Pera Palas Oteli 1895 yılında Paris’ten kalkarak son durağı olan İstanbul’a giden meşhur Orient Express treninin varlıklı müşterilerinin konforlu bir otelde konaklama ihtiyacını karşılamak için açılıyor. O zaman Tepebaşında Meşrutiyet Caddesinde, Haliç’e bakan bu tarihi oteli bir Levanten Fransız Mimarı Alexander Vallaury tasarlamış. Aynı mimarın Bankalar Caddesinde’ki Osmanlı Bankası ve Gülhane parkındaki Arkeoloji Müzesi gibi İstanbul’a kazandırdığı iki önemli yapıt daha var. Dikdörtgen şeklindeki dokuz katlı bina, Neo klasik tarzda zamanın modası Art nouveau ve Oriental yapı özeliklerini içeriyor. Sirkeci Garından tahtırevan ile faytonlara bindirilen zengin müşteriler otel kapısında da hiç ayakları yere değmeden anonsöre bindirilir ve odalarına götürülürmüş. Bu tahtırevan bugün hala otelin lobisinde sergileniyor. Asansöre gelince, kuş kafesi şeklindeki demir parmaklıkların içindeki camekanlı ahşap asansör Türkiyenin ilk elektrikli asansörü. Bugün hala otel’e ilk defa gelen misafirler bu asansör kullanılarak odalarına çıkartılıyor.
1926 yılında Türkiye de yapılan ilk moda defilesine ev sahipliği yapan otel, ilk kurulduğu zaman İstanbul’da musluklarında akan suyu olan, odalarında gaz lambası yerine elektrik kullanılan yegane otelmiş. Fransız Vogon Lit şirketinin sahibi olduğu Pera Palas 1918 yılında Bodossakis adlı bir Rum iş adamı tarafından beş milyon Frank’a satın alınıyor. Kurtuluş Savaşının sonunda Bodossakis Atina’ya yerleşince otelin idaresi de Türk hükümetine geçiyor. Uzun zaman bir vakıf olarak işletilen otel, 2006 yılında Beşiktaş Shipping Group’unun otelin kullanım haklarını satın almasıyla bir yenileme ve restorasyon sürecine giriyor. 2010 yılı sonbaharında tekrardan açılan otelin idaresi 2011 yılında Jumeirah Oteller Grubuna teslim ediliyor.
Otelin açıldığından bugüne kadar birçok önemli misafirleri olmuş. Bunlar arasında Atatürk, Churchill, İngiltere Kralı VIII. Edward, Kraliçe II. Elizabeth ve Avusturya İmparatoru Franz Joseph, Jacqueline Kennedy gibi devlet adamları ve eşleri olduğu gibi Sarah Bernhardt, Ernest Hemingway, Agatha Christie, Pier Loti, Greta Garbo gibi ünlü yazarlar ve artistlerde var. Ernest Hemingway elinde whiskey bardağı Oriental Barın bir köşesinde Kilimanjorunun Dağları eserindeki ana karakter olan Harry’i burada geçirdiği günlerden esinlenerek yaratmış.
Ama Pera Palas Otelinin ünlü müşterileri içinde en önemlisi şüphesiz Atatürk, ikincisi de Agatha Christie. Aşağıda bu iki tarihi kişinin Pera Palas Otel’i ile olan bağlarını ve kaldıkları odalardaki gizemli eşya yada cisimleri anlatacağız.
LOBBY
KUBBELI ODA DAMI
KUBBELI ODA GIRISI
PERA PALASIN GİZEMLERİ
AGATHA CRISTIE’NIN ANAHTARI
Cinayet romanları yazarı Agatha Chrıstie’nin en ünlü eserlerinden biri olan “Murder on the Orient Express”’i Pera Palas Otelinin 411 numaralı odasında yazdığı bilinen bir gerçektir. Ama 1926 yılında bilinmeyen bir şey bir gün otomobiline binip giden Agatha Chrstie’nin nereye kaybolduğudur. Otomobil on gün sonra Londraya 200 km mesafede Harrogate şehrinde bir otelin önünde hasar görmüş bir şekilde bulunur. Ama ünlü yazar ortada yoktur, herkes onun hakkında, önemli bir hastalığı olduğu, sinirsel bir buhran geçirdiği hatta gizli bir sevgilisi ile buluştuğu gibi dedikodular çıkarırlar.
1979 yılında warner Brothers film yapımcıları Agatha Christie’nin hayatını konu alan bir film yapmaktadırlar. 1926 yılında’ki bu kaybolma olayını açıklağa kavuşturmak için Los Angeles’de Tamara Reed adlı bir medyum’a başvururlar. Falcı kadın cam kürede, Agatha Christie’yi Orient express treninde İstanbul’a giderken gördüğünü söyler. Burada yazar kompartımanda oturmuş, hatıra defterine birşeyler yazmakta sonrada defteri elindeki anahtarla kilitleyip, anahtarı cebine koymaktadır. Daha sonra Tamara Reed yazarı Meşrutiyet caddesinde görmekte ve otelden içeri giren Agatha 411 nolu odanın kapısını açtıktan sonra anahtarı hemen kapının yanında tahta döşemenin altındaki gizli bir bölmeye saklamaktadır. Warner brothers şirketi bu olayın gerçek olup olmadığını araştırmaya karar verir. Uzun uğraşılardan sonra Otel yetkililerinden gerekli izin alınır ve 411 numaralı odanın kapısının yanındaki döşemeler sökülür ve gerçekten burada tahtaların altında 8 cm boyunda bir anahtar bulunur. Ama bulunan anahtar gerçekten Agatha Christie’nin hatıra defterine mi aittir ve eğer öyleyse bu defter nerededir, bilinmez. Yakın zamanda yapılan restorasyonda siyah ve şarap renkleri ağırlıklı olarak yeniden düzenlenen bu oda her ne kadar bugün halka açık değilse de, bir geceliğine 400 Euro veren her meraklı müşteriye burada kalma imkanı sağlanmaktadır.
401 NOLU AGATHA CHRISTIE ODASI*
*2004 Photo of Room 404 courtesy www.stevehopson.com
ATATÜRKÜN ODASINDAKİ GİZEMLİ HALI
Atatürk İstanbulun işgali sırasında Akaretler’deki evi sık sık arandığından çoğu zaman Pera Palas’da 101 numaralı odada kalırmış. Genç bir zabitken Veliaht Vahideddin ile yaptığı Almanya gezisinden sonra ilk defa İstanbul da kaldığı bu otel odasını çok seven Atatürk, Cumhuriyet sonrası yıllarda birçok yabancı misafirini de burada ağırlamış. İstanbulun işgal yıllarında o zaman Osmanlı ordusunda bir subay olan Mustafa Kemal’in, İngiliz İşgal kuvvetleri komutanı General Harrington ile arasında geçen bir anektod dan bahsedilir. Pera Palas da yemek yiyen General Harrington’un dikkatini yan masada oturan genç bir Türk subayı çeker. Kim olduğu soruşturulur ve busubayın Çanakkale Savaşları kahramanı Mustafa Kemal olduğunu öğrenir ve kendisini masasına davet eder. Belki o anda bile Kurtuluş savaşını planlayan Mustafa Kemal’in İngiliz generaline verdiği kararlı cevap şöyledir:
Burada ev sahibi olan biziz. Kendileri misafirdirler. Onların bu masaya gelmeleri gerekir.* *Noelle Roger, Olaylar ve Atatürk, Ankara 1984, s. 68–69. Atatürkün bugün müze olarak kullanılan odasında birde gizemli bir halı vardır. 1929 yılında Atatürk’ü ziyaret eden bir Hint Mihracesi buluşmanın sonunda kendisine ipek işlemeler ve renkli taşlarla süslenmiş bir seccade hediye eder. Bu küçük halıyı çok seven Atatürk, onu Pera Palas oteli’ne hediye eder ve otel görevlileri halıyı Atatürkün yabancı konuklarını ağırladığı 101 numaralı odasına koyarlar. Halı güzelliğinin dışında Ataürk’ün ölümüne kadar kimsenin dikkatini çekmez. Ama Atatürk öldükten sonra halı bir anda gizemli bir hale gelir. Halının üst kısmındaki altın yaldızlarla işli siyah zemin üzerindeki saat, Atatürk’ün beyin ölümünün gerçekliştiği saat olan dokuzu yedi geçeyi göstermektedir. Akreple yelkovanı 9:07 yi gösteren saatin etrafıda mavi taşlarla süslü 10 Kasım-patı çiçeği ile süslenmiştir. Hint mihracesi acaba bu seccadeyi dokuturken Atatürkün ölümünün ayını, gününü ve saatini öngören bir kehanetde mı bulunmuştur ? Bunu bilemiyoruz ama halı bugün 101 numaralı odada sergilenmekte ve müze odanın açık olduğu saatlerde gezenlerin ilgisini çekmeye devam etmektedir.
PERA PALAS ZİYARETİ
Pera Palası ziyaret etmek, sonra da gördüğümü ve okuduğumu yazmak on senedir tasarladığım bir projeydi. En son olarak dört sene kadar önce Pera Palası görmek için Tarlabaşı’na gittim ama otelin restorasyon geçirdiğini ve kapalı olduğunu bilmiyordum ve o gün biraz da hayal kırıklığı içinde Bankalar caddesine doğru yoluma devam etmiştim. Sonunda, 2012 yılındaki İstanbul gezi programları listesindeki 2 nolu Galata Bölgesi gezisine Pera Palas’ı dahil ettim. Bu geziye başlangıçta Pera Palas’ın dışında; Pera müzesi, Arap Camii, Sokullu Mehmet Paşa Camii, ve Yüksek Kaldırımdaki Mevlevi Tekkesi de dahildi. Benim gezilerime genelde bir, iki, bilemedin üç arkadaş katılır. Ama bu gezinin bir zamanlar okuduğumuz Avusturya Lisesine yakın olması, benim sevgili 65 mezunu arkadaşlarımın da çok ilgisini çekmiş olacak ki benden başka tam yedi arkadaş tura adını yazdırdı. Ama hem katılımcıların sayısının çok olması hemde zamanın kısıtlı olması nedeniyle bu gurupla yalnız Pera müzesini gezmeğe, sonrada Pera Palas’ a giderek Atatürk’ün Pera Palas’daki 101 numaralı odasını ziyaret etmeye ve Kubbeli Oda da oturup bir akşam çayı eşliğinde sohbet etmeye karar verdik. Oradan da, bana gene Sankt Georg’lu arkadaşlarımın bir sürprizi olaraktan 26 kişinin katılımı ile Levent’deki Melissa Restaurant’da akşam yemeğine gidecektik.
Pera Palası ziyaret edip birkaç resim çekmek istediğimi ve gurup halinde Atatürkün müzesini gezmek istediğimizi daha öncede otel idaresine yazmış ve Halkla İlişkiler Görevilisi İrem Hanım'dan çok nazik ve olumlu bir cevap almıştım. Nitekim kendileri bizi otelin lobisinde karşıladılar ve buradan tarihi asansörün yanındaki mermer merdivenlerden birinci kata çıkarak Atatürkün bir zamanlar sıkça kaldığı odaya götürdüler. Burası birbirine açık bir kapı boşluğu ile bağlı iki odadan meydana gelen bir suit. Birinci oda kanepe ve koltuklarla döşenmiş bir oturma odası. Kavuniçi renklerin hakim olduğu odanın duvarlarında Atatürkün üç büyük portresi var. Bir sehpanın üzerinde Atatürkün öldüğü 10 Kasım 1938 günü çıkan gazeteler, camekanlı bir masada da Atatürk’ün bazı giyim eşyaları sergileniyor. Odanın dikkati çeken diğer iki önemli eşyası da Atatürk ile ilgili eski kitap, resim ve madalyaların sergilendiği bir etajer ve bir kitaplık. Ama şüphesiz bu odanın en ilginç objesi duvardaki camekan içindeki altın işleme ve mavi taşlarla süslenmiş gizemli siyah Hint seccadesi. Yatak odasının duvarlarında da Atatürkün çeşitli devrirlerde çekilmiş fotoğrafları, içine giyeceklerini astığı bir gardırop, pijama ve terliklerinin sergilendiği camekanlı bir komedin var. Odanın ortasında üzerinde duvara dayalı, beyaz ipek yatak örtüsü olan yatağın, karyola başı ve ayak ucu abanoz ağacına benzeyen bir tahtadan yapılmış ve üzerleri oyma ve hasır işlemelerle süslenmiş. Odayı bir müddet dikkatle incelikten sonra tekrar kırmızı ve kavuniçi desenli halılı koridorlardan geçerek mermer merdivenlerden lobby’e indik.
Otelin Girişinin tam karşısına gelen ve kırmızı halılı birkaç basamakla çıkılan Kubbeli Salonun tam önünde yeşil granitten Bizans kiliselerinde görülen iki büyük sütun ve kapısının önünde omuzlarında birer şarap testisi taşıyan tunçtan yapılmış iki kadın heykeli vardı. Yerler pembe karelerle süslenmiş mermerlerle kaplı idi. Kubbeli odayı bütün detayları ile anlatmak gerçekten güç. Ama şu kadarını söyleyeyim : Tavandaki yan yana altı ışıklı kubbe, tavandan asılı kristal avize, ve odanın üst kısmındaki tahta oyma parmaklıklar, kafesli ve tonozlu pencereler bana İspanyadaki El hamra Sarayını hatırlattı. Salonda bir piyano, içki servisi yapılan bir bar, küçük mermer sehpa masaların etrafında rahat koltuklarlın olduğu köşeler var. Arkadaşlar Kubbeli Salonu incelerken ben de, ikisi de birbirinden güzel Patiserie de Pera pasta salonunu ve Agatha Restaurant’a kapılarından da olsa içeri girmeden baktım. Sonra tekrar Kubbeli Salona döndüm. Birbirini uzun zaman görmemiş sekiz arkadaşın hasreti ve heyecanla yüksek sele konuşmaları Kubbeli salonda piyano dinleyen ve içkilerini yudumlayan otel misafirlerini rahatsız edebilirdi. “ En iyisi Kubbeli salonda çay içmek yerine Beyoğlunda daha rahatça konuşup şamata yapabileceğimiz yere gidelim” diyerek hep beraber karar verdik. Otelden çıktıktan sonra karşı kaldırıma geçerek tarihi Pera Palasın giriş kapısının önünde yedi lise arkadaşımın son bir kare fotoğrafını çektim.