Bu yazıyı yazmam için bana ilham veren sevgili arkadaşım Semiray Özbilen'e ve albümünden ayazmanın içindeki resimleri temin eden Parisli kadim dostum Ara Kebapçıoğluna teşekkürlerimle. C.Ö.
DORETHEA'NIN EKATERINA ADINI ALMASI
Eski zamanda, yaklaşık olarak üçüncü yüzyıldan dördüncü yüzyılla geçilen yıllarda, Doğu Roma İmparatorluğunun İskenderiye kentine Dorethea adında güzelliği dillere destan bir kız yaşarmış . Dorethea’nın ailesi aristokrat bir aileymiş ve kızlarına fen bilimlerinden sosyal bilimlere kadar her türlü eğitimi verdikleri gibi, şiir, resim, güzel sanatlar, müzik alanlarında da ondan hiç bir donatımı eksik etmemişler. Dorethea’nın göz kamaştıran güzelliği de bu vasıflarına eklenince bütün zengin ve asil ailelerin oğulları onunla evlenebilmek için sıraya girerlermiş. Ama asi ruhlu genç kız ailesinin kendisine verdiği çok tanrılı din bilgisine inanmaz, gelen damat adaylarını geri çevirir ve kendine yeni bir yol ararmış. İşte bir gün bu arayışların sonucu hristiyan bir rahiple tanışmış ve onun anlattığı tek tanrı ve onun ebedi bakire Meryem Ana’dan olan oğlu İsa’nın öğretilerinden çok etkilenmiş. Dorethea hristiyanlık dinini kabul edip vaftiz edilmiş ve “taçlandırılmış taç” anlamına gelen Ekaterina adını almış.
Gene o devirde önce Suriye ve Mısır valiliği yapan ama sonra Doğu Roma’nın İmparatorluğuna kadar yükselen II. Maximinus adlı imparator hüküm sürüyormuş. Sıkı bir pagan olan Maximinus sınırları içindeki hristiyanlığı kabul edenlere göz açtırmaz, onlara her türlü işkenceyi yaptırır sonrada İsa’yı reddetmezlerse öldürtürmüş. Ekaterina’nın zengin ailesini hemen karşısına almak istemeyen İmparator önce defalarca temsilcilerini yollayıp ondan hristiyanlıktan vazgeçmesini istemiş. Ama Ekaterina Nuh deyip peygamber demeyince onu önce zindana atıp vücudunu at arabası tekerliğine bağlamış ve tekerleği çevirerek ona işkence etmeye başlamış. Aynı zamanda genç kızın ailesinin de bütün servetine el koyan imparator kendisinin arzularına ve telkinlerine sırt çevirince kafasını keserek onu öldürtmüş ve bilinmeyen bir yere gömdürmüş
.
Gel zaman git zaman Roma İmparatorluğunda hristiyanlık yayılacak hatta Büyük Konstantin Hristiyanlığı imparatorluğun resmi dini olarak ilan edecektir. Kısa sürede Ekaterina’nın öyküsü de dilden dile dolaşacak ve kendisi bir azize ilan edilerek iikonları yapılmaya başlanmıştır. Resimlerde ve ikonlarda çoğu zaman genç kadın kendisine işkence yapılan tekerleğin önünde tasvir edilecek ve yirminci yüzyıl başlarında bile bazı ülkelerde kullanılan bu işkence aletine Ekaterina tekerleği denecektir.
Rivayete göre melekler Azize Ekaterina’nın naaşını Sina yarımadasındaki bir tepeye götürüp gömmüşlerdir. Onun ölümünden tam üç yüzyıl sonra Bizans’taki bazı rahipler rüyalarında Azizeyi görüp nerede gömülü olduğunu tespit ederler. Gene bu rivayet üzerine, o zaman hüküm süren İmparator I. Jüstinyen, 548 yılında Sina yarımadasında Azizenin mezarının olduğu varsayılan yere bir manastır yapılmasını emreder. Aslında bu manastır daha önceki imparator I. Konstantinin annesi Helena’nın emri ile yaptırılan küçük kilisenin hemen yanı başındadır. Helena’nın Şapeli diye de adlandırılan bu kilise Musa peygamberin yanan çalıları gördüğü alanın üzerine inşa edilmiştir. Her üç dinin de kutsal kabul ettiği bu alandaki Ortodoks manastırı dünyanın ayakta kalmış en eski manastırıdır. Manastır arazisi içinde 909 yılında yapılmış bir cami , kütüphanesinde Hazreti Muhammetin olduğuna inanılan ve manastır bölgesinin kutsal olduğunu söyleyen bir akitname ve sayısız hristiyan ikonları ve değerli eski kitaplar bulunmaktadır.
MODADAKİ EKATERİNA AYAZMASI
Resimler soldan: Semirayın kamerasından ayazmadaki Ekaterina ikonu,ortada Ara kızı Pauline ile ayazmada, sağda Ara'nin rahmetli annesi ayazmada
Dünya üzerinde Ekaterina adına yapılmış sayısız kilise ve şapel var. Ama Türkiyede’ki bu isimle anılan tek şapel İstanbul’da, Moda’da. Belki’de dünyanın en küçük şapeli ve bir meyhanin bahçesindeki tek şapel. Ve içinde de bir ayazma. Kayadan fışkıran bir kutsal su. Kimine göre Sina yarımadasında yatan Azize Ekaterina’nın mis kokusunu andıran parfüm kokan su.
Yıl 1935. İmrozlu bir Rum vatandaşımız Konstantinos Koço Korontos ; Moda iskelesinin hemen yakınında yokuş başına Moda Park adıyla bir çay bahçesi açar. Zamanla Moda Park, deniz ürünleri, taze balıkları ve mezeleri ile ünlü bir Moda meyhane ve lokantasına dönüşecek ve kısaca Koço diye anılacaktır. İşte üç nesildir ustadan çırağa, ahçıdan yamağa devredilen ve ünü giderek artan bu Moda ikonunun bahçesinde aslında başka bir ikon daha vardır. Koço restoranın bahçe kapısından girerseniz, eski bulaşıkhane ve çalışan tuvaletlerine doğru gidilen yolda, mutfaktan restorana servis yapan, elinde tepsileri ile koşuşan garsonların arasından aşağıya doğru inen mermer merdivenlere doğru yürüyün. İşte burada üç basamak aşağıda, en fazla üç kişinin sığacağı, gümüş yaldızlı duvarların içinde mum ışığı altında fındık kabuğu kadar bir sunak vardır.
Yıl 1924. Üç Rum balıkçı balıktan dönmüş, kayıklarını kumsala çekmiş, bugün restoranın olduğu yerde,belki de kayaların üzerinde balıklarını pişirip demlenmektedirler. İçlerinden bir tanesi kayaların arasından bir kaynaktan su aktığını görür. Avucu ile sudan bir yudum alır ve ağzına götürür. Su bal gibi tatlı ve amber kokuludur.Ertesi sabah üç arkadaş etrafı keşfe çıkarlar. Su kaynağın etrafında harabeye benzeyen duvar kalıntıları vardır. “Burada bir şey var!” diye yetkililere haber verirler. Netice de burada bir kazı yapılır ve eski bir Bizans kilisesinin kalıntılarına rastlanır. Ve daha da önemlisi bir ikon bulunur, bir kadın ikonu, genç bir kadın yüzü, belki de arkasında bir tekerlek resmi. Evet bu Hazreti İsa’yı reddetmediği için canının veren Azize Ekaterina’dır. Bundan sonrası da tam bilinmez , ama büyük olasılıkla civardaki Rumlar birleşir, bağış toplar ve bu suyun olduğu yerin üstüne kutu kadar bir şapel yaparlar.
Semiray ayazma girisinde ve dilek mumlari
Ben bu küçük kiliseciği henüz gezmedim, ayazmayı görmedim. Ama duyduğum, okuduğum kadarı ile orayı ziyaret edenler hristiyanlar olduğu kadar müslümanlar, inananlar kadar, inanmayanlar, Koço’ya gidenler kadar, sokaktan geçenler. İnşallah ilk fırsatta , ilk İstanbul seyahatimde buraya gideceğim .Önce sunağa girip eğer hala akıyorsa ayazmadan bir yudum su içip, kasedeki kandilden aldığım ateşle mumu yakıp dileğimi içimden geçireceğim. Sonra da mermer basamaklardan çıkıp Koço’ya çıkıp balığımı yiyip başka bir kutsal içecekten içeceğim.
Cem Özmeral
4 Ocak 2016
Dublin, Ohio
Bu yazıya çok değerli yorumlar aldım, ama belki de en güzeli aşağıdaki resimler. Zeren dostlarım Koço'ya gidip dileklerimden birini benim için yerine getirmişler.