Bir devre damgasını vuran iki Beşiktaşlı. Nasil Şenol ile Birol ismi 1960 ların başında birbirinden ayri olarak düşünülmez ise idi; bir devir sonraki Beşiktasda Yusuf ile Sanli ismi hep birlikte anilirdi. Nasil başladI bu beraberlık, nasil devam etti, nasil bitti ? BunlarIn çoğu bilinen şeyler. Biri Yusuf Tunaoğlu, kimine göre Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yetenekli topçusu. Belki Türkiyenin, Pele'si olabilirdi. Ne yazık ki o bile kendi yeteneğinin farkında değildi. Belki de biliyordu ama işi ağırdan aldı ve hiç bir zaman istenilen enternasyonel seviyeye gelemedi. Diğeri, Beşiktaşın unutulmaz kaptanı, Sanlı Sarıalioğlu. Yusuf kadar artistik değildi futbolu hiç bir zaman; ama akıl dolu, çalışkan ve organizatör. Yusuf, bir cambaz, bir yaratıcı, bir artist, bir futbol virtüözü, seyrine doyum olmayan bir showman. Sanlı bir çalışkan, emekçi , iş bitirici ve bir lider kaptan.
Bu ikisinin oynadığı Beşiktaş'ı taraflı tarafsız tüm futbol severler zevkle seyrederdi. Altmışlı yılların ortalarına geliyor olmalıydık. Dolmabahçede Beşiktaş'ın bir lig maçına gidiyorum. Kapalı tribüne giderken, kapıdaki gazeteciden bir Türkiye Spor gazetesi aldım. Hani kapalı tribünde o şimdi "Carşı"nin oturdugu yer. Yeni açığa yakın yerinde Beşiktaşlılar, orta kısmında Galatasaraylılar, eski açığa yakın kısmında da Fenerbahçeliler otururdu kardeş kardeş. Gazeteye göz atıyorum, soliç mevkiine “Şanlı” isminde birisini koymuşlar."Kim bu Şanlı?"diye yanımdakilere soruyorum, "genç takımdan " diyorlar. Birazdan tünelde takımlar görünüyor. Beşiktaş beyaz forması ile santraya koşuyor. Stad hoparlöründen takımlar anons ediliyor: Necmi, Erkan ,Fehmi.....Soliç mevkiinde Yusuf. "Allah , Allah bu da kim?". Sanlı’nın yerine , gene genç takımdan Yusuf'u tercih etmis Spajic hoca bu maç için! Rakip takımın kim olduğunu hatırlamadığım maçı Beşiktaş kazanıyor. Ama unutamadığım genç Yusuf’un oyunu. Uzun boylu, açık renk gözlü, esmer tenli gencecik bir oyuncu. Vücudunun üst kısmı bir jimnastikçi gibi gelişmiş geniş omuzlu, kıvırcık saçlı esmer tenli, yağız gencecik bir kartal. Top ayağına yapışmış karşına gelenleri bir ilizyonist, bir sihirbaz gibi, topu saklayarak geçiyor. Paslar atıyor, ortalar yapıyor, kaleyi uzaktan yokluyor. Hani gök mavili İtalyanlarin, Rivera's va rya, onun gibi bir şey. Topu her alışında tribünler ayağa kalkmaya başladı. Bir günde bir yıldız doğuyor.
Bir hafta sonra bu defa Sanlı giriyor takıma, gazetelerin bir hafta önce "Şanlı" diye yazdığı genç takımdan gelen diğer oyuncu. Onun ilk maçını hiç hatırlamıyorum, ama ondan sonra hatırladığım o kadar cok maçı var ki! Hele, hele bir tanesi hiç unutulmaz. Turgay kaptana sorun, eminim o da hatırlar. Beşiktaş, Galatasaray ile Dolmabahçede oynuyor. Durum 1-1. Maçın son dakikaları, Beşiktaş yeni açık tarafına hücum ediyor. Galiba bir korner atışı, Galatasaray kalesinin içi onbir sarı kırmızılı ile dolu. Sanlı ile Turgay topa birlikte çıkıyorlar. Genç Sanli topu ustaca, iğne deliğinden geçirir gibi kafayla belkide bir top büyüklüğündeki tek boşluktan ağlara yolluyor. Sanlı elleri havada sevinçle santraya koşuyor, Turgay bana faul yaptı diye hakeme gidiyor. Gerisi tarih olmuş. Beşiktaş maçı 2-1 kazanıyor.
Birde Yusuf Sanlı ikizlerinin deniz tarafındaki kaleye attıkları bir gol var ki, nasıl unutulur! Gene bir lig maçı ve son dakikalarda Beşiktaş beraberliği bozmaya çalışıyor. Siyah Beyazlılar 30 metre civarından, kaleye biraz çapraz bir yerden bir ceza vuruşu kazanıyor. Yusufla Sanlı topun başında fısıl fısıl bir şeyler konuşuyorlar. Sonra genellikle bu tip atışları yapan Yusuf topu arkadaşına bırakıyor ve rakip takımın yaptığı barajın içine giriyor. Sanlı topu baraja nişanlıyor ve vuruşla birlikte korkunç bir depar atıyor barajın sağına doğru. Baraja gelen topu, Yusuf bir kepçe vuruşla barajın sağına aşırıyor. Top barajı geçen Sanlı'nın ayagina löp oturmuştur şimdi. Sanlı, her zamanki gibi hiç abartıya meydan vermeden yumuşak bir plase ile topu direğin dibinden ağlara bırakıyor. Kaleci, barajdaki oyuncular ve hatta Beşiktaşlı oyuncular dona kalmıştır. Gecikmeli de olsa Dolmabahçe’yi dolduran tribünler ayaga fırlıyorlar. Bir uğultu çıkıyor, belki Taksim’deki insanlar bile duyuyorlar. Yusuf ve Sanlı'nın oynadığı Beşiktaş seyirciye zevk veren bir Beşiktaştı. Anlat, anlat bitmez ve böyle bir ikili de bir daha gelmez. Sanlı Kaptan ,şimdi televizyonda Beşiktaş'ı yorumluyor, gazetede Beşiktaş'ı anlatıyor, kısacası Beşiktaş’ı ve futbolu yaşamaya devam ediyor.
Yusuf futbolu bıraktıktan sonra, yazar olarak ayni uğraşıyı bir müddet götürdü. Bir gün geldi, üzerinde basın kartı yok diye, o binlerce Beşiktaşlıyı coşturduğu ve siyah beyazlı renklere renk kattığı Dolmabahçe (Inönü) stadına alinmadi. Kalbi kırıldı ve belkide küstü çoğu Beşiktaşlıya. Nasıl küsmesin, o Beşiktaşın "Koca Yusuf"u, kendi stadına giremeyecek! Bu olaydan kısa bir süre sonra, Kuşadası’nda çok genç yaşta aramızdan aniden ayrıldı. Haberi duyunca inanamadım önce. Sonra, Şeref stadında Yusuf’la ilgili bir anım geldi aklıma. O zamanlar, Şeref stadı nın , Çırağan harabeleri içindeki ,o soğuk su ile duş yapılan metruk soyunma odalarına gidilen yolda bir amfitiyatrosu vardi. Bu küçücük amfi herhalde Ciragan sarayının bir tiyatrosu idi ve belkide Efes'in, Odeonu ndan esinlenerek yapılmıştı. Besiktaş Şeref stadını kullanırken bu tiyatronun, sahne kısmını basketbol sahasına çevirmiş ve iki tarafına birer basket potası koymuştu.(1970 li yıllarda burasi halka açık bir yüzme havuzu olarak kullanılacaktır.) Soyunma odalarına giderken bu amfinin üst basamaklarından geçerdiniz ve basket sahasını aşağıda kuş bakışı görürdünüz. İşte amfinin en üst kısmında biz gençler Beşiktaşlı futbolcuları bekler, onlardan imza almaya çalışırdık. Yusuf 'un, yanında bir idareci ya da menajer ile iddiaya tutuştuğunu hatırlıyorum. Amfinin en üstünden, ayağıyla futbol topunu basket potasına atacak. Üç hak istiyor, topu çemberden sokarsa iddiayı kazanacak ve belkide bir prim alacak. El sıkışıp anlaşıyorlar. Yusuf ayağıyla topu potaya atıyor, top çembere çarpıp dışarı yuvarlanıyor. İkinci denemesi, top gene potaya doğru gidiyor ve bu defa, çembere bile değmeden "flaşşş" diye sepetin içinden betona düşüyor. Yusuf'un o yeşil gözleri ışıl ışıl parlıyor, basamaklara bıraktığı kramponlari eline alıp, soyunma odası denilen o harabeye doğru yürüyor.
Ne mutlu seni ve Sanlı'yı seyretme şansını yakaladığıma !
Cem Özmeral
4 Haziran, 2007
Columbus, Ohio