MİHRİMAH SULTAN CAMİİ
Mimar Sinanın Kanununi’nin kızı Mihrimah Sultan’a olan aşkı(gerçekmi söylentimi kimse bilmiyor) ve bunun neticesin de, birincisi Üsküdarda diğeri Edirnekapıda sevdiği kadının adına yaptığı iki cami, bu camilerden birinde güneş batarken diğerinde ayın yükseldiği, Mihrimah’ın kelime anlamının Farsça; güneş ve ay demek olduğu, son iki yılda yazılara, kitaplara ve filimlere konu oldu. Bizde bu konuya “Sur İçinden İstanbul” adlı kitabımızda bir bölüm ayırmıştık. Benim Edirnekapıdaki camiyi gezme arzum biraz da bu populizimin sonucu ve Üsküdardaki cami ile kıyaslama isteğimden doğdu.
Ben Mimarı Azam Sinanın her camiini gezişimde “Bu cami, bir önce gördüğümden daha da güzel” demişimdir. Süleymaniyenin ihtişamından sonra,” hiç bir camii bu kadar güzel olamaz” demiştim, ama onun çıraklık eserim dediği Şehzade camini görünce, caminin içindeki aydınlığa, pencerelerindeki kaleidoskop’u andıran renklere, meerschaum gibi taş oymacılığını zirveye taşıyan sedef minarelerine hayran kalmıştım. Fazla bir mimari uzmanlığım yoktu, ama Sinanın mimari dehasını anlamak için caminin içinde yukarıdaki kubbeye doğru bakmak ve bu kubbe nin sanki hiç desteksiz nasıl tepenizde durduğunu görmek yeterliydi.
Bir gün Süleymaniyede bir Japon turistin ayaklarını kıbleye doğru uzatıp boylu boyunca sırt üstü yattığını görenler bu kişiyi saygısızlığından ötürü uyarmışlar. Oysa adamcağız hayranlıkla kubbeyi seyreder ve şöyle dermiş:
“Olamaz ben bunca senelik mimarım, o kadar kitap okudum, böyle şey görmedim. Olamaz , bu kubbe böyle desteksiz duramaz “.
Gene Japon mimarlar Ser-Mimarın camilerini gezip incelemelerde bulunmuşlar. Bütün camilerin yumuşak bir zemin üzerine kurulmuş olduğunu görmüşler. Minarelerin altındada bir nevi raylı bir sistem varmış. Dolayısı ile bir deprem anında cami ve minareler oldukları yerde gidip geldikleri halde, yapılarında dört yüzyıldır büyük hasarlar olmamış. Böylece bir deprem ülkesi olan Japonya’da, Mimar Sinanın teknikleri gökdelen inşaatlarında kullanılır olmuş. Bir diğer enteresan olayda 1990 lı yıllarda Şehzadebaşı caminin onarımı sırasında olmuş. Taş kemerleri onarıma alan uzman ekip, kemerler’den ilkinin kilit taşını çıkarınca, içinde silindir şeklindeki bir oyukta bir cam şişenin içinde bir mektup bulmuşlar. Eski Tükçe yazılı mektup bir bilene okutulmuş. Mektup bizzat Sinan tarafından kaleme alınmış ve şöyle diyormuş:
"Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum."
Daha sonra’da taşların Anadolunun neresinden getirildiğinden tut, teker teker nasıl değiştirileceği anlatılıyormuş. Hani “ölümsüz eseler bırakmak” diye bir tabir vardır. Herhalde Mimar Sinanın ölümsüzlüğüde, onun bu ilerki nesilleri düşünmek gibi inanılmaz sorumlulk hissinden geliyor olmalı.
Haliç civarında oturmuyorsanız Edirnekapıdaki Mihrimah caminin nerede olduğunu bilemeyebilirsiniz. Haliçte, Eyüp’e doğru yapacağınız bir vapur gezisinde tarihi yarımadanın tepelerinde İstanbulun ve çoğu Sinanın olan büyük camiler adeta bir resmi geçit yaparlar. Beyazıt, Süleymaniye, Şehzade, Fatih, Yavuz Selim ve en sonda altıncı tepenin üstünde: Mihrimah Sultan. Mihrimah Sultan İstanbul’un eski yarımadadaki en yüksek tepesinde adeta: ” ben buradayım” diye size bağırır. Ama Ulubatlı Hasanın kapısından sur içine girince birazda üzüntüyle caminin etrafındaki, dükkanların reklam panolarının kirliliği, adeta camiye yaslanırca yapılmış sıvası bile olmayan bir ev ve caminin etrafının bir minübüs durağı olarak kullanıldığını görürsünüz. Gönül, bu güzel yapının etrafında yeşil bir park, fıskıyeli havuzlar, ağaçlar ve çiçek bahçeleri olamasını arzu eder.
Cami 1562-65 yılları arasında yapılmış. Etrafında bir Külliye, medrese, iki hamam, dükkanlar ve ön bahçesinde bir türbe var. Türbede Mihrimah Sultanın damadı Semiz Ali Paşa yatıyor. Mihrimah Sultan bilindiği gibi Süleymaniyede çok sevdiği babası ile aynı türbede gömülmeyi tercih etmiş. Cami 1999 depreminde özelikle minaresinde büyük hasar görmüş. Ben camiyi ziyaret ettiğimde uzun seneler süren yenilenmesi tamamlanmıştı.
Caminin kubbesi dört tane koca, “fil ayağı” tabir edilen granit sütunun üzerine oturtulmuş. Cephe’den bakınca yedi adet küçük kubbe ve yarım daire şeklinde cephe duvarı ve bu duvarın içinde kafesli pencereler görülüyor. En üsteki kubbe de 360 derecelik bir pencere şeriti ile süslenmiş. Tam 161 pencere’den gelen aydınlık sizi o kadar etkiliyorki kendinizi adeta bir cennet bahçesinde hissediyorunuz. Ukalalık etmiş olmayalım ama hani artık dizilerede giren ve Türkçede karşılığı tam bulunamayan Amerikalıların “Wow !” deyimi var ya. Bu da öyle, girer girmez “ Wow” diyorsunuz “wow ki ne wow”. Burada’ki anlatılması güç güzellik bir putperesti bile iman sahibi yapabilir.
Duvarlar bembeyaz taşlardan örülmüş, kubbe adeta beyazın ortasında mavi bir iznik çini tabağı ile ortalanmış ve buradan altın renginde bir kandilli avize sarkıyorki, öbür camilerde bir benzeri yok. Devasa avizenin altındaki kırmızı halının tam ortasına adeta avizenin iz düşümü nakışla işlenmiş. Kubbedeki çepe çevre pencerelerden ve yan duvarlardaki kafesli pencerelerin vitreylerinden güneş ışığı kırmızı yeşil ve mavi hüzmeler halinde caminin içine akıyor. Nur denilen şey bu olsa gerek.
Pencere ve kapıların kanatları tahta oymacılığı ile sütunların üstündeki fildişi kakmacılığı amansız bir rekabet içinde gözünüzü kamaştırıyor. İnsan boyundan yüksek iki sarı şamdan, kapı üstlerinde mavi üzerine beyazla işlenmiş ayet ya da kitabeler, pencere önünde açılmış kuran rahleleri. Ne kadar anlatsam boş, Mihrimah camii’ni gidip görmek ve yaşamak lazım.
Mimar Sinanın bu güzel eserinden istemeyerek ayrılırken, acaba Sinanın daha görmediğim ne güzel sürprizleri var diye düşündüm. Yarın’ki planıma Eminönü meydanındaki çinileri ile ünlü Rüstem Paşa camiini koydum. Mimarı Azamın, Mihrimah Sultan için inşa ettiği iki camiyide görmüştüm. Sırada Sinanın , Mihrimahın kocası Veziri Azam Rüstem Paşa için yaptığı cami vardı.
Cem Özmeral 13 Nisan 2012 Dublin, Ohio
|