".................Almost a year after my father passed away, I had a similar feeling when our ferry docked at the Heybeli Island, one of the "Prince Islands" in Istanbul. Here I could see the same old Naval Academy building , where my Father had spent his high school years as a young cadet. I was looking at the students in their white uniforms boarding the ferry who were probably going home for the weekend and away from the boarding school. Again in their eyes and smiles, I tried to see the joy my Father would have years ago when he was going home on a sunny day like this in 1935."
".................Babamın ölümünden bir yıl kadar sonra vapurumuz Heybeliada iskelesine yanaştığında benzeri duyguları hissettim. Burada babamın yıllar önce genç bir deniz lisesi ögrencisi olarak günlerini geçirdiği ayni Deniz Lisesi binasını görüyordum. Beyaz üniformalari ile deniz lisesi ögrencileri vapura biniyorlar ve belkide hafta sonu tatili için yatılı okuldan evlerine gidiyorlardi. Onlarin gözlerindeki sevinçte, 1935 yılında gene böyle güneşli bir gün , babamın eve dönerkenki sevincini görmeye çalistim..."
Böyle bir yazi ve incelemeye neden gerek gördüm? Nedenini tam olarak bende bilmiyorum ama bunda biraz ; eski birkaç resmin kaybolmasina mani olmak , yaşanmiş birkaç hikayenin ilerki nesillerce bilinmesine kaynak olmak arzusu ağır basmış olabilir.
Hayat insan hayatinda bir su gibi akiyor. İleriki yıllarında sanki sürati gittikçe artan bir çağlayan . Ama o ilk gençlik yıllarınız, özellikle hayatin belkide en tasasız, en az problemli, arkadaşlıkların ömür boyu unutulmayacağı durgun bir göle benzeyen o güzel günler. Arkadaşlarınıza, "sevgilerle" diye başlayıp "kardeşin" diye imzaladığınız resimler. Anılar, her şeyinizi paylaştığınız gülüp eğlendiğiniz hayatı hafife aldığınız günler. Sonra sevinç içinde mezuniyetinizi kutlayışınız ve okulun kapisindan gururlu , mağrur, kendinizden emin ve pembe gözlüklerle dışarıya attığınız ilk adim.
Ve ise basladiginiz ilk gün ayrılığın, yalnızlığın, sorumluluğun , problemlerin baslangıcının o dayanılmaz ağırlığı. Belkide , bu yazinin ana nedeni bu. Heybeliada Deniz lisesinde 1932-1936 yıllarında yaşamış, bugün hocalarinin bile isimleri bilinmeyen öğrencilerin o günkü sevinçlerini yeni nesillere aktarmak. Deniz Lisesinin zaman tünelinde içine girip sizlere o günleri göstermek. Atatürk’ün, Inönü’nün , Fevzi Çakmak’ın okulu ziyareti ile ilgili birkaç anı ve nadir bir iki resmi paylaşıp bu anıları biraz süslemek. İşte hepsi bu...
Cem Özmeral
15 Mayis, 2008
Dublin, Ohio
GÜNCELLEME 2019
Yukarıdaki yazıyı yazdıktan ve albümü internete koyduktan sonra tam on bir sene geçmiş. 2019 yılının Haziran ayında yaptığımız kısa Türkiye seyahatinde eşimle Heybeliada’yı ziyaret ettik. Adanın Büyükadayla kıyaslanınca sakinliğine, nispeten tenhalığına, genç, yaşlı bisiklet üzerindeki insanlarına, rengarenk begonviller içinde eski köşklerine, esnafının ziyaretçilere gösterdiği yakınlığına hayran kaldık. İskele meydanında başladığımız turumuzda , eşim ilk resim olarak parmaklıklar arasından Heybeliada Deniz Lisesinin fotoğrafını çekmek istedi. Tabii nöbetçi er elindeki silahı sıkıca kavrayarak yanımıza hızlı adımlarla gelerek fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söyledi. Vapurla iskeleye yanaşırken tesislerin tam cepheden istediğiniz fotoğrafını çekebiliyorsunuz. Yıl 2019 olmuş uydudan, Google Earth den en ince ayrıntısına kadar herkes her şeyi görebiliyor, ama askeri tesis olunca dışardan bile hala bir fotoğraf çekmek yasak. Biz de olur dedik ve tesislerin yokuş üzerindeki kapısına doğru yürüdük.
Kapıda gene bir nöbetçi eri ve parmaklıklara arkasında durup konuşan bir kaç subay vardı. Kendilerine babamın bu okulda 1936 yılında mezun olduğunu ve , okulu gezme mizin mümkün olup olmadığını sorduk. Tek bir cümle ile hayır dediler.
O sabah uğradığımız mekanlar içinde Heybeli Sarafı adlı eski kitap ve kartpostallar satan bir dükkana uğradık. Sarafı işleten Nazım Hikmet Erkan Beyle tanıştık ve sohbet ettik . Kendisi Heybeliada Sanatoryumu ile ilgili bir araştırma yapıyor ve eski fotoğrafları topluyordu. Kendisine babamın Heybeliada Deniz Lisesinde geçen günlerinden ve bendeki koleksiyonum da olan fotoğraflardan bahsettim.Biri eski çok güzel iki kitap iki satın aldık. Amerika’ya gelince Heybeliada’ya Bir Bilet adlı kitabı okurken içindeki resimlerden İnönü’nün 1934 yılında Heybeliada Lisesini ziyareti sırasında komutanlarla çektirdiği fotoğrafın benim İstanbullite sitemde İnönü Heybeliada Deniz Lisesinde 1934 adlı yazımdan alındığını fark ettim. Aslında Heybeliada Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi ile ilgili ende o kadar çok tarihi fotoğraf vardı ki. Okul komutanlığı keşke bunlarla ilginse, bir kitap yapabilsek diye düşündüm. Şimdilik siteyi güncellemek ve yeni fotoğraflar eklemekle yetiniyorum.
Cem Özmeral
21 Temmuz, 2019
Dublin, Ohio
ÜÇ RESIM VE HIKAYESI
Image:
HEYBELIADA DANIZ LISESI 2019
Sagda yeni Lise Binasi, 2019
HEYBELIADA CAMII 2019
Hikayeyi rahmetli babam kardeşim Mustafa'ya anlatmış. Babam Deniz Lisesinde ikinci sınıfta iken Atatürk Heybeliada’yı ziyarete gelir. Yıl 1934 dür. Deniz lisesi öğrencileri Ata'yı görebilmek için ön sıralarda yer kapmaya çalışırlar. Atatürk o gün Deniz Lisesinde kısa bir müddet kalır, ama giderken okul komutanı ve etrafındaki erkan'a bir arzusunu iletir.
Cumhuriyetin göz bebeği askeri öğrenciler, laik Cumhuriyetin teminatıdır. İmam Hatip Okulları ve askeri liselerin laik Cumhuriyette yeri ayrıdır.Bu nedenle askeri lisenin içinde bir caminin bulunması doğru değildir. Cami en kısa zamanda okulun sınırlarının dışına çıkarılmalıdır. Gene babamın naklettiğine göre, Atatürkün arzusu emir telakki edilir ve birkaç gün içinde cami garnizon sınırları dışına, yeni yerine taşınır. Eski cami binası da kütüphane olarak değiştirilir.
Kardeşimin de yazdığı* bu konuda ben de ufak bir araştırma yaptım. Sonunda internette aradığım bilgiye ulaştım. Ata'nın denizi ve denizciliği ne kadar sevdiği malum. Yüzmeyi, kürek çekmeyi, yelken yarışlarını takip etmeyi çok severmiş. Ankara'ya giderken bile motor ya da yatla önce Yalova'ya uğramayı ihmal etmezmiş. İstanbul’a gelen bütün yabancı devlet başkanlarını motoru ile boğazda dolaştırmaktan büyük bir zevk alırmış. İnternet’de bu bilgiler içinde dolaşırken Atatürk'ün bütün deniz seyahatlerini kronolojik bir sırayla içeren bir sitede onun ilk Heybeliada seyahati ile şu bilgiye rastladım:
Atatürk’ün, öğleden sonra Ertuğrul yatı ile Tuzla’dan Dolmabahçe Sarayı’na gelişi.11 Eylül 1934 .Atatürk’ün akşam üzeri motorla Heybeliada’ya geçerek İsmet Paşa’nın köşkü’ne gidişi, Akşam Dolmabahçe Sarayı’na dönüşü.**
Evet tarih tutuyordu. Anlaşılan Atatürk İsmet Paşanın yazlık evine ziyarete gelmiş, buradan da Deniz lisesini ziyaret etmişti. Bu ziyaret önceden planlanmamış olmalıydı, çünkü bu ziyaretle ilgili resimlere ne babamın albümünde, ne de başka yerlerde rastladım. Ama babamın albümünde, arkasına tarih atılmamış iki solgun resim dikkatimi çekti. Kıyıya yanaşmış bir kayık ya da vapurdan çekilmiş iki resim de adeta birbirinin kopyası idi. Solda komutanlık binası, ortada cami, sağda ise lise binası. İki resim arasındaki tek fark, ikinci resimde caminin minaresinin olmaması idi. Bu da babamın anlattıklarına uyuyordu, cami okul dışına çıkarıldıktan sonra minaresi kaldırılan bina kütüphane olarak kullanıma açılmıştı.
Sonra bu iki resmi, 2007'nin o güneşli Eylül günü Adalar vapurundan çektiğim resimle karşılaştırdım. Bu fotoğrafın da aradan geçen yetmiş küsur seneye rağmen diğerlerinden fazla bir farkı yoktu. Komutanlık binası ve lise binası yerli yerinde duruyordu. Ortadaki bina artık tümüyle yoktu. Burada bina boyunda servi ağaçları , hemen yanlarında gönderde dalgalanan bir Türk bayrağı görünüyordu. Resmin en sağındaki futbol sahasına ise duvarları modern resimlerle süslenmiş yeni bir bina ilave edilmişti.
Sonra önünden vapurla geçerken gördüğüm, beyaz ahşap evlerin arasındaki cami aklıma geldi. Resimde görünmüyordu ama iskelenin hemen yakınlarında tepelerde bir yere taşınmış kiremit renkli minareli küçük bir cami ada sakinlerinin ve öğrencilerin manevi ve dini ihtiyaçlarına dün olduğu gibi bugünde cevap vermeye devam ediyordu.
T.C.Istanbul Muftülüğünün web sitesinden asagiya aldigimiz bilgiler Heybeliada Caminin kuruluş tarihini doğruluyordu:
HEYBELİ ADA CAMİ YAPTIRAN : Kazaskar Abdulkadir Efendinin eşi YAPILIŞ TARİHİ : 1935
MİMARI : - ADRESİ : Ümit Sokak No: 3 Heybeliada
OKUL
TAŞINMALAR VE İSİM DEĞİŞİKLİKLERİ
Heybeliada'daki Deniz Lisesi aslında iki buçuk asırdan beri hem yer hemde isim olarak çeşitli değişiklikler geçirmiş, ama görevi hiçbir devirde değişmemiş; Türk ordusuna ihtiyaç duyulan en değerli deniz subaylarını ve mühendislerini yetiştirmek.
Bu gereksinme ilk olarak Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa tarafından duyuluyor ve 1773 yılında mektep ,Mühendishane-i Bahri- Hümayun adıyla Kasımpaşa tersanesinde göreve başlıyor.
1834 yılında Mühendishanenin Gemi Seyir Kismi, Heybeliadada II.Mahmut'un yaptırdığı Kalyoncu Kışlasına taşınıyor.
1834 de Kasımpaşa Deniz Mühendishanesi adıyla tekrar Haliç kıyılarına geri dönüyor.
1851 de tekrar Heybeliada’ya taşınıyor ve okulun dört yıllık idadi yada lise kısmı açılıyor.
1928 harp yıllarında Bahriye Mektebinin adı ; Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi Komutanlığı olarak değiştiriliyor.
Okul 1939-1945 yıllarında harp dolayısıyla Mersine taşınıyor.
1941- 1946 yıllarında tekrar Heybeliada’ya geri geliyor.
1985 yılında Deniz Harp Okulu Tuzla daki yeni tesislerine taşınıyor, lise kısmı ise Heybeliada daki görevini sürdürmeye devam ediyor.
Binaların dış görünüşü gördüğüm kadarı ile yıllardır aynı, içleri ise nasıl değişmiştir onu bilemeyiz. 1932-1936 yılları arasında çekilmiş resimlere şöyle bir bakın. Yelkenliler var, futbol oynayan talebeler var , babamın bana bahsettiği o zamanlar Türkiyenin en iyi jimnastikçilerinin yetiştiği salon var. Bugün eminim okulun futbol, kürek, yelken, yüzme ve atletizm gibi spor faaliyetleri devam ediyor. Hatta surf gibi yeni spor dallari bile ilave edilmiş. Jimnastik hala varmı bilemiyorum?
Diger dikkat çeken bir resimde Komutan Yemekhanesi olduğunu tahmin ettiğim beyaz masa örtülü masaların bulunduğu salon. Babam, çatal bıçak kullanımından masada neyin nerede olacağına kadar bir dizi sofra etiketini ilk olarak Deniz Lisesinde öğrendiğini bana söylemişti. Ömür boyu uygulanacak bu kuralları küçük bir çocukken bizlerede itinayla öğretmişti.
Dikkat ederseniz, ayni resimde duvardaki panoda yeni Türkçe ile: "Rahim ve Şefik Olan Tanrının Adıyla Başlıyorum " yazıyor. Ne yazık ki Atatürk zamanında başlatılan dini ve dualari halkımızın anlayacağı Türkçeleştirme çabaları, 1950 iktidari ile bir daha kullanılmamak üzere rafa kaldırılmıştı.
Image:
KOMUTANLAR
18.
Yarbay
Hidayet Bosut
01.05.1932
31.05.1934
19.
Yarbay
Bilal Taluğ
01.06.1934
12.10.1935
20.
Albay
Ertugrul Ertuğrul
12.10.1935
01.08.1938
Yukarıdaki isimleri Deniz Lisesinin Web Sitesindeki* "Komutanlar" kısmından aldim. Babam Hamza Özmeral'in okulda bulunduğu yıllarda okul komutanlarının isimleri bunlar. Albümdeki resimlerde yalniz Yarbay Bilal Taluğ'un resminin arkasina ismi not düşülmüş. Masasının arkasında oturan ve diğer birçok resimde de olan, saçları usturayla kazınmış komutan. O da resimlerdeki diğer komutanlar gibi eski bir albümün içinde soluk bir hatıra olarak kalmış.
Ama bu resimlerde bir komutan var ki onu genç nesillerin hiç unutmaması lazım. Resimlerin çoğunda merasim kıyafeti ile sol elinde beyaz eldivenleri ve merasim kılıcı ile görünüyor. Çoğu yerde resminin altına "Komutan" diğer komutanlara da "diğer Ümera" diye not geçilmiş. Bu Komutan, Donanma Komutanı Miralay Şükrü Okan'dır. Babamın bana verdiği bilgiyi bir resmin arkasına şu şekilde yazmışım:Tuğamiral, Şükrü Okan, Atatürkün sevdigi bir Amiral. İstiklal harbinde İstanbul'dan takalarla İnebolu'ya silah kaçıran kahramanlardan ne yazık ki araştırdığım tarih kitaplarında ve internetde Şükrü Okan ismine İstiklal savaşı'nın bu denizci kahramanları içinde rastlamadım. Bahriyeli bu kahramanları anlatan şu satırlar isimleri olmasada, bu bir avuç insanın yaptıkları fedakarlığın değerini biraz olsun gözler önüne seriyordu;
"Milli Mücadele süresince Karadeniz’deki lojistik nakliyat faaliyetleri kapsamında, irili ufaklı 26 tekne ile toplam 300 bin ton malzeme Sovyetler Birliği’nin Karadeniz limanlarından Türk limanlarına taşınmış ve bu suretle Anadolu’daki cepheler desteklenmiştir. Ayrıca, düşmanın ağır baskı ve engellemelerine rağmen, bir avuç kahraman denizcinin çabaları ile İstanbul’dan denizyolu ile İnebolu, Samsun, Yalova, Karamürsel ve İzmit’e gizli ve kaçak yollarla cephane ve malzeme sevk edilmiş; bu girişimler Milli Kuvvetlerin hem direncini artırmış; hem de moral ve motivasyonunu en üst düzeye çıkarmıştır. Türk Denizcileri, İstiklal Harbi’nde belki de harbin kaderini değiştiren stratejik nakliyat başarıyla tesis ve idame etmenin haklı gururunu taşımakta, o dönemin kahramanlarını saygı ile anmaktadırlar."
"Bu dönem, geçmişi parlak zaferlerle dolu olan Türk denizciliğinin acı ve hüzün dolu sayfalarından birisini teşkil etmektedir. Ancak Milli Mücadelemiz esnasındaki olumsuz koşullar, Türk denizcisinin doğasında var olan vatan ve millet sevgisini yok edememiş; bazı denizciler gizlice Anadolu’ya geçerek kara savaşlarına fiili olarak katılmış; bazıları ise Karadenizde ve Marmara’da ülkenin harbe devam azim ve iradesini güçlendirecek lojistik nakliyatı kanları ve canları pahasına idame etmişlerdir. Diğer taraftan, İstanbul’da kalan denizciler, Muavenet-i Bahriye Cemiyetini kurarak, Milli Hükümetin deniz gücünü personel ve materyal olarak desteklemiş ve aynı zamanda Milli Kuvvetlere istihbarat desteği sağlamışlardır." **
Anlaşılan, Atatürk ileride bu değerli komutanı unutmayacak ve Şükrü Okan Donanma Komutanlığına kadar yükselecektir.Tarihin cilvesi, Atatürk öldüğünde ona karşı son görevi yapanlar içinde baş sırayı alanlardan biride Şükrü Okan olacaktır.
"Aziz Atatürk’ün tabutu Dolmabahçe’de 19 Kasım 1938 saat 09.00 sularında top arabasına konarak büyük bir merasim ile Sarayburnu’na getirilmiştir. Sarayburnu’nda bir dubaya yanaşmış bulunan Zafer muhribinin kıç tarafındaki katafalka konularak muhrip hareket etmiş ve Haydarpaşa önünde demirli bulunan Yavuz gemisinin sancak tarafına yanaşarak tabut Yavuz’un kıç tarafındaki katafalka konulmuştur.
Zafer gemisi komutanı Binbaşı Muzaffer BESEN, Donanma Komutanı Koramiral Şükrü OKAN, Harp Filosu Komutanı Tümamiral Mehmet Ali ÜLGEN idi."***
Bu unutulan komutanlar konusunda en sevindirici haber ise denizci Gölcükteki bir Park'a verilen isimdir: Şükrü Okan Parkı.