“İstanbul Surları” denince aklımıza öncelikle tarihi yarımadada’ki surlar gelir. Sarayburnun’da Sirkeci tren istasyonundan başlayıp batıya doğru sahil yolu boyunca ilerleyerek, Cankurtarandan Ahırkapı fenerine kadar uzanan, sonra karadan kuzeye doğru geçip, Haliç’in ağzından Gülhane Parkına kadar ilerleyen ve Topkapı Sarayını çevreleyen Konstantin Surları ya da Sur-i Sultani bu surların ilk bölümüdür. Buradan Marmara denizi ve tren yolu boyunca Yedikule’ye kadar Deniz Surları uzanır. Sonra, karadan gelecek düşman istilalarından şehri korumak amacıyla Bizans Imparatoru II.Theodosius tarafından yaptırılan, Yedikule’den başlayan Kara Surları ve nihayet Ayvansaray’da biten Kara Surlarını Balat’da Petrion kapısına kadar uzatarak Haliç’e indiren Heraclius surları. Son olarak da Balat’dan başlayan ve Haliç’in güney sahili boyunca Eminönün’deki eski Yalı Köşküne kadar uzanan Haliç surları da bu çemberin son halkasını oluşturur. İstanbul surları adını verdiğimiz bu surların kalıntıları Haliç bölgesi hariç aralarındaki kesintilere, yüzyıllar boyunca süren çarpık yapılanmalara rağmen hala yer yer ayaktadır ve yanından geçenlere eski devirleri hiç değilse hayal etme olanağını sağlar. Ama “Karşı Yaka” anlamına gelen Haliç’in Kuzey sahilindeki Pera’daki Galata surlarından günümüze o kadar az kalıntı kalmıştır ki çoğu kişi burada eskiden surların olduğunu bile bilmez
Galata Kara Surları, Pera.3 D Canlandırma : PATTU / Hayal-et Yapılar sergisi
GALATA SURLARI
Galata Surları Kasımpaşa’dan Tophane’ye kadar, Azapkapı, Şişhane ve Karaköy semtlerini içine alan Bizans kolonileri tarafından yapılmış surlardı. Kara tarafında Pera’dan gelecek düşman hücumlarını önlemek için yapılan surların kalınlığı 2 metre olup önlerinde 15 metrelik su hendekleri bulunuyordu. Galata Kulesini kara surlarının tam orta noktasında içine alan bu surlar Azapkapı ve Tophane civarında Pera tepelerinden aşağıya doğru iniyor ve Haliç ve Boğaz kıyılarInda bir set yaparak Galata bölgesine denizden gelecek tehlikeleri önlüyordu.Surların denizle birleştiği yerler pazar yeri ve çarşı alanı olarak işlev görüyordu. 1267 yılında Cenevizlerin Bizanslılardan yerleşme izni almalarından sonra bu surlar kısmen yıkılmış ve kalanlarını da bir Bizans garnizonu korumaya başlamıştı. 1296 yılında Venediklilerin Ceneviz kolonisine denizden hücum etmesinden sonra surlar gizli gizli yeniden yapılmaya ve onarılmaya başlandı. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetih ettikten sonra Ceneviz kolonisi ile bir anlaşma imzalamış ve Cenevizliler toprak üzerinde hakları olmadıklarını kabul ettikleri için onların yerleşim ve ticari ayrıcalıklarını korumalarına izin vermiştir. En büyük burcu bugün Karaköy’de Yeraltı Caminin olduğu yerdeki Zindan Kulesi ve günümüze kadar sapasağlam gelen Galata Kulesi olan surlarının hepsi zamanla yoğun yerleşim nedeniyle yok olmuştur.
17. Yüzyılda Evliya Çelebi surların dış duvarlarında 12 kapı ve 24 kule olduğunu ve sur içindeki iç duvarların da altı kapısı olduğunu söyler ve bunları şöyle sıralar.
DIŞ DUVAR KAPILARI
Meyyit Kapısı (Kasımpaşa tersanesi yönünde)
Azap Kapısı ve Kürkçü Kapısı (Güney’e bakan Haliç yönünde)
Yağ Kapanı (Kıyı şeridinde)
Balık Pazarı Kapısı,
Karaköy Kapısı
Kurşunlu Mahzen(Rumların ayazması, Aya Nikola , bugünkü Yeraltı Camii)
Kireç Kapısı ve Timur Kapısı(Fındıklı, Tophane deniz kıyıları)
Tophane Kapısı(Kara tarafında)
Küçük Kule ve Büyük Kule Kapıları((Pera yönünde kara kapıları)
İÇ DUVAR KAPILARI
Küçük Karaköy Kapısı
Mihail Kapısı
Meydancık kapısı
Kilise Kapısı
İç Azap Kapısı
Sadık Kapısı
1314 yapimi Ceneviz binasi/S.Erarslan
1864 yılında Belediyenin kentleşme projesini yürüten 6. Daire’de mühendis olarak görev yapan Marie de Launay Ceneviz Surlarının çevrelediği Galata’nın bir krokisini yapmış ve o tarihte “Harip Kapı” ve “Yanık Kapı” adlı iki iç kapının hala ayakta olduğunu yazmıştır. Osmanlılar zamanında Galata surları içindeki müslüman ve gayri müslim vatandaşların yaşadığı beş ayrı mahalle varmış. Surların içindeki bu iç duvarlar ve kapılar bir yerde bu mahalleleri birbirinden ayıran sınırlar olarak da görev yaparmış. Bizim tahminimiz e göre Launay’in söz konusu ettiği Harip Kapı ve günümüze kadar gelen Yanık Kapı Evliya Çelebinin bahsettiği Mihail ve Kilise kapıları olabilir. Muhtemelen bu kapılar sıkça çıkan yangınlar dolayısı ile harap olmuş ve halk arasında Harip* ve Yanık kapılar olarak anılmaya başlanmıştır. Marie de Launay yazılarında Galata bölgesinde sokakların çok dolambaçlı ve dar olduğunu ve bu durumun ulaşımı engellediği gibi sıkça çıkan yangınlarda büyük tehlike arz ettiğini söylemiştir. 1857 yılında kurulan Şehremini 6. Dairesi yolların genişletilmesi ve yerleşim yerlerine ve limana kolayca ulaşılabilmesi için açılacak caddeler dolayısı ile surların yıkılmasına karar vermiştir. Surlar yıkılmış, hendekler doldurulmuş ve Cenevizlerden kalma Voyvoda binalarından ve sur burçlarından alınan tarihi armalı taş levhalar saklanmak üzere müzelere kaldırılmıştır. Bugün o tarihte gerçekleşen yıkımdan kurtulmuş 1314 yılında yapıldığı söylenen birtek Ceneviz binası hala ayata kalmayı başarmıştır.
*Evliya Çelebi nin Harip diye bahsettiği kapı bazı yerlerde Harup olarak geçiyor, ama bu keçiboynuzu anlamıma gelen Harrup ile karıştırılmamalı.
Kartpostal Max Fruchtermann
O yılların Galata’sını en güzel anlatan kişilerden biri şüphesiz İtalyan yazar ve seyyah Edmondo De Amicis dir. De Amicis 1864 yılında yayımladığı İstanbul adlı seyahatnamesinde Galata’dan uzun uzadıya bahseder. İki tarafı meyhaneler, tatlıcılar, berber ve kasap dükkanları, Rum ve Ermeni kahveleri ile dolu daracık sokaklarda hamallar, sütçüler, sucular, şerbetçiler, gazete satan çocuklar, eşekler, atlı tramvaylar bütün gün geçip dururlar. İstanbulun bütün ticareti, bankacılığı, tefeciliği, borsası, gümrük işlemleri bu bölgede de yapılır. Manastırlar, kiliseler, yazıhaneler, hastaneler mağazaların hepsi buradadır. Tepebaşı yamaçlarından aşağıya doğru Şişhane’den Kuledibi’ne kadar Küçük Mezarlık denilen Müslüman mezarlıkları yer alır. Servi ağaçları ile kaplı bu mezarlıklarda çoğu devrilmiş, üstlerindeki kavuk kısımları yer yer kopmuş mezar taşları gelişi güzel sağa sola serpilmişlerdir. Bu mezar taşları arasında çocuklar oynar, kimi adamlar yere çömelmiş çubuk içerler, tek tük feraceli kadınlar yollarda görülür, inekler otlar, kumrular servi ağaçlarında pinekler. Kuledibinden yukarıya doğru çıkıldıkça feslerin yerini silindir şapkalar, Türkçe konuşmaların yerini Fransızca, İtalyanca ve Ceneviz lisanları alır. Geniş Pera caddesi ile birlikte de Londra ve Paris’de ki gibi tipi taş binalar, görkemli mağazalar, tiyatrolar, sefarethaneler yan yana sıralanır. İleride, Taksimde de Büyük mezarlık denilen gayri müslimlerin mezarlığı vardır.
Galata surlarının çevrelediği alanı bir kelebeğe benzetirsek, kelebeğin baş kısmında Galata Kulesi yer alır. Galata Kulesi ilk olarak 528 yılında Bizans İmparatoru Anastasius tarafından bir fener kulesi olarak yapılır.1204 yılında IV. Haçlı seferleri sırasında büyük hasar gören kule 1348 yılında Cenevizliler tarafından yeni baştan inşa edilir ve kuleye İsa Kulesi adı verilir. Cenevizliler zamanında bir gözetleme kulesi olarak kullanılan kule, Osmanlılar zamanında yangın kulesi, zindan ve rasathane olarak da görev yapmıştır. Kule hemen her yüzyılda çıkan yangınlardan sonra büyük bir tamir geçirmiş devrilen külahı defalarca yenilenmiştir. Bu yenilemelerin başlıcası Sultan II Mahmut ve III Selim zamanında yapılmıştır.
Benim 1960 lı yılların başında orta okul ve lise yıllarım Kuledibinde’ki Avusturya Lisesinde leyli öğrenci olarak geçmiştir. Yedi yıl boyunca Galata’nın Cenevizlere kadar uzanan o gizemli havasını teneffüs etmiş, Arnavut kaldırımlı sokaklarını hafta‘da bir de olsa aşındırmış ve defalarca Galata kulesine tırmanmışımdır. Tırmandım diyorum, zira o yıllar kule de asansör yoktu. Kapıdaki bekçiye 50 kuruş verir ve merdivenlerden yukarıya çıkmaya başlardınız. Bu merdivenler yukarı çıktıkça daralır, iki büklüm zor yürüdüğünüz dehlizlere dönüşürdü.Belki on beş dakika süren bu tırmanış nefes nefese bittiğinde gördüğünüz manzara karşısında yorgunluğunuzu unutur hayran hayran şehri seyrederdiniz. Artık İstanbul kanatlarınız altındadır ve siz karşınızda Üsküdar’ın Salacak kıyılarını, Kız Kulesini, Haydarpaşa vapur iskelesini ve adaları görürdünüz. Sonra‘dan Evliya Çelebinin yazılarından öğrendiğimize göre de Hazerfan Ahmet Çelebi, Okmeydanı'nda rüzgarları kollayıp uçuş talimleri yaptıktan sonra, tahtadan yaptırdığı kartal kanatlarını sırtına takarak 1638 yılında bu bizim İstanbulu seyrettiğimiz Galata Kulesi'nin tepesinden ÜsküdarDoğancılar'a uçmuştur.
Gene o yıllarda kuleden Marmara denizine bakarken başınızı sağa doğru çevirdiniz mi, biraz aşağınızda eski Galata köprüsünde insanlar ve araçlar devamlı bir hareketlilik halindedir. Marmaranın mavi sularında şehir hatları vapurları, araba vapurları, yolcu motorları, takalar, Eminönün’den Karaköy’e dolmuş yapan sandallar, köprü üstünde tramvaylar, at arabaları, siyah Amerikan otomobilleri... Galata Köprüsünün Eminönü tarafında Yeni Caminin hemen solunda bir yeşillikler kümesi içinde Topkapı sarayının kubbeleri ve kulesi ve bakır kırmızı rengi ile iki bin yıllık muhteşem Ayasofya, sağa doğru devam edince, gökyüzünün mavilikleri içinde altı adet kurşun kalem minareli Sultan Ahmet Camii, Beyazıt Kulesi ve Sinanın muhteşem eseri Süleymaniye. Sonra Haliç’e doğru Yavuz Sultan Selim ve Mihrimah Sultan camileri, bir orta çağ şatosunu andıran Kırmızı Mektep, Eyüp’ün Pier Loti sırtları ve beyaz kar taneleri gibi öbek öbek mezarlıklar. Zaten Galata’dan bakmazsan İstanbulu görmüş sayılmazsın.
St PIER&PAUL KILISESI ARKASINDAKI BURC
St.PIER(PETER)PAUL KILISE KAPISI
BEREKZADE CAMII AVLU KAPISI
Fotoğraflar Selçuk Erarslan
Sankt Georg Avusturya Lisesi ve Kilise 1881
Galata Kulesinin bulunduğu küçük meydan 1960 lar da şimdikine göre çok daha bakımsız bir durumda idi. Kule meydanına çıkan yolun başı at arabalarının mola verdiği, karpuz sergilerinin bulunduğu, şam tatlısı satan seyyar satıcıların, siyah torbalı tombalıcıların, tezgah açmış geleni geçeni kandırıp parasını alan üç kağıtçıların, ellerinde kundakla gezen dilenci kadınların sanatlarını icra ettikleri bir yerdi. Biz öğrenciler bu meydandan hızla yüksek kaldırıma doğru yürür ve bizim için çok daha cazip olan Beyoğluna çıkardık. Ne bilirdik ki hemen yanımızda, bizim okul ile Galata kulesi sokağındaki St. Peter ve Paul Kilisesi arasındaki eski taş binaların arasında Cenevizlilerden kalma surların burçlarından biri dimdik ayakta olsun. Bundan beş altı yıl önce yıktırılan eski binaların arasında tepesi kopmuş bu burç dimdik ortaya çıktı. Belki de yüzyıllardan beri burası evsizlerin yurdu olarak işlev görüyordu. Halen etrafı kapalı olan ve hala berduşların yaşadığı bir alan intibasını veren bu kule büyük olasılıkla Yanık Kapı ile Kuledibi kapılarını birleştiren iç surlar arasındaki kalıyordu.
O günler gene bilmediğimiz bir şey de şimdi yerinden Galata Kulesi meydanına taşınan Bereketzade çeşmesinin bulunduğu, karpuzcuların sergi kurduğu alanın altında eski bir mescidin kalıntılarının olduğu idi. Fatih İstanbulu aldıktan sonra Galata Kulesinin hemen yanına küçük bir mescit yaptırır. Kulenin komutanlığına getirdiği Hacı Ali Berekzade’yi de mescidin müezzinliği ile görevlendirir. Osmanlı zamanında çeşitli defalar yenilenen mescit uzun yıllar kullanılmadığından 1948 yılında yıktırılır. 2006 yılında aslına uygun olarak yeniden yaptırılan mescidin bir özelliği minaresinden Galata kulesine gizli bir dehlizin bulunduğu ve ancak bir kişinin geçebileceği bu dehlizin Karaköy meydanına kadar indiğidir. Bu dehliz hala var mıdır, yoksa 1958 yılında Karaköy meydanın genişletilme çalışmaları sırasında yıkılan Tahtalı Cami gibi ortadan kalkmış mıdır ?,. bilemeyiz. Bütün bildiğimiz yüzyıllardan beri Galata’nın ve Galata surlarının savaşlar, yağmalar, yangınlar ve yol yapımları dolayısı ile tahrip edildiği ve bize geçmişten çok az izler kaldığıdır.
AZAPKAPI METRO KOPRUSU ALTINDA SUR KALINTILARI/Istanbullite
1857 yılında Belediye bünyesinde kurulan 6, Dairenin amacı yüzyıllardır Ceneviz voyvodalarının elinde olan hizmetleri onlardan alıp geliştirmekti. Çöpler toplanacak, sokaklar genişletilip ulaşım rahatlatılacak, yangınlar önlenecekti. Gelen yıllarda Voyvoda caddesi büyütüldü Bankalar caddesine dönüştürüldü, Sahil Caddesi açıldı, Yüksek Kaldırım merdivenlerden caddeye çevrildi, Karaköy’den Pera’ya tünel açıldı, çıkan topraklar Tepebaşına yığıldı, mezarlıkların üzerine binalar yapıldı, tersaneler büyütüldü. 1960 lara gelirken Otomobil trafiğinin yoğunlaşması ile ile de Şişhane den Tophane’ye toprağın altı üstüne getirildi. Her defasında da İstanbulun her yerinde olduğu gibi Galata da tarihi eserler ve surlardan arta kalanlar zarar gördü. Bugün artık özel araçların caddelere sığmadığı, toplu taşımanın yer altına metrolara indiği bir devir yaşıyoruz. Galata’da Azapkapı da olduğu gibi bu kazılardan nasibini alıyor. Haliç’e inen sur ve kapı kalıntıları da o sevimsiz metro köprüsünün ayakları altında kaldılar.
Bizi sevindiren gelişmeler de var. Artık gençler, sivil toplum örgütleri ve çoğu bizim gibi düşünen yaşını almış insanlar daha bilinçli, daha katılımcı , seslerini daha yüksek çıkarıyorlar ve eskisine oranla bize kalan tarihi mirasın yok olmasına karşı duruyorlar. Bugün Galata bir yeniden yapılanma, yenilenirken eskiye dönme süreci yaşıyor. Galata kulesinin etrafındaki sokaklar cafeler, restoranlar, pastaneler resim sergileri, sanat atölyeleri ile yoğunlaşıyor. Yedi yüzyıldır Galata’yı simgeleyen kulenin etrafındaki meydan belki de Cenevizliler zamanından beri ilk defa olarak kentlilerin ve turistlerin ilgi odağı olan bir meydan, bir Piazza görünümünü kazandı.. Müzisyenler, pandomim yapanlar, portre ressamları, el sanatlarını sergileyenler, ellerinde top ve lobutlarla gösteri yapan palyaçolar; kısacası kentlilerin buluştuğu, eğlendiği tarihi bir alan. İnsan ister istemez bu güzel kulenin etrafında surlar da olsaydı acaba nasıl olurdu diye hayal ediyor
Cem Özmeral
23 Nisan 2014
Dublin, Ohio
Benim bu hayalimi aslında hem de en güzel şekilde gerçekleştirmiş olan tasarımcıların varlığından yeni haberim oldu. PATTU / Hayal-et Yapılar sergisinin çok başarılı tasarımcılarına Galata 3D grafiklerini bu yazımda yayımlamama izin verdikleri için teşekkür ediyorum. Yazıdaki ilk ve son çalışmalar onlara ait.
Image:
Galata Kara Surları, Pera.3 D Canlandırma : PATTU / Hayal-et Yapılar sergisi