Sümbül Efendi Camii benim çocukluğumda gördüğüm ilk camidir. Anneannem, dedem, anneannemin kardeşi; yani büyük dayım , onların çocukları yani dayılarım ve halam, onların çocukları yani; ben ve diğer torunlar, bir zamanlar bu caminin çok yakınındaki bir konakta yaşarmışız. Bu konak , caminin avlusunun arka kapısında Silivri kapıya inen yolun kavşagındaki Vidin caddesinin hemen başındadır.
Aradan elli yıl geçmesine rağmen , bazen hayallerimde, bazen rüyalarımda ben bu camiyi hep görmüşümdür. Bazen avlunun içinden , dedemin elini tutarak yürürüz. Yolun iki tarafinda koca koca servi ağaçları ve ağacların aralarında beyaz mezar taşları vardır. Boyum dan çok büyük bu taşların bir kısmı üçgen şeklinde olup üzerleri , gül sarmaşıkları ve çiçek resimleri ile süslüdür. Daha ince diğerlerinin üzerlerinde dev bir soğana benzeyen kavuklar bulunur. Dedemle avlunun on kapısından çıkarız . Bu kapının önünde büyük bir kahve vardır. Bodur sedir iskemleleri ile çevrili alçak masaların etrafı iskambil oynayan, tavla atan müşterilerle doludur. Bunların kimisi koca cam nargile lerindeki suyu fokurdatmakta, kimiside gümüş tabakalarından çıkardıkları tütünü sigara kağıdına ustaca sarmaktadır. Mahallenin kabadayısı tulumbacı bir iki delikanli dedemi görünce hürmetle ayağa kalkar ellerini göğüslerine götürüp selama dururlar. Dedem o zamanlar hatırı sayılır bir sivil polis amiridir. görünür. Çoğunun, sol elinde sarı renkli kehribar tesbihler vardır. Dedemle yolun karşısına geçer , Mehmet efendinin berber dükkanına gireriz. Dükkanın kapısında mavi, kırmızı, beyaz dönen bir silindir vardır ve bu benim hep hoşuma gider.
Bazende bu caminin avlusundan anneannemle geçerim. Herhalde bir kandil gecesidir. Mezarlıkların yanındaki yolun iki tarafı dilencilerle doludur. Yaşlıca bir kadının önündeki maşrapaya ortası delikli 2.5 kuruş koyarız. Avlunun tam ortasında yüce bir çınar ağacı vardır. Bu ağacın üzerine yıldırım düşmüş ve koca ağaç gövdesinin üst kısmında ikiye ayrılmıştır. Ağacın iki tarafina konulmuş molozlar , koltuk değneği vazifesi görüp onu ayakta tutarlar. Cami avlusunun ortasında , çınar ağacının hemen karşısında Sümbül Efendi'nin türbesi vardır. Sarı renkli binanin demir parmaklıklı pencerelerinin önünde kandil mumları pırıl pırıl ışılldamaktadır. Mum satan küçük kızdan bir mum alıp yakarız. Ben o zaman genç bir delikanli olan Lemi dayımın bana öğrettiği tekerlemeyi mırıldanırım.: " Anastas mum satsana". O zaman okuma yazmasını pek bilmem ama, dayımın söylediğine göre tekerlemeyi tersten de okusan aynı mana çıkar.
Anneannem Sümbül efendinin ruhuna dua ettikten sonra yavaş yavaş avlunun arka kapısına doğru yöneliriz. " Sümbül Efendi böyle kandil gecelerinde bazen buraya gelir ve aydınlı bir ışık halinde büyüklere görünür," der anneannem. Arka kapıdan çıkıp köşedeki simitçi fırınına uğrarız. Burada susamlı simitler, kandil simitleri ve halkalar vardır. Bunlar pastel renkli yağ geçirmez kağıtlara sarılıp müşterilere sunulur. Simit fırının hemen önünde, orta yaşlı bir adam önündeki mangala benzeyen küçük ocağın üstünde kestane kavurmaktadır. Başında kasket ve önünde mavi önlüğü olan bu adam, huni şeklinde gazete kağıdından yaptığı küçük kese kağıdına kestaneleri yerleştirmekte ve müşterilerine sunulmaktadır. Ben hep o, mis gibi kestane kokusunu hatırlamışımdır.
Sümbül Efendi Camii önceleri bir kilise imiş. Beşinci yüzyılda Bizans İmparatoru ikinci Teodos'un **kızkardeşi Bizans'ta Hristiyanlığın yayılmasını sağlayan Aziz Andrea'nin anısına kiliseyi yaptırmış. Eğer yolunuz düşer ve Sümbül Efendi Camii'ni ziyaret ederseniz, caminin avlusunda giriş kapısının hemen önünde ince uzun çok eski bir mezar dikkatinizi çekecektir. Bu mezarda yatan "Sarı Sıdıka" , ilk kilisenin kurucusu Imparatorun kız kardeşinden başkası değildir.
Camiye adını veren Sümbül Efendi Yavuz Sultan Selim zamanında yaşamış bir mürşid. Otuz yedi sene tasavvuf yapmış ve mürşidlerin en yüksek makamının da kalmış. Söylentiye göre Yavuz Sultan Selim , Sümbül Efendinin bilgisinden o kadar etkilenmiş ki, üzerindeki samur kürkü çıkarıp kendisinin sırtına geçirmiş.
Sümbül Efendi'nin şeyhliğini devam ettiren kişi de, Merkez Efendi . Merkez Efendi, Sümbül Efendinin kızı Rahime Hanıma aşık oluyor ve kızı babasından istiyor. Bir söylentiye göre baba işi yokuşa sürmek için müstakbel damattan kırk deve yükü altın istiyor. Merkez Efendi gece karanlığında kırk deve yükü toprağı dergahın önüne boşaltıyor. Ertesi sabah günün ilk ışınları ile uyananlar, hayretle toprağın altına dönüştüğünü görüyorlar. Bunun üzerine Sümbül Efendi kızını Merkez Efendiye veriyor.
Akla daha yakın gelen bir başka rivayete şöyle: Merkez Efendi, mürşidine solgun bir çicek takdim ediyor. Neden böyle bir çiçeği kendisine layık gördüğünü sorduğunda, Sümbül Efendi şu cevabı alıyor : Bütün çiçekler o kadar güzel ve renkli idi 'ki, adeta Allah adını zikrediyorlar dı. Onları, Allah'tan koparmaya kıyamadım Bu cevap üzerine ," sen artık yetiştin " diyerek kızını veriyor Sümbül Efendi.***
Sümbül Efendi'nin isminin, çiçek sevgisinden geldiği malum. Merkez Efendi'nin ismine gelince; onuda bir din bilgini veriyor. Allah sevginiz ve din bilginiz o kadar engin'in siz artık " Merkezinizi " bulmuşsunuz, diyor ve Musa Muslihiddin Efendi o günden sonra Merkez Efendi diye anılıyor.
İşte benim çocukluğumda Kocamustafapaşa semtinde geçen günlerimde, büyük yeri olan Sümbül Efendi ve Merkez Efendi Camilerinin hikayesi böyle.
Cem Özmeral
17 Kasim 2003,
Columbus, Ohio
***Önder Şenyapılı:Ne demek İstanbul,Bebek, Niye Bebek: ODTU Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve İletişim A.Ş.Yayınları.2003.Sayfa 134
** Çetin Altan: Al İşte İstanbul, yazko, Istanbul 1980, sayfa 35Delikanlıların üzerlerinde yakası açık beyaz gömlekler, lacivert pantolonlarının belinde vişne çürüğü kuşaklar göze çarpar. Arkasına bastıkları yumurta topuklu rugan ayakkabıların içinde beyaz çorapları
|