Soğuk rüzgar altında araştırma ve gezintimizi bitirdikten sonra Selçuk’la Sirkece’ye kadar kıyı kıyı sahilden yürümeye ve orada birbirimizden ayrılmaya karar verdik. Tren yolunun üzerinde tam Sarayburnunun kıvrım yaptığı ye yolun yukarı doğru yükseldiği yerden geçiyoruz. Yolun sağında ki bayrak direği ve üzerinde dalgalanan bayrak dikkatimi çekiyor. Yolun karşısına geçiyoruz ve orada yan tarafları metal panellerle çevrilmiş Atatürk heykelini görüyorum. Evet bu heykel on yıldır ben dahil çoğu eski İstanbullu’nun unuttuğu Atatürk heykeli. 2004 yılında Marmaray’ın inşaatının temelleri atıldığında bir şantiye’ye dönen parkta heykelin etrafı metal duvarlarla çevrilmişti. Ekim 2003 de Marmaray halka açıldıktan sonra günümüze kadar iki yıl daha geçti ama kaderine terkedilmiş heykel bu duvarlar arasında gizlenmeye devam ediyor.
Heykele doğru yürüyorum. Dört tarafı yarım metre üzerinde mermer duvarlarla döşenmiş, zemini de mermer bir alanda, iki kademeli dörtgen şeklinde bir platform üzerinde mermer bir kaide üzerinde Atatürk’ün sivil giysiler içinde bronz heykeli yükseliyor.Atatürk’ün sol eli belinde, sağ elinin ise yumruğu sıkılmış aşağıya doğru sarkmış. Vücudu dimdik gerilmiş bir yay gibi, hafif çatılmış kaşları altındaki gözleri ile Marmara denizinin ötesindeki Anadolu’ya doğru bakıyor. Bu heykel Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel tarafından yapılan Cumhuriyet tarihinin ilk Atatürk heykelidir.1926 yılında açılan heykel Atatürk’ün kurtuluş savaşını başlatmak için Samsun’a doğru yola çıktığı, Bandırma vapurunun kalktığı Sarayburnu’na konulmuştur.
Heykelin üzerinde olduğu platformun hemen önünde denize doğru birkaç basamakla inilen ikinci bir platformda çitlembik ağaçlarına benzeyen ağaçlar var. Bu ağaçların yanında evsiz bir adam birkaç eşyasını yerleştirmiş ağaçlardan yabani eriğe benzeyen küçük yemişleri toplayıp yiyor. “Merhaba!” diyorum, ürkerek selamımı alıyor, ama “neden buraya geldiniz?” dercesine arkasını dönüp ağaçtan meyve toplamaya devam ediyor. Meyveleri yiyen yalnız evsiz adam değil serçeler de üst dallara konmuşlar, bir karga da bayrak direğinin tepesini kendine konak edinmiş. Merdivenlerden tekrar yukarı çıkıyorum, heykelin kaidesinin üç tarafında bir zamanlar çakılı olan bronz tanıtım levhalarının yalnız çivi izleri kalmış. Mermer duvarlarda da yer yer kırıklar var. O akşam üstü vapurla Kadıköy’e dönerken bayrak direğinin altındaki Atatürk heykelini arıyor gözlerim. Heykelin iki yanındaki metal perdeler zaten görüntüyü engelliyor, kararmış bronz rengindeki heykel parkın siyaha çalan çalılıkları arasında kamufle olmuş, görünmüyor bile.
Belediyeler İstanbul’da güzel işler yapıyorlar. Parklar, çiçeklerle süslü yollar, onarılan ve ışıklandırılan camiler. Ve bunların arasında unutulmuş bir Atatürk heykeli. Oysa İstanbulu Şehreminilerin değil* İngiliz Governor ler’in* idare ettiği bir zamanda, “ geldikleri gibi gidecekler” deyip Anadolu’’ya buradan hareket edip Kurtuluş Savaşımızı başlatan Atatürk’ün heykeli.
Buradan Fatih Belediye Başkanı sayın Mustafa Demir’e sesleniyorum. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u feth etti ama, Osmanlının son padişahları onu İngilizler’ e teslim ettiler. Atatürk’ün bütün yaptıklarını bir yana bırakın; Kurtuluş Savaşımızı başlatmasını, bugün hepimizin, özgür ve medeni bir şekilde yaşamımıza neden olan Cumhuriyeti kurmasını; ama İstanbul’u İngiliz elinden geri alması bile bu heykelin çevresinin açılıp , projektörler le aydınlatılıp onu unutan İstanbulllu’lara ve yedi cihana tanıtılması yeterli neden değil m ?.
Eski bir İstanbullu olarak bu konuya eğilmenizi sizden rica ediyorum.
Cem Özmeral
5 Kasım 2015
Dublİn, Ohio