Yan masalara bakıyorum. Bir masa da normal bira bardağına benzeyen küçük bir bira bardağı var. Yanımızdaki büyük masa da ise, bir çizme bardak bira var ki, ayağını soksan girer. Bu bardak ta large size ları olmalı.
Yarım saat filan geçmişti ki bizim gyrolar geldi. Görünüş gayet te güzel, pide içi, içine domates ve caciki nin yanına bir de patates kızartması koymuşlar. Tadı da fena değil, Türkiye'deki nden güzel olmasa da, Amerika daki Yunan dönerlerine fark atar.
Restoranın bir de menejeri var, blucinli. Etrafta dolaşıyor sağa sola masalara gidiyor. Bizim Türkçe konuşan arkadaş, papağanlı adamla arada sırada enseye tokat durumlarında. Birbirlerine elense filan çekiyorlar. Sonra hiç bir şey olmamış gibi showlarına devam ediyorlar. Sanki sahneye konmuş bir tiyatro seyrediyoruz.
Biraların ancak yarısını içebildik ve hesabı istedik. Hesabı getiren garson bize biraları getiren garson. Hesaba bakıyoruz. Biraların tanesne on Euro yazmışlar.
“Bu ne yav, biz küçük bira istedik, bunlar küçük dediniz, yarısını zor içtiğimiz biraya bir de 10 Euro istiyorsunuz. Garson, ben ne yapayım gibilerden omuzlarını silkti. Menajeri çağırdım, durumu anlattım. Adam son derece nazik, çok üzülmüş gibi yaptı, “I am sorry” dedi ve yanımızdan uzaklaştı, yandaki masalara yöneldi.
Zihniye soruyorum, ilk gittiğimiz yerde aldığın şişe bira ne kadardı diye.
“ Üç Euro verdim 50 cc lik şişeye” diyor
Yabancı diyardayız, mecburen ödeyeceğiz. Kredi kartını çıkardım garsona uzattım.
“No credit card, Euro” diyor.
Gene menajeri çağırdık. “Biz buraya davet eden siyah t shirtlü adam, şu ilerdeki adama kredi kartı alıp almadığınızı sorduk, bize no problem” demişti .
Blucinli menajer, iç geçirdi, tamam ama “no receipt" ( makbuz yok) dedi
La havle... bunlar ne biçim adam, nasıl bir üç kağıt dönüyor burada !
“Abi belki makinanın fatura rolosı bitmiştir diyor” Zihni.
Menajerle restoranın içindeki küçük bir ofise girdik, kartı verdim, elindeki makinada bana toplamı gösteriyor 25 Euro. ( İki bira 20, iki gyro 5). Tamam dedim, eve gidince kredi kartını kontrol edeceğim.
Tekrar masaya geldim ve oturdum. Yandaki büyük masanın da hesabı gelmiş, adamlar garsonla münakaşa ediyorlar, kadınlar birbirlerine dert yanıyorlar. Turistler hesabı ödediler ve masadan ayrıldılar. İçlerindeki genç bir delikanlı geriye döndü 20 Euroluk büyük bira bardağında kalan birayı yudumladı. Belli ki verdiği paranın son kuruşuna kadar hakkını veriyordu.
Zihni ile ne biçim tufaya geldik diye konuşuyoruz. O sıra da Türkçe konuşan genç biraz ilerde oturmuş dinleniyor. Gittim yanına, bak dedim,
” bu yaptığınız çok ayıp, bizle Türkçe konuştun, sana güvendik, bize burda istemediğimiz birayı getirip kazık attınız ”.
Özür diledi,” size birer kahve ısmarlayayım” dedi, “nasıl içersiniz?”
Birazdan iki filtreli kahve geldi.
Zihni bana soruyor, “abi sakın adamlar kahveye bir şey yapmış filan olmasın”.
“Yok dedim, yapmazlar. Bunlar olayı şahsileştirmezler. Hile yapıp, müşteri kazıklamak oyunun bir parçası”.
Restorandan ayrılırken papağanlı adam meydana çıkmış, meydan dan geçen turist kadınlara papağanını gösteriyordu.
Cem Özmeral
17 Kasım 2018
Dublin, Ohio