Michigan’ın South Haven sayfiye kentinde ailece bir hafta sonu tatilindeyiz. Beş yaşındaki torunum Taylor Duru otel odasında oturmuş televizyonda çocuk programlarını izliyor. Üç yaşındaki Madise ise balkonda kucağımda oturuyor. Aşağıda Black River nehri Michigan gölüne doğru uzanıp gidiyor. Önümüzde botlar, yatlar, sandallar, yelkenliler tam bir resmi geçit yapıyorlar.Büyük gulet tipi bir korsan yelkenlisi aynı Bodrum’daki günlük turlar gibi yolcularını almış göle doğru açılıyor. Marina olarak kullanılan nehrin iki tarafı sahile demirlemiş tekneler le dolu. Sağımızda nehrin kara tarafında içeriye girdiği kısımda bir köprü iki yakayı birbirine bağlıyor. Konum aynen Göksu çayının Boğaz’a aktığı manzara, biraz daha moderni belki.
Yüksek bir bar koltuğunda oturuyorum, kız torunum kucağımda. Belki bir saattir gelen geçen deniz trafiğini, aşağıda vapur şeklindeki sahil lokantasının terasında içki içen insanları seyrediyoruz. Bana sorular soruyor, bitmez tükenmez. “Teknelerin neden bazılarında yelken var, diğerlerinde yok ?, neden botlar önlerini değil arkalarını karaya verip park etmişler ?, restoran gemisi hiç hareket edecek mi ?” Hepsine teker teker cevap veriyorum, o geçen teknelere el sallıyor, karşılık alınca da yüzünü bir sevinç kaplıyor. Sonra bana dönüyor ve aynen:
“ Dede,what a nice day !” diyor. Gerçekten ne güzel bir gün, senin bu yaşında bunu düşünmen daha da güzel küçük kızım.
Düşüncelere dalıyorum. Acaba yıllar geçip biz gittikten sonra, o bugünü hatırlayacak mı ? İmkan yok, insan üç yaşında yaşadıklarını hiç hatırlamaz, belki beş altı yaşında olanlar çok koyu bir perdenin arkasından bellekte kalabilir. Ama zaman bizim zamanımızla aynı değil. Benim çocukluğumdan dedemle olan üç dört siyah beyaz kare kalmış babamın körüklü Bessa makinası ile çektiği. Ama şimdi öylemi, ailede herkesin elinde cep telefonları, selfie çekmeler, instragramlar, video kayıtları, Facebooklar, web sayfaları. Belki her iki torunum da ileride kendi çocuklarına: ” bakın şu resimlere biz bir zamanlar dedenle anneannenle South Haven’e gitmişiz ve güzel bir gün geçirmişiz diyecek. Aynen benim annem,babam, anneannem, dayılarım ve yengelerim ile birlikte vapurla Sarıyer’e gittiğimiz ve benim dedemin kucağında oturduğum fotoğraftaki gibi . Ama dedemin sesi nasıldı, benimle o gün ne konuşmuştu hiç bilemeyeceğim? Oysa onu o kadar merak ediyorum ki !
Dedem kimdi, nasıl bir insandı ne iş yapardı, bu konuda çok az bilgim var, bunların çoğu da annemin bana anlattıklarından. Bir kere çok beyefendi ve nazik bir insanmış ve çok az konuşurmuş. Gençliğinde bir gemiyle New York’a, Ellis Island’a kadar gelmiş ama Mülteci Bürosu yapılan doktor muayenesinden sonra kendisini sağlıksız bulmuş ve Amerika’ya girişine izin vermemiş. Rahmetli annem bana yazdığı bir mektupta onu şöyle anlatmıştı:
Deden Suphi Aykut eşine az rastlanılan bir İstanbul beyefendisi idi. Babası Osman Bey, annesi deden çok küçükken ölmüş. Bir ablası var idi. Halam dünyada en çok sevdiğim insanlardan biri idi. Deden ben küçük iken Yeşilköy’de Air Fransız adlı bir Fransız şirketinde pasaport işlerine bakan bir sivil polis olarak hatırlıyorum.Sonra orası kapandı ve İstanbul’da İkinci Şubede komiser olarak yine pasaport işlerinde çalıştı. Ve sonra emekli oldu.Deden çok ileri görüşlü bir insandı. Beni ilk olarak Kumkapı’daki Jean Darc adlı Fransız mektebine verdi.İki sene orada okudum. Okul kapatıldıktan sonra Taksim’deki Saint Pulcherie’ ye yazdırdı........
SİSLER ARASINDA DEDEM
Büyük babam yani babamın babası, babam dört yaşındayken ölmüş onu hiç tanıyamadım. Ama dedem öldüğünde yedi yaşındaydım ve Ankara’da ilk okula yeni başlamıştım. O gün eve telgraf mı geldi, telefon mu edildi *, yoksa dayımın uzun mektubunu mu aldık hiç hatırlamıyorum. Ama annemin o gece hıçkıra hıçkıra saatlerce ağlamasını hiç unutamam. Dedemi son gördüğümde herhalde altı yaşındaydım. Onun la ilgili anılarımın hepsi bölük, pörçük aralarında bir devamlılık yok. Aklımda kalan bu sayıları çok az anıları da yazılarımda, kitaplarımda hep anlatmışımdır. İşte bütün hatırladıklarım :
Aradan elli yıl geçmesine rağmen , bazen hayallerimde bazen rüyalarımda ben bu camiyi hep görmüşümdür. Bazen avlunun içinden, dedemin elini tutarak yürürüz. Yolun iki tarafında koca koca servi ağaçları ve ağaçların aralarında beyaz mezar taşları vardır. Boyumdan çok büyük bu taşların bir kısmı üçgen şeklinde olup üzerleri, gül sarmaşıkları ve çiçek resimleri ile süslüdür. Daha ince olan diğerlerinin üzerlerinde dev bir soğan'a benzeyen kavuklar bulunur. Dedemle avlunun ön kapısından çıkarız . Bu kapının önünde büyük bir kahve vardır. Bodur sedir iskemleleri ile çevrili alçak masaların etrafı iskambil oynayan, tavla atan müşterilerle doludur. Bunların kimisi koca cam nargilelerindeki suyu fokurdatmakta, kimisi de gümüş tabakalarından çıkardıkları tütünü sigara kağıdına ustaca sarmaktadır. Mahallenin kabadayısı tulumbacı bir iki delikanlı dedemi görünce hürmetle ayağa kalkar ellerini göğüslerine götürüp selama dururlar. Dedem o zamanlar hatırı sayılır bir sivil polis amiridir. Delikanlıların üzerlerinde yakası açık beyaz gömlekler, lacivert pantolonlarının belinde vişne çürüğü kuşaklar göze çarpar. Arkasına bastıkları yumurta topuklu rugan ayakkabılarının içinde beyaz çorapları görünür. Çoğunun , sol elinde sarı renkli kehribar tespihler vardır. Dedemle yolun karşısına geçer , Mehmet Efendinin berber dükkanına gireriz. Dükkanın kapısında mavi, beyaz bir dönen bir silindir vardır ve bu benim hep hoşuma gider.
Özlediğim İstanbul, Okyanus Ötesindeki bir İstanbullu’dan Anılar,2001
Dedemin üzerinde lacivert bir takım elbise ve bordo renkli bir kravat vardı. Cepkeninden saat zinciri görülüyordu. O da anneannemin yanında hasır bir sandalyeye oturmuştu. Önündeki sehpanın üzerinde itinayla soyulmuş birkaç dilim elma ve bir kadeh kırmızı şarap vardı. Gümüş sigaralığından yassı bir sigara çıkardı,çakmağıyla yaktı, sigarayı ağzına götürdü. Etrafa mavi beyaz bir duman yayıldı. Sonra bu dumanın arkasındaki manzara ve renkler bir anda kayboldu. Tekrar görmek istedim bu zamanını tam bilemediğim çok renkli tabloyu. Hazım Amcayı görmek istedim en çok. Ama heyhat, geri gelmedi, gelmeyecekti !
Kaybolan Kır Tepebağ, istanbullite.com 2007
En fazla beş yaşındaydım, Anneannem ve Dedem beni elimden tuttular ve Küçükyalı’ dan trene binerek Haydarpaşa’ya geldik. Herhalde oradan da bir fayton ile Kadıköy’e. İnsanların şık giyindiği yıllar ; takım elbiseler, fötr şapkalar, tayyörler. Benim üzerimde lacivert bir denizci elbisesi var, kısa pantolon, altın renkli düğmeli lacivert ceket, beyaz gömlek, rugan beyaz iskarpinler. Nasıl mı hatırlıyorum? Dönüşte ceketimi trende unutacağız ve onu kaybettiğime günlerce üzüleceğim ve bu olay belleğimden hiç çıkmayacak da, ondan.
Bugün hayatımda ilk defa sinemaya gidiyorum. Opera sineması bu yakanın hatta Türkiyenin en lüks sineması. 1938 yılında Abdülhamit ten kalma bahçeli bir konağın yerine yapılmış ve kısa zamanda getirdiği Amerikan filmleri ile ün yapmış. Rita Hayworth’lu, Gary Cooper’li, Spencer Tracey’li yıllar. Tabii beş yaşında bir çocuğun bunlardan haberi yok. Bütün bildiği ilk defa bir sinema filmi göreceği.
Sanki bir film şeridi gibi hala aklımda. Dedem cam pencerenin arkasındaki çalışana: “iki büyük, bir çocuk” diyor ve zincirli cep saatinin altındaki cepten para çıkarıyor. Gişedeki memur çocuğun kaç yaşında olduğunu soruyor. Dedem “altı” deyince, adam paso’mu istiyor. Tabii ben ne altı yaşındayım ne de daha okula gidiyorum. Böyle lüks sinemalara altı yaşından küçük çocukları almıyorlar. Çaresiz üzülerek oradan ayrılıyoruz, sonra ne yapıyoruz, hiç hatırlamıyorum.
Bahariye’de Sinemalar, istanbullite.com 2012
Bir başka anım da bir sabah yataktan kalkınca dedemin bana yastığımın altına bakmamı istemesidir. Yastığı kaldırdığımda , burada bir cep saati vardır ve bu dedemin bana hediyesidir. Ben uzun müddet sabahları kalktığımda yastığımın altını kontrol etmişimdir. Gene bir gün dedemle gezerken, o zamanlar genellikle fotoğrafçıların çocukların resimlerini çekmek için kullandıkları, içine girilen model bir araba görürüz. Arabanın fiyatı elli liradır. Ben dedeme “ lüzumsuz bir elli lirası” olup olmadığını sorarım.Tabii ki yoktur. Zannederim o zamanlar babamın yüzbaşı maaşı yüz ya da iki yüz liradır.
“Küçükyalı ile ilgili ilk anılarım dört, beş yaşlarıma rastlar.O zamanlar dedem , Kocamustafapaşa’ daki köşkten ayrılmış ve Küçükyalı’da tek katlı bir ev yaptırmıştır. Burada anneannem ve o zaman üniversiteden yeni mezun olan dayımla birlikte yaşamaktadır. Evin bütün etrafı kırmızı gelincik tarlaları ile kaplıdır. Dayım bana uçurtma yapmasını öğretmektedir. İnce çıtalar, altıgen şeklinde birbirine ince çivilerle tutturulur. Kırmızı, mavi, yeşil parlak kağıtlar bu iskeletin üzerine undan yapılmış bir tutkalla yapıştırılır. Uçurtmanın en önemli ve gösterişli kısmı, saçak,saçak incecik kağıtlardan oluşmuş kuyruk kısmıdır. Kuyrukta takıldı mı, artık uçurtma hür bir kuş gibi gök yüzüne salınır...........................”
“Dedemin ve anneannemin yalısının hemen arkasında iki katlı bir bina vardır. Burada Refik Bey ve refikaları yaşamaktadır ve bunların yedi kızları vardır. Lemi dayım bu kızlardan Servet hanıma tutulur ve kısa zamanda nişanlanıp evlenirler. Dayımın hakim olarak Kars’a tayini çıkar. Yeni evliler, dedem ve anneannemle Kars’a taşınırlar. Bu benim dedemi son görüşümdür. İki, üç sene sonra dayımlar Küçükyalı’ya döndüklerinde dedem artık yoktur. O artık uzaklarda, bembeyaz karların altında yatmaktadır.
Özlediğim İstanbul, Okyanus Ötesindeki bir İstanbullu’dan Anılar, 2001
* Maltepe çeviren sokaktaki evimiz 1954 yılında Ankara'da telefonu olan nadir evlerden biriydi. Üzerindeki yuvarlak dairedeki numaraları parmakla çevrilen siyah telefonumuzun numarası 25 582 idi ve şehirlerarası telefonalr santral aracılığı ile yapılırdı.
Dedem ve Ben
DEDEMİN ANNEME SON MEKTUBU
İki mektupta annemin ölümünden sonra onun sandığından itinayla içine konulduğu çıt çıtlı bir naylon kılıfın içinden çıktı. Eski Türkçe olan ilk mektup önlü arkalı tam dört sayfa. Bizim eskiden bakkal kağıdı dediğimiz bir kağıda kurşun kalemle yazılmış. Görür görmez bunun Suphi Dedem’den Annem’e yazılmış bir mektup olduğunu anladım. Ama bu sadece bir his miydi, yoksa ben çocukken bu mektubu annemin sakladığını görmüştüm, hatırlamıyorum. Acaba içinde ne yazıyordu, ah bir eski Türkçe okuyabilseydim. Burada da arkadaşım Selçuk Erarslan imdadıma yetişti. Bu mektubu eski Türkçe okuyan uzman bir arkadaşına okutmuş. Ondan beni çok sevindiren şu satırları aldım:
23.02.54 tarihli
“Sevgili pek küçücüğüm canım kızım;
Mektubuma ne yazayım. Şamil başlayayım istiyorum. Önce yolladığın mektubunun her şeyini tafsilatı ile yazdım.. canım evladım,bu günlerde…”
"diye devam eden oldukça yazısı bozuk bir babanın kızına yazdığı mektup. Tarih sene sırası 54 olarak yazıldığında 1254 mü 1354 mü olduğu anlaşılamamıştır. 1254 olursa 1839 olur. 1354 ise 1939 olur."
Bu satırları Selçuk’a yazan arkadaş hasta olan dedemin yazısının kötülüğünü bahane ederek mektubun gerisini tercüme etmemişti.
Aslında tarih konusunda Selçuk’un arkadaşı konu ile bilgisi olmadığı için yanılıyordu.Mektup’a eski Türkçe yazıyla yazılmıştı ama tarih miladi takvim'e göre atılmıştı: 23.2.54 yani 23 Şubat 1954. Sevgili Dedem Suphi Aykut 17 Mart 1954 de Kars’da bu mektubu yazdıktan 24 gün sonra vefat etti. Lemi Dayım genç bir hakim olarak Kars’a tayin olduğunda dedem ve anneannem de oğullarının yanına küçük torunları Ömer’e bakmak için Kars’a gitmişlerdi. Dedem orada hastalandığında, anneanneme en büyük korkusunun İstanbul’a dönememek ve kızı Lamia’yı tekrar görememek olduğunu söylemişti. Ne yazık’ki bu korkusu başına geldi ve 68 yaşında hayata veda etti. Annem hayatı boyunca babasının mezarını ziyaret edememiş ve hep onun üzüntüsünü çekmiştir
Dedem son günlerinde küçük kızı Lamia’yı halının altında ararmış. Artık ilaçların tesirinden mi yoksa ölüme çok yaklaştığından mı bilemiyoruz. Annem “Beybaba”sının gözünde hep onun “küçücüğü”, “canım kızı”ydı.
Dedemin Anneme son mektubu,23 Subat 1954
Dedem Lemi Dayim ve torunu Omer ile, olumunden bir ay once 15 Subat 1954
Dayimin anneme yazdigi mektup 19 Mart 1954
Columbus nire, Kars nire ?
COLUMBUS, OHIO NİRE KARS NİRE ?
Son birkaç yıldır içimde nedenini tam bilemediğim bir istek doğdu. Kars’a gidip dedemin mezarını aramak. Acaba annemin 2009 yılında ölümünden sonra, onun hayatta olsa bu çok arzu edeceği şeyi yapma iç güdüsü müydü bu istek? Bilemiyorum. Üç yıl önce bir bayram arifesi Kocamustafapaşa’da idim. Niyetim Vidin Caddesindeki çocukluğumda dedem, anneannem ve diğer akrabalarım ile zaman zaman beraber yaşadığımız eski köşke uğrayıp buradaki kiracıdan geciktirdiği kiraları tahsil etmekti. İşimi bitirmiş, Sümbül Efendi caminin avlusundan sokağa çıkmış yürüyordum. Birden önümde ayaklarımın dibinde katlanılmış bir kağıt para olduğunu gördüm. Etrafımdan geçen kimseler yoktu, eğildim parayı elime aldım muntazam bir şekilde katlanmış banknotun katmanlarını açtım. Elli Türk Lirası idi. Birden tüylerimin ürperdiğini hissettim, dedemi hatırladım, geçtiğim sokakta onunla oturduğumuz eski kahveyi hatırladım, ondan istediğim “lüzumsuz elli lirayı” hatırladım . Hani şu fotoğrafçının sattığı, içine binilen çocuk otomobilini almak için lüzumlu olan elli lirayı, hani o gün hiç kimse de olamayan o lüzumsuz elli lirayı.Parayı cüzdanımı koydum ve otobüs durağına doğru yürüdüm. Ve o onda karar verdim, birgün muhakkak Kars’a gidip dedemin mezarını bulup onu ziyaret edecektim.
O gün bugün Kars’a gitme fikri aklımdan çıkmıyor. Ama kabri acaba hangi mezarlıkta, mezar taşı, hala yerinde duruyor mu? Dedem öldüğünde Kars’ta onun yanında bulunan kişilerden hayatta olanlardan biri gelini Servet Yengem, diğeri de torunu Ömer. Ömer o zaman üç yaşındaymış hatırlamasına imkan yok. Yengem ise bugün seksen sekiz yaşında ve İstanbul’da yaşıyor. Onunla son konuştuğumda dayımın vefatından bir yıl önce 1990 de Kars’a gittiğini ve babasının mezarını bulup ziyaret ettiğini söylemişti, ama mezarlığın nerede olduğunu o da hatırlamıyor. Aramaya Amerika ‘da yaşadığım Columbus, Ohio şehrinden, Kars’ın 12 000 km okyanus ötesinden nasıl başlayabilirim ? İlk olarak Lemi dayımın o tarihte T.C. Cumhuriyet Hakimi olarak görev yaptığını bildiğimden belki Adliye de bir kayıt vardır diye önce Cumhuriyet Savcılığına sonra da Kars Belediyesine aşağıdakine benzer bir mail atıyorum.
Sayın Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Köylü,
Ben Amerika’da yaşayan 65 yaşında bir emekliyim. Dayım Osman Lemi Aykut 1953 yılında Kars'a genç bir hakim olarak tayini çıkmış ve görev yapmıştı. 17 Mart 1954 babası, yani dedem Suphi Aykut Kars'da 68 yaşında vefat etti ve orada gömüldü. Sevgili annem ve dayım artık hayatta değiller.
Bu yıl Kasım ayında Kars'a gelip dedemin mezarını aramak istiyorum. Kayıtları varmı dır, nereye başvuracağım, bulabilir miyim ?. Annemin bana bu vasiyetini yerine getirmek istiyorum, bana yardımcı olabilirimsiniz? Mail’in bir kopyasını da Sayın Belediye Başkanına yolluyorum.
Saygılarımla
Cem Özmeral
Dayim Lemi Aykut, Kars Adliyesi
Omer Aykut, Kars
2013 Haziranın’da attığım bu e posta’ya her iki makamdan da maalesef bir cevap alamayınca Kasım 2013 de planladığım Türkiye seyahatinde Kars’a gitmekten vazgeçtim. 2014 Haziranın da eşimle yaptığım iki haftalık Türkiye seyahatinden Amerika’ya dönünce bu arzum gene depreşti.Bu sefer bir arkadaşımın da tavsiyesi ile Kars Müftülüğüne benzer bir mail atıyorum, ama ona da bir cevap gelmiyor. İnternet’deki Mezarlıklar Müdürlüğünün sayfasına girip dedemin ölüm tarihini girerek bir araştırma yapıyorum ama “Mart 1954 de böyle bir kayıta rastlanmadı “cevabını alıyorum.İnternet’de bu araştırmaları yaparken Kafkas Haber Ajansında bir makale dikkatimi çekiyor. Araştırmacı yazar Sezai Yazıcı tarafından kaleme alınan yazının başlığı Bir Mezar Taşı Üzerinden 1905 Rus Devriminin Kars’taki İzleri. Makale’de Sezai Yazıcı Kars’da yapılan yol düzenlemeleri sırasında ortaya çıkan, 20. Yüzyıl başlarında Rus işgali altındaki şehirde 154. Derbent Alay Komutanı Anatoli Petroviç’e ait mezar taşının hikayesini araştırmış. Yazı da hem 1905 Bolşevik ihtilallinin ve ileride gelecek 1917 ihtilalinin tohumlarının Kars’daki izlerini sürmüş, hem de bu kargaşalıklar sırasında ölen Alman asıllı generalin mezar taşını okutarak tarihe ışık tutmuş. Yazının içeriği kadar başlığı da bir anda ilgimi çekmişti. Araştırmacı bir yazar, bir mezar taşının hikayesinin kaybolmasına izin vermemiş, olanları araştırmış ve öyküsünü yazarak insanların bilgisine sunmuştu. Belki de sonunda Kars’da, benden 11000 km uzakta, bana yardım edecek birisini bulmuştum. Hemen öncekilere benzer bir yazı kaleme alıp Sezai Yazıcı’nın Kafkas haber Ajansında ki e-posta adresine yolladım.
2.2. Kagizman, 1952. Servet Aykut(ogretmen)
Servet Aykut Ogrencileri ile, Kars
Yanılmamışım, mailime cevap umduğumdan da çabuk geldi. Sezai Bey konuyla ilgileneceğini ve bir araştırma yapıp bana en kısa zamanda bilgi vereceğini söyledi. Bir ay kadar sonra da kendisinden aşağıdaki yazıyı aldım.
Cem Bey Merhaba,
Kusura bakmayınız lütfen, sorunuza kapsamlı yanıt vermek ya da size küçük bir sürpriz yapıp mezarın yerini bildirmek için bir inceleme yapmak durumunda kaldım, bu yüzden de geciktim.
Ama olmadı...
Anlatayım...
İbrahim Suphi Aykut Bey’in mezarı için önce Belediyenin ilgili birim müdürüyle bizzat görüştüm. Ardından da Yeni Mahalle Mezarlığına gittim.
Maalesef mezarlara ilişkin kayıtlar 2005 yılından itibaren tutulmaya başlanılmış. Kars’ta, daha öncesine ait mezarlık kayıtları yok. Hiç kuşkusuz bu üzücü bir durum…
Önce şu küçük bilgiyi aktarayım: Sukapı Mezarlığı, Karadağ Mezarlığı, Yeni Mahalle Mezarlığı ve Asri Mezarlık olmak üzere Kars’ta dört mezarlık var.
Birincisine çok uzun zamandan beri defin işlemi yapılmıyor. Bu mezarlık Kurtuluş Savaşı sonrası ve Erken Cumhuriyet Döneminde kullanılmış. Bu mezarlığa Gayri Müslimlerin yanı sıra Müslümanlarda defnedilmiş. Mezarlık
Simer Oteli’nin tam karşısında. İbrahim Suphi Bey’in bu mezarlıkta olabileceğini düşünmüyorum.
Asri Mezarlık ise 1970’lerde inşa edilmiş olsa da 1990’larda hizmete açılmış.
Dolayısıyla İbrahim Suphi Bey büyük bir olasılıkla Yeni Mahalle ya da Karadağ Mezarlığında olsa gerektir.
Verdiğiniz bilgi ve ilgililerden öğrendiklerim kapsamında, aradığınız mezarın Yeni Mahalle Mezarlığında olmasını daha güçlü bir olasılık olarak gördüğüm için işe söz konusu mezarlığa gitmekle başladım. 1950’lerde kullanılan
olası noktalarda gezindim. Ama öyle anlaşılıyor ki mezarlıkta başlangıçta bir sistem oluşturulmamış. Cenazeler gelişigüzel defnedilmiş. Bir başka deyimle. 1960’larla 2010’lu yıllarda ölenlerin mezarlarını yan yana görmek olası.
Bu nedenle nerdeyse mezarlığın çok büyük bir bölümünü dikkatle dolaşmak gerekiyor. Ben yarım saati aşkın bir süre bakındım. Ama yeterince zaman olmadığı için kapsamlı bir inceleme yapma olanağım olmadı. Bu yüzden de
mezarı bulamadım.
Tabi aradığımız mezarın daha sonra mermerden yapılıp yapılmadığını da bilmediğim için (ama yapılmamış olabileceğini düşündüğümden) daha çok eskiden basit malzemeden yapılmış taş mezarlara bakındım. Bildiğiniz gibi
mezar taşlarında yaygın olarak mermerin kullanılması 1970’li yıllardan sonra görülmeye başlandı. Hele hele doğuda bunun biraz daha geciktiğini söyleyebiliriz.
Özetlersek, mezar 1991’de rahmetli dayınız tarafından görüldüğüne göre büyük bir olasılıkla şimdilerde mezarın bulunabileceğini belirtmek yanlış olmasa gerektir. Aradığımız mezar ya Yeni Mahalle y ada Karadağ
Mezarlığındadır. Ama bunun için bir iki gün zaman ayırmak gerek. Benim yeterince bakmaya zamanım olmadı. Mevcudunun kütüphanede olup olmadığını bilmiyorum ama bir de o günlerde çıkan yerel gazete ya da gazetelere
bakmak gerekir diye düşünüyorum. Belki küçük bir bilgiye rastlanabilir.
Bütün bunlar için ayıracağınız bir iki günlük vaktiniz olursa buyurun gelin. Ben Nisan 2015’te Kars’ta olmasam bile sizi yönlendireceğim arkadaşlar var. Hiç kuşkunuz olmasın, bizzat ilgilenecek ve yardımcı olacaklardır.
Kars’ta olursam zaten sorun yok. Araştırmanızın bir kısmında yanınızda olabileceğimi şimdiden söyleyebilirim.
Aklınıza takılan başka sorular varsa lütfen çekinmeden sorunuz. Lütfen kesinleşen geliş tarihinizi bir ay öncesinden bildiriniz.
İyi günler diliyorum.
Saygılarımla,
Sezai YAZICI
Sezai Bey’den gelen bilgiler dedemin mezarının bulunması konusunda vardığım olumlu ilk gelişmeydi. Büyük bir ihtimalle kabir Yenimahalle mezarlığı ya da Karabağ mezarlığının ikisinden birinde bulunuyordu. Hiç değilse Kars’da bulunan dört mezarlıktan ikisini şimdilik elemiştik. Diğer taraftan arkadaşım Selçuk Erarslan da bir dostunun Kars Valiliğinde çalışan tanıdığı vasıtası ile konuyu araştırmaya başladı, ama oradan gelen bilgi 1978 den önceki defin kayıtların tutulmadığı ya da kaybolduğu şeklinde idi. Ben de belki akrabalarımdan mezarlığın yeri veya adı konusunda en ufak bir ipucu alabilirim diye onlara birkaç e posta yazdım ama maalesef olumlu ya da olumsuz bir cevap bile alamadım. İnternet de mezar arama sitelerine 17 Mart 1954 tarihini ve Suphi Aykut adını defalarca girdim ama her seferinde , “ bu tarihte böyle bir kayıta rastlanmamıştır” cevabını alıyordum. Son olarak da o tarihteki gazetelerin vefat ilanlarını araştırmak istedim. Haber İstanbul gazetelerinde çıkmış olsa rahmetli annem gazete kupürünü muhakkak saklardı. Öyle bir gazete kupürü olmadığına göre Kars’da o tarihte çıkan yerel gazete adlarını araştırmaya başladım ve bu gazetelerin kopyalarının İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinin arşivlerinde olduğunu öğrendim.İş gene istanbullite.com muhabirimiz Selçuk Erarslan’a düşüyordu. Selçuk hem dostluğu hem de yazılırımda bana İstanbul’dan yaptığı araştırmalar ve çektiği fotoğraflarla değerli katkılar sağlayan arkadaşımdı. Daha önce de yazılarıma konu olan iki mezar araştırmasında bana inanılmaz yardımlarda bulunmuştu. * Selçuk’a Kars’a dedemin mezarını aramak için yapacağım ziyareti çok önceden açmış ve belki bu yolculuğu beraber yapma olasılığını da konuşmuştuk. Her zamanki gibi Selçuk kendisinden yerel Kars gazeteleri ile ilgili araştırmayı rica ettikten iki gün sonra bana aşağıdaki maili yolladı:
Abi tekrar Merhaba,
Bugün İstanbul Üniversitesi'nin Laleli'deki merkez kütüphanesine gittim.Oradaki yetkili Anıl Karaman ile görüştüm.Kendisi bize bu konuda yardımcı olacak.Orada bir form doldurdum ve 1954 yılına ait yerel Kars gazetelerinin Mart ayı nüshaları için talepte bulundum.Kendisi gazeteleri arayacak bulduğunda bana haber verecek gidip inceleyeceğim.Bakalım dedenin vefatı ile ilgili bir haber bulabilecek miyim.
Selçuk
Bu yazıyı aldıktan bir iki gün sonra 23 Eylül 2014 de Selçuk Kütüphane yetkilisi Anıl Karaman’dan Kars gazetesinin Mart 1954 sayılarının depolarında mevcut olduğunu ve gelip araştırma yapabileceğini söyleyen bir e posta almış ve bana heyecanla aşağıdaki satırları yazdı.
Abi o yıllarda galiba sadece Kars gazetesi çıkıyormuş yarın15 ;Mart ile 30 Mart arasındaki gazetelere bakıp bir haber veya ilan bulmaya çalışacağım. Birden heyecanlandım vallahi araştırmacı gazetecilik dedikleri bu olsa gerek.
Nitekim Selçuk ertesi gün İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesine yaptığı incelemede 19 Mart 1954 tarihli Kars gazetesinin baş sayfasında dedem Suphi Aykut’un ölüm ilanını buldu ve hem ilanı hem de gazetenin baş sayfasını ve tarayarak bana yolladı. Onun da belirtiği gibi “dedeye bir adım daha yaklaştık” , ama ölüm ilanında cenaze namazının Evliya Camiinde kılındığını dışında hangi mezarlığa defnedildiği konusunda herhangi bir bilgi yoktu. Araştırmaya devam edecektik.
Önce Evliya Camii’nin nerede olduğunu tespit etmek gerekiyordu. Benim tahminim 1954 de Kars’da cenaze arabası yoktu ve büyük bir olasılıkla cenazeler cemaatin omuzlarında taşınarak mezarlığa götürülüyordu. O bakımdan cenaze namazının kılınacağı cami seçilirken mezarlığa uzaklığı dikkate alınmış olmalıydı. Google arama motorundan bu tarihi caminin il merkezinde Kale İçi mahallesinde bulunduğunu öğrendim. Sonra bu defa Google haritalarından caminin Sezai Yazıcı’nın verdiği bilgilerdeki iki mezarlığa uzaklığını araştırmaya çalıştım.Ama buradan da fazla bir ilerleme kaydedemedik.Yeni mahalle mezarlığını haritalar da bulamadım. Evliya camiinin yakınında iki mezarlık vardı. Bunlardan Asri mezarlık camiye 2 km, Karadağ mezarlığı ise sadece 1.5 km uzaklıktaydı. Asri mezarlık 1990 larda hizmete açıldığından onu zaten elimine etmiştik. Acaba 1950 li yıllarda vefat edenler daha çok hangi mezarlığa defnediliyorlardı ? Yenimahalle mezarlığı neredeydi ve hangi tarihte açılmıştı ? Karadağ mezarlığının Kars kalesine daha yakın olması dolayısı ile daha eski olan mezarlık acaba o muydu? Bütün bu sorular aklımı kurcalıyordu. Ama bunun cevabını ancak yerel kişilerden, belki Mezarlıklar Müdürlüğünden öğrenebilecektik. Kars’taki yeni dostumuz Sezai Bey’e bu bilgileri ilettim ve iz sürmeye devam ettik. Ama karda iz sürmek kolay iş değildi.
Evliya camiinin iki mezarliga uzakligi
Kars Evliya Camii Sanal Tur icin tiklayin
26 Eylül 2014 de Sezai Yazıcı’dan aldığım e postada dedemin mezarını arama ve bu konuda başlattığım yazı ve araştırmaların Kars gazetelerinden Kars Postası ve Serhat Kars’da baş haber olarak yer aldığını öğrendim. Tabii Karslıları bu yazıdan haberdar eden ve bana bu araştırmada büyük destek veren Sezai Yazıcı dostumuzdan başkası değildi. Birkaç gün sonra da kendisinden aldığım yeni bir e postada beni çok umutlandıran yeni gelişmeler vardı:
Cem Bey Merhaba,
İyi olduğunuzu umuyorum.
Sanırım linki de açıp okudunuz.
O zaman bugün paylaşmak istediğim bilgilere geçebilirim.
Anımsayacaksınız, önceki e-postaların birinde dedenizin mezarını benim de çok merak etmeye başladığımı yazmıştım.
Doğrusu, birkaç gündür bu merak daha da arttı. Hani derler ya; işimi gücümü bıraktım, artık hep mezarı düşünüyorum!
Önceki akşam, bu kapsamda zihni meşguliyetimi sürdürürken, aklıma 87 yaşında bir zat geldi. Kars merkezde doğup büyümüş. Değerli birisi.
Adından saygıyla söz edilir. Ama son derece hassas ve titizdir. Kendisine zor ulaşılır. Hukuk fakültesine biraz geç başlamış. Uzun yıllar Kars’ta başarılı bir avukatlık dönemi var.
1950’lerin ortasında henüz hukuk fakültesine girmediğini biliyordum. Ama çok yönlüdür. Belki anımsadıkları olur diye kendisine uluşmaya çalıştım. Bir iki denemem de başarılı olamadım.
Ama sonunda irtibat kurdum ve sordum.
Konumuzla ilgili yanıtlarını az sonra okuduğunuzda, dünkü yayınlardan duyduğunuz sevinç ve mutluluğunuzun biraz daha artacağını umuyorum.
Gerçi paylaştığım son bilgiler tattırdığı mutluluğun yanı sıra, ilk bakışta işi biraz daha işi karmaşıklaşmıştı.
Zira mezar sayısı yeniden üçe çıktı! Kuşkusuz bundan da zımnen de olsa kaygılandığınızı düşündüm.
Ama sanırım şimdi görece rahatlayacaksınız!
Sözünü ettiğim büyüğümüz benim size aktardığım gibi o dönemde cenaze namazlarının genellikle Evliya Camii’nde kılındığını zaten o bölgede Ali Ağa ve Yusuf Paşa camilerinden başka cami olmadığını teyiden ifade etti.
Ardından da mezarın yüzde 99 Yeni Mahalle Mezarlığı’nda olabileceğini sözlerine ekledi.
Bir çırpıda ve hiç düşünmeden Karadağ ve Sukapı mezarlıklarını elemesinin gerekçeleri oldukça somut ve güçlü bir hafızaya sahip birinin yansıtabileceği nitelikteydi.
“Birincisi” dedi, “1952-1953 yıllarında Karadağ Mezarlığı’nda kimi cenazelerin mezardan çıkarıldığına ilişkin basına da yansıyan iddialar vardı.
Bu nedenle o yıllarda Karadağ Mezarlığı’na kimse cenazesini defnetmek istemiyordu”.
Nitekim ben de e-postamda Karadağ’da yaptığım kabaca bir gözlemin ardından 1950’li yıllara ait salt beş mezar gördüğümü belirtmiştim. Bu durum bir bakıma değerli büyüğümüzün sözlerini teyit ediyordu.
“İkincisi” dedi, “ Karadağ o yıllarda inilip çıkılması çok rahat bir mezarlık değildi” (Şimdi de kısmen yine öyle S.Y.) dedi ve ekledi:
“Yeni Mahalle daha düzenliydi ve o yıllarda özellikle yabancılar hele hele devlet erkânından birisi ise genelde oraya defnediliyordu”.
Avukatımız, Sukapı’ya ilişkinde; “o yıllarda daha çok o mahallede oturanların cenazeleri Sukapı’ya defnediliyordu. Bir yabancının Sukapı’ya defnedilmiş olacağını düşünmüyorum” diyerek kestirip attı.
Cem Bey,
Konuşma bir eksende sürerken birdenbire büyüğümüz Lemi Bey’in isminin “yabancı gelmediğini” söyledi ve ekledi: “Benim o yıllarda bir av merakım vardı. Zaman zaman bazı gruplar piknik yapar, sofralar kurardı.
Biz dışarıya birlikte çıkar sonra yanlarından ayrılırdık. Sanırım Lemi Bey de benim o yıllarda çıktığım bir grubun içindeydi.”
Ardından da kendisinde birkaç fotoğraf olduğunu, uygun ve bakacak bir zaman bulursa o fotoğraflara bakıp hafızasında kalan Lemi Bey’i bana göstereceğini söyledi.
Yorduğumu belirtip, çok değerli bilgiler verdiğini anımsatarak teşekkürlerimi sunup telefonu kapattım.
Nasıl buldunuz?
Evet, küçük bir bölümünü aktardığım bu konuşmanın ardından ben de yüzde 99 dedenizin Yeni Mahalle Mezarlığı’nda olabileceğine inandığımı söylemekle yetiniyor iyi bir hafta sonu diliyorum.