Ben caminin yeni onarılmış içini gezerken Zihni dışarıda oturmuş öğlen vakti sandviçini yiyen bir adamla konuşuyor. Adam yaşını almış, beyaz saçlı, beyaz kaytan bıyıklı, başında takkesi, boynunda kravatı temiz pak birisi. Oldukça da konuşkan, babası İstiklal savaşı gazisiymiş, çocukluktan Üsküdarlıymış. Biz daha sormadan isterseniz bu caminin hikayesini anlatayım diye söze başlıyor ve anlatıyor:
Şemsi Paşa tarihçilere göre Arnavut asıllı. Validesi II. Beyazıt’ın kızı. Genç yaşta saray hizmetlerine alınıyor, akıllı ama hırçın ve kavgacı; şair ruhlu ama cengaver ve avcı bir kişi. Sultan Süleyman zamanında ilk önce Kapıcı Başılığa yükseliyor, sonra Yeniçeri Ağalığı yapıyor. Daha sonra da Sipahilerin ağası oluyor, sonra da Anadolu Beylerbeyi ve Rumeli Beylerbeyi. Anlayacağınız devamlı yükseliyor.1533 de ki İran seferine Şemsi Paşa sipahilerin komutanı olarak katlıyor. Şehzade Mustafa babasına isyan edince, Şemsi Paşa soluğu İstanbul’da alıyor ve şehzadenin kendisini hükümdar ilan ettiğini, yeniçerilerin isyana hazırlandığını söyleyerek padişahın Kapıkullarının komutanlığını alarak isyanı bastırmaya hazır olmasını tavsiye ediyor. Padişah ta bu hizmetleri dolayısı ile kendisini Sivas vilayeti valiliği ile taltif ediyor. Sultan Süleymanın ölümünden sonra II. Selim tahta geçince Şemsi Paşayı Kubbe Altı Veziri yapıyor. Ama bir zaman sonra Şemsi Paşa sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ile münakaşa edince görev kendisinden alınıyor ve Piyale Paşaya veriliyor. Sokullu‘nun bir suikasta kurban gitmesinden sonra Şemsi Paşa kısa bir süre içinde olsa sadrazam olarak da hizmet veriyor. Şemsi Paşanın kısaca hikayesi bu, caminin hikayesine ve adının nereden geldiğine gelince:
Şemsi Paşa Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ile zaman zaman münakaşa eder ve onu iğnelemekten hoşlanırmış. Bir gün ikisi konuşurlarken söz Mimar Sinanın Sokullu için yaptığı Sultan Ahmet Caminin yanındaki küçük camiden söz açılır. Şemsi Paşa caminin çok güzel olduğunu ama kubbesini devamlı kuşların pislettiğini söyler. Sokullu bu sözlere çok alınır ama, “ Allahın mahlukatıdır, yapacak bir şey yoktur” diye geçiştirir. Zaman geçer, gün gelir Şemsi Paşa’da bir camiye hami olmaya karar verir. Ama aklında bir zamanlar sadrazama söylediği sözler vardır. Mimar-ı azam Sinan’a derdini anlatır. “Bana öyle bir cami yap ki üzerine kuşlar konmasın” der.
Mimar Sinan günlerce düşünür, taşınır. O koca mimar daha önce Üsküdar ve Edirnekapı’ya iki Mihrimah camisini yapmıştır ki, ilkinin kubbesinden ay çıkarken diğerinin üstüne güneş batar. Süleymaniyenin akustiğini ölçerken caminin içinde nargile fokurtusu dinlemiş, avize fanuslarının içine devekuşu yumurtası koyarak camiye haşeratın girmesini önlemiştir. Elbet buna da bir çare bulacaktır. Nitekim bulur da. Üsküdar’da kayık iskelesinin hemen yanında kuzey ve güney rüzgarının birbirine karıştığı, dalgaların hoyrat hoyrat karaya vurduğu bir yer vardır. Burada o kadar titreşim vardır ki ne martılar ne de yelkovan kuşları bu bölgeye yanaşmazlar üzerinden uçmazlar bile. İşte Mimar Sinan bu küçücük camiyi buraya yapar, camiye de hamisi Şemsi Paşanın adı verilir. Caminin yapıldığı 1580 yılından beri caminin üzerinden tek bir kuş bile uçmaz ve bu nedenle halk camiye kuş konmaz camisi der.
Daha kalsak Üsküdarlı dostumuz kim bilir daha neler anlatacaktı. Teşekkür ederek yanından ayrılırken rahmeti babasının istiklal savaşı gazilerine verilen kimlik belgesi ile resmini çekmemizi istedi. Biz de öyle yaparak bu hikayesi ve ismi ilginç caminin avlusundan ayrıldık.
Cem Özmeral
Dublin, Ohio
9 Aralık, 2015