, anneme sorup Atatürk'ün kız kardeşi olduğunu öğrendiğim bir hanım Makbule Atadan. Onların arkasında gazetelerden gördüğüm radyodan işittiğim Cumhurreisi Bayar, Başvekil Menderes , Vekiller heyeti ve Atatürk’ün silah arkadaşı, İkinci Cumhurreisi İsmet Paşa. Daha arkada üç dinin temsilcisi ruhban liderler.Ve nihayet askerler ve çocukluğumun ilk idolleri;izciler.İşte hepsi bu kadar...
O gün saat tam on üçü on gece Büyük Atatürk Anıtkabirde toprağa verilir.Türkiyenin 67 vilayetinden getirilen toprak ilk olarak Celal Bayar ve İsmet İnönü tarafından kabrine içine serpiştirilir. Bundan sonra İstanbul ve Çanakkale Boğazından getirilen su ile toprak ıslatılır ve mermer kapaklar son kez kapatılır. Artık mezarın tunç kapısı kilitlenip mühürlenmiş ve önünde bir Mehmetçik nöbet tutmaya başlamıştır.Yukarı kattaki şeref salonu çok sevdiği milletinin ziyaretine açılmıştır bile.
11 Kasım 1953 günü çıkan gazete ve dergilerde merasimle ilgili haberlerin ve resimlerin yanında birde amatör bir fotoğrafçının çektiği bir resim yayınlanmıştı. Bu resimde zannederim bir bayrak direği , belki de bir asker vardı. Ama resmin en ilgi çekici tarafı Anıttepe üzerinde görülen beyaz bulutlardı. Bu bulutlar tartışamayacak kadar Atatürk’ün profilden bir resmini andırıyordu.O hepimizin tanıdığı geniş alnı, burnu, arkaya taranmış saçları. Atatürk sanki Rasetttepe sırtlarından bizleri seyrediyordu. O resmi yıllar oldu bir daha görmedim.
Ankara’ya ve Anıtkabire en son yetmişli yılların başlarında gittim. Aşağı yukarı Türkiye'ye her yıl gitsem de, resmi bir isim olmadığı için Ankara’ya yolum bugüne kadar bir daha düşmedi. Anıtkabir ziyaretinde içimde hep bir ukde olarak kaldı. Babam Etnografya müzesinde Atatürk’ün huzurunda nöbet tutmuş, ben çocukluğumda onun cenaze törenini görmüştüm. Bir daha acaba ne zaman gidebilecektim, çocukluğumda çok sevdiğim bu yere .
2005 yılının yaz günlerinden birinde Chicago Konsoloslusundan bir telefon geldi.
Türkiye Genel Kurmay Başkanlığı , Amerika’nın her tarafından 40 kadar Türk gencini , Türkiye’nin tarihi ve kültürel tanıtımı amaçlayan bir geziye davet ediyordu. Küçük kızım Esra(20) bu seçilen gençlerden biriydi. Tabii bendeki sevinci düşünün.
|