Şehzadebaşı İstanbulun Fatih ilçesinde adını çokca duyduğumuz bir semt. Semtin en büyük özelliği bütün tarihi dokuların tam ortasında bulunması. Örneğin Beyazıt Meydanı ve Beyazıt Kulesi, Istanbul Üniversitesi, Bozdoğan yada Valens Kemerleri, semte adını veren Şehzade Camii, tarihi Vezneciler ve Direklerarası sokakları, ünlü Vefa Bozacısı ilk başta aklımıza gelen semti çevreleyen tarihi yerlerden sadece birkaçı.
Aslında Şehzadebaşı bu tarihi dokuların tam ortasında derken fazla abartmış olmuyoruz. Zira eski inanışa göre Şehzadebaşı Sur İçi Istanbulununda en orta noktası imiş.Tarihi Mese yolu (Divan Yolu) üzerindeki Milion taşı dünyanın sıfır noktası yada tam ortasın simgeler ve bütün yolların sıfır noktası burası kabul edilirmiş. Belkide bu Bizans inancına paralel olarak Osmanlılarda İstanbulun tam ortasını Şehzadebaşı olarak seçmişler. Bilindiği gibi Osmanlı zamanında İstanbul denince akla sur içi yani tarihi yarımada gelirdi. Bizim çocukluğumuzda bile Üsküdardan yada Kadıköyden vapura atlayıp karşıya geçince İstanbula gidiyoruz derdik.
Mimar Sinan Şehzadebaşı Camiini yaptırdığında, Caminin Veznecilere bakan avlu duvarına, içinde demir bir mil olan ve dönen yeşil bir taş koydurmuş. Kimine göre de burada Bizanslılar zamanından beri şehrin ortasını gösteren bir işaret zaten varmış ve Mimar Sinan da Şehzade Camiini inşa ederken bu taşın yerine yeni bir taş dikmiş. Camii duvarının içinde çakılı kalmış yeşil taş bugün artık dönmüyor, dönmediği gibi etrafından her gün geçen binlerce kişinin dikkatini bile çekmiyor.
Semte adını veren Şehzadebasi Camii ve Külliyesi şüphesiz bölgenenin en önemli yapısı. Son İstanbul seyahatimde bu güzel Camii ilk defa gezdim. Mimar Sinanın çıraklık eserim dediği bu cami bence onun en güzel eserlerinden biri. Caminin içinde insana huzur veren bir aydınlık, kubbesinin iç kısmındaki beyaz üzerine kırmızı renkdeki motifler, onun hemen altındaki pencereleri kaplayan rengarenk vitreyler, tavandan asılı eskiden yağ kandilleri taşıyan dev avize, zeminde gene tavanla uyumlu kırmızı renkteki yekpare halı ve diğer camilerde görülmeyen üzeri nakış gibi işlenmiş iki güzel minare.
Caminin avlusu da güzel, ama içindeki türbeler biraz kasvet verici ve üzücü. Bilindiği gibi Kanuni Sultan Süleyman çok sevdiği oğlu Şehzade Mehmeti kaybedince yaptırmış bu koca Külliyeyi. Ama gel zaman git zaman tahtı korumak için öldürülen her şehzade buraya defnedilmiş sanki. Türbenin içine pencereden baktım: bir dolu küçücük sandukalar. Avlunun kapısından dışarıya çıktım, Vezneciler caddesine doğru yürüyorum. Birden karşımda altı yaşlarında bir oğlan çocuğu belirdi . Elinde birkaç selpak mendil paketi, kara gözleri ile bir şey söylemeden bana bakıyor. Küçük Şehzadeler geldi aklıma, cebimden iki lira çıkardım eline tutuşturdum. Elimden parayı kaptığı gibi son sürat Veznecilerden aşağıya doğru koştu, Yeşil Taşın yanından asağıya Vefa Lisesi istikametine doğru giderek gözden kayboldu. Belki bu onun hayatında yaptığı ilk satıştı yada paranın üstünü isteyeceğimi zannetmişti.
Vezneciler semtinin en önemli binası zamanında Keçecizade Fuatpaşa Köşkü imiş. Osmanlıların son dönemlerinde burası Maliye Nezareti (Bakanlığı ) olarak kullanılıyordu.Köşkün bahçesi ve Vezneciler caddesi de bu devirde tefeciler, altın, gümüş alıcı ve satıcıları ve arzuhalciler ile doluymuş. Altın ve gümüş sikkeler burada tartılır, emekliler maaşlarını burada kırdırırlarmış.
Belki de bu parasal işler dolayısı ile sokağa Vezneciler adı verilmiş. Arzuhalcilere gelince, bunlar genellikle devlet kapısında işlerini yürütmek isteyen vatandaşların dilekçelerini yazarlarmış. Ama bu arzuhalcilerin müşterilerinin büyük bir kısmını kadınlar teşkil edermiş. Çarşaflarının ve feracelerinin içinde yüzleri kapalı bu genç kızlar arzuhalcilere aşk mektupları yazdırmak için gelirlermiş genellikle.
Direklerarası denilen sokak yada bölge ise Şehzade Camiinin iki minaresinin bulunduğu Veznecilerin parelelinde olan sokak. İsmini Onsekizinci yüzyılda burada bulanan seksen küsur dükkanının önündeki mermer revak yada sütunlardan almış. İlk zamanlarda yeniçerilerin bir gezi ve alışveriş yeri olarak ün yapan bu sokak on dokuzuncu yüzyılda, özelikle Ramazan aylarında bir eğlence merkezi haline dönüşüyor.
Buradaki dükkanları Damat İbrahim Paşa Şehzade Camiinin külliyesine gelir sağlamak için yaptırıyor. Mimar Hamit Sözer 1920lerde çocukluğunun geçtiği Şehzadebaşındaki dükkanlardan birkaçını şöyle sıralıyor*:
Sokağın en başında Tunuslu Fesçinin dükkanı, hemen onun yanında günümüzdeki kuru temizlemecilerin başlangıcı sayılabilecek Lekeci dükkanı. Biraz ileride kavanoz kavanoz rengarenk akide şekerlerinin sergilendiği Udi Cemil Beyin Şekerci dükkanı, yanında bir manav ve onun hemen bitişiğinde bir erkek terzihanesi. Biraz ötede özellikle Ramazan ayında pideleri ile ün yapan Çinili fırın ve yolun bitiminde İbrahim Ethem Beyin Eczanesi .
Direklerarasının diğer önemli dükkanlarını da kıraathaneler oluşturuyor.Bunların en ünlüsü emeklilerin müdavimi olduğu İkbal Kıraathanesi imiş. Burada semtin emeklileri hem gazeteleri okur hemde birbirleri ile sohbet eder tartışırlarmış. Bu İkbal kahvesi bana gençliğimde rahmetli Burhan Felekin Cumhuriyet gazetesindeki pazar günleri yazdığı, şimdi adını unuttuğum yazıdaki kişileri hatırlatır. Gerçi, Burhan Felekin kahvesi muhakkak Üsküdardadır ama emekli tipleri aynıdır; Konsolos, Eczacı, Müdür, ....
Gözünüzün önüne getirmeye çalışın, Direklerarasında Ramazan ayındasınız: İftar topu atılalı saatler olmuş vakit neredeyse sahura yaklaşıyor. Ferah sinemasında at, ip ve trapez cambazları gösteri yapıyor, Hilal sinemasında Şarlonun sessiz filimleri gösteriliyor, yol boyunca sıralanmış küçük dükkanlardaki kıraathane ve tiyatrolarda Meddah oyunları, Karagöz Hacivat, Orta Oyunu gibi geleneksel Türk Tiyatrosunun başlangıcı sayılan oyunlar sergileniyor. Meddah Aşki, bir sıranın üzerine oturmuş, elindeki uzun sopası ile raftaki külah, fes, takke ve şapkalardan birini alıp başına geçiriyor ve kişilerin taklidini yapıyor. Diğer bir binada Meddah Sururinin orta oyunu, bir diğerinde kanto gösterileri var. Sokaklar insanlar ve seyyar satıcılar ile dolu : Maniciler, destancılar, panoromacilar, horoz şekercileri ve şerbetçiler, sucular, her derde deva Hacı Baba hapı satanlar, sopaların üzerinde yürüyen cambazlar...
Vakit gece yarısını artık çoktan geçmiş neredeyse sahur vakti gelmektedir. Şimdi Davulcu Ömer Ağa boynunda davulu sokak sokak gezmeye ve eğlencenin bittiğini, ibadetin başladığını tokmağı ile davuluna güm güm vurarak ilan etmeye başlamıştır. Davulcu Ömer Ağa iri yarı, kaytan bıyıklı yakışıklı bir adamdır. Sokak aralarından geçerken kafeslerin arkasında genç kızlar kendisini süzer, daha cesaretli olanları sokağa inip bahşişlerini verip kendisine güzel laflar atarlar.
U-di Hafiz Cemil Bey
Letafet Apartmanlari
On dokuzuncu yüzyılın ortalarından sonra Sur Içi Istanbulun eğlence merkezi ola Şehzadebaşı yavaş yavaş yerini Beyoğluna kaptırıyor. Şehrin eğlence merkezi tiyatroları ile sinemaları ile birlikte yavaş yavaş Cadde-i Kebire kayıyor. Hele 20 yüzyılın ortasından itibaren, buranın en önemli binalarından biri olan ve Şehir Tiyatrolarının başladığı Letafet apartmanı, Yeniçeri Hamamı, Ferah Tiyatrosu gibi nirengi noktalarının yıkılıp yerine otellerin açılmasi , yolların köstebek yuvasına, meydanların altının üstüne getirilmesi ile tarihi Şehzadebaşıda adeta tarihe karışıyor.
Kemani Tatyos Efendinin, Udi Cemil Beyin, genç Lemi Atlının fasıl yaptıkları Fevziye Kıraathanesi, Hacı Reşitin Çaycı dükkanı, Şule Kıraathanesi, Acemin Kahvesi, Turan Sineması, Naşit Tiyatrosu artık yok. Tiyatroların yerini oteller, kebabçılar, berberler almış.
İnsan ister istemez düşünüyor, acaba Direklerarasının o mermer revaklı bölümü kısmen olsada yaşatılamazmı idi ? İhtiyaçlar ve zevkler zamanla değişiyor ama keşke yeni dükkanlar restore edilmiş tarihi doku içine yerleştirilse idi. Keşke dükkanların önüne mermer sütunlar konulsa, keşke Cemil Efendinin Şekercisi gene akide şekeri satsa, Şale Fotoda nostaljik resimler sergilense, Ferah adi verilecek bir sinemada Türk Tiyatrosu ve seyir sanatları ile ilgili etkinlikler yapılsa . Keşke yeşil taşın yanına burası İstanbulun ortası diye bir levha asılsa . Keşke Letafet Apartmanının bir replikası yapılsa.
Keşke, keşke, keşke...
Cem Özmeral
23 Ağustos, 2010
Dublin, Ohio
Kaynakça:
Toplumsal Tarih Dergisi Eylul 2007, Sayi 166
Istanbulun Ortasi, Malik Aksel, T.C. Kultur Bakanligi, Ankara 2000