Ben bir sütun kaidesiyim Haseki Kadın Sokağında, ne sen bunun farkındasın nede komşu farkında....
Nazım Hikmetden Çalıntı
MAP OF BYZANTIUM
İstanbula her gelişimde elimde daha önceden hazırladığım gidilecek yerler listesi, Google’dan yazdırdığım haritalar, sokak sokak günde dört saat’den az olmamak üzere yürürüm.Gittiğim yerlerin çoğunluğu, turistlerin hatta İstanbulluların pek gidip görmediği yerlerdir. Örneğin, son İstanbul seyahatimden sonra bana, “anlat bakalım İstanbul’da nereleri gördün?”, diyen Columbus’lu bir arkadaşa : “Haydarpaşa Kırım Mezarlığı, Rüstempaşa Camii, İbrahim Paşa Köşkü, Arcadius Sütunu Kaidesi, II Mahmut Bendi, Mimar Sinanın türbesi, İstanbulun ortası taşı, Abbas Ağa Parkı ve Demokrasi Şehitleri Heykelleri, Ulubatlı Hasan Kapısı ve Edirnekapı Mihrimah Camii, Fener Rum Patrikhanesi ve Kırmızı Mektep” diye yanıt verdim. Arkadaşım, listeyi daha da uzatacağımı zannederek “ha öylemi” dedi ve konuyu değistirdi.
Istanbuldan Columbus’a geri geldikten sonra da bir daha ki yolculuk için hemen yeni bir liste yapmaya başlarım. Bu yazıya konu olan Arcadius Sütunuda iki yıldır görmeyi planladığım bir yerdi. Aslında orada sütun filan kalmadığını biliyordum ama kaidesi bile kalmış olsa gidecek, görecek ve seriyi tamamlayacaktım. At meydanındaki herkesin bildiği üç sütunu* ve Çemberlitaşta’ ki Konstantin sütununu çok önceleri yazmıştım. Daha sonra, daha az bilinen Gotlar Sütununu ve Marcianus’ un Kız Taşını aramış bulmuş ve İstanbulun OrtasıTaşı ve Milion taşındaki gibi, hem tarihi hemde gezi görüntüleri ile Sur İçinden İstanbul kitabında yayınlamıştım. Geriye bildiğim kadari ile önemli sütunlardan yalnız Cerrahpaşada ki Arcadius sütunu kalmıştı.
Önce, tarihi yarımadadaki meydanları ve bu meydanlardaki anıt, sütun ve dikilitaşlarıgösteren bir harita ile incelemeye başladım. David Greenspan in** eski Bizansı gösteren haritası bu konudaki en güzel kaynaktır. Daha önce aynı haritanın, sur kapılarının adlarının Osmanlılar zamanındaki karşılıklarını bulup haritaya işlemiştim. Bu defa aynı işlemi meydanlar ve dikilitaşlar için yaptım ve şimdiki semt adlarını kırmızı yazı ile haritaya koydum. Evet, Arcadius meydanı ve anıtı şimdiki Cerrahpaşa semti civarında idi. Bundan sonra iş Google’ dan haritaları çıkarmaya kalıyordu. Haseki Kadın sokağının ve civarının haritasını çıkardıktan sonra bu defa Arcadius Sütununun kendisi ile ilgili bilgi ve dökümanları toplamaya ve kendimde öğrenmeye başladım.
Roma İmparatoru I Thedosius, ölmeden önce İmparatorluğunu ikiye ayırır, Batı Romayı oğlu Honoriusa, Doğu Romayı da diğer oğlu Arcadius’a verir. Doğu Romanın İmparatoru olan Arcadius Gotlarla uzun süren savaştıktan sonra onları mağlup eder ve 402 yılında hem kendisinin bu zaferini, hemde babasının anısını ölümsüzleştirmek için bir meydan yaptırmaya başlar. Ama Arcadius’un ömrü bugünkü Cerrahpaşa Camiinin yakınında, Haseki Kadın sokağındaki meydanı tamamlamaya vefa etmez . O öldükten sonra oğlu ikinci Theodosius meydanı bitirır ve tam ortasına bir sütun oturtur.
Sütun tam 50 metre boyundaymış ve en üstünde İmparator Arcadius’un bir heykeli varmış ve sütunun gövdesi de onun Gotlara karşı kazandığı zaferi simgeleyen kabartmalarla süslüymüş. Bu kabartmalarda zafer tanrısını Nike’nin elinde çelenkle olan bir görüntüsü ve barbar Gotların yenilgiyi kabul eden görüntüleri varmış. Sütunun içinde de minare gibi kıvrıla kıvrıla yukarıya doğru tam 223 basamak varmış. Fatih Sultan Mehmet İstanbulu fethettikten sonra, İstanbula gelerek onun o meşhur resmini yapan İtalyan ressam Bellini, o zaman hala ayakta olan Arcadius sütununu en ince teferruatına kadar bütün motifleri ile resimlemiştir.
Osmanlı devrinde , dikilitaşın bulunduğu bölgeye Avrat Pazarı deniliyordu. Bunun nedeni de buranın uzun süre esir pazarı olarak kullanılmasıydı. Bir başka görüş ise: bu pazardaki pazarcıların tümü kadındı ve bu nedenle buraya böyle bir ad verilmişti. Şimdi kaidenin bulunduğu sokağın ismi Haseki Kadın Sokağı, semtin adı ise Haseki. Haseki farsça yakın arkadaş anlamına gelirmiş. Malum, Padişaha erkek evlat doğuran cariyelere Haseki Sultan ünvanı verilir ve Haremde onlara diğerlerinden yüksek bir değer ve itibar gösterilmiştir. Haseki semtindeki Haseki Sultan Külliyesi de zaten Kanuni Sultan Süleymanın biricik Hasekisi Hürrem Sultan için Mimar Sinan tarafından yapılmış. Semtin hatunlarla ilgisi bununlada bitmiyor. Gene Osmanlıların ileriki yıllarında burada bir kadınlar hapishanesi varmış. Burası sabıkalı hayat kadınlarının islah edildiği ve bir sanat öğretilerek topluma kazandırıldığı bir hapishane imiş.
Biz gelelim gene Arcadiusun sütununa. Minare gibi ve tam bin taşdan yapılmış bir sütun ve içinde tepeye kadar tam 223 basamak. Son İstanbul seyahatimde Beyazıt Kulesine çıktım ve tam 180 basmak saydım. Siz düşünün Arcadius dikili taşının boyunu. Burası Osmanlın tılsımlı taşlarından biri sayılırmış hep. Evliya Çelebinin masallarına göre sütunun tepesinde periye benzeyen bir heykel varmış. Heykel senede bir kere öyle bir feryat koparırmış ki İstanbulun bütün kuşları, sütunun etrafında pervane olup döner, sonunda yorgun düşüp yerlere serilirlermiş. Bunu fırsat bilen bütün fakir,fukara kuşları toplar, pişirir ve karınlarını doyururlarmış. Sonraları İmparator Konstantin heykeli kaldırıp buraya bir çan takmış. Arcadius ise sütunun etrafını düzenlediği gibi çanın yerine de kendi heykelini dikmiş.
Bir başka söylentiye göre Cerrahpaşa camiinin Arcadius sütunun çok yakına yapılması bir tesadüf değil. Eskiden İstanbulda havanın nerede en iyi olduğunu ölçmek için yüksek direklerin üzerine bir torba ciğer asılırmış. Ciğer en son nerede bozulursa oranın havası en iyi demekmiş. Arcadius sütunun tepesine asılan ciğer uzun zaman bozulmadığından buranın havası Hastahane kurmak için en uygun yer olarak seçilmiş.
Arcadius sütunu yapıldıktan sonra ceşitli depremlerden ve fırtınalardan hasar görmüş ve sonunda 740 yılındaki depremde üzerindeki heykel düşmüş. Bu tarihten tam bin yıl sonra, 18 y.y.başlarında, Sultan III Ahmet sütunun devrilme tehlikesini ve etrafa vereceği zararı dikkate alarak, dikilitaşı yıktırmış. Koca sütundan kala kala geriye kaidesi kalmış ama bu kaide evler arasında sıkışıp kaldığından burada bir kazı yapılıp, sütunun temel kısmı gün ışığına çıkartılamamıştır. Eğer çıkartılabilse belkide 1874 de Davutpşa İskelesi civarında denizden toplanan ve üzerinde savaş resimleri olan kabartmaların bu sütuna ait olduğu ispat edilecekti. Şimdi Arkeoloji müzesinde bulunan bu kabartmalarda başları miğferli üç asker ellerinde kılıç kalkan ileri doru yürümektedir.
Kasım ayında güneşli bir gün. Yeşilyurtda akraba ziyaretinden sonra banliyo treni ile Sirkeci istikametinde geri dönüyorum. Kocamustafapaşadaki bizim eski köşkün alt katındaki dükkanın kiracısını görmem lazım. Arcadius sütunuda Cerrahpaşa civarında,” bir taşla iki kuş”, diyerek Samatya da trenden indim. Samatya istasyonun ismide Kocamustafapşa olmuş, ne garip!. Alt geçitten yürüyerek çarşı içine girdim. Solda, eski balıkçı yerli yerinde duruyor. Çinekop’un tam mevsimi, mavi tablaların üzerine dağ gibi yığılmış. Balıkçının yanına birde balık lokantası açılmış, balığı yanda seç, gel bende ye diyor. Hemde kömürde ızgara. Roman’ a benzeyen üç kız geçiyor balıkçının önünden, ikisi blucinli, biri fırfır uzun etekli. Bu balıkçı, bu pazar yeri, bu kızlar, belki aynen aynı yerde Arcadiusi’un zamanında da vardı diye düşünüyorum.
Kocamustafapaşaya hangi yoldan gideceğimi bilmeme gerek yok, çocukluğumdaki gibi bir yoldan yokuş yukarı tırmanıyorum, renkli hurda taş evlerin ve arada sıkışmış Rum kiliseleri arasından. Sokaklarda bir evden diğerine, çamaşırlar asılmış rengarenk. Sonunda bütün yollar birleşiyor ve Kocamustafapaşa İlkokulunun yanına çıkıyorum. Sümbül Efendi Camiinin avlusuna giriyorum. Kapıdaki dilenci sanki çocukluğumda beri orada. Avluda yürüyorum, türbeler, meşhur kuru çınar ağacı,Bizans İmparatoru nun kızı Sarı Sıdıkanın uzun mezarı, iki kız kardeşin kuş kafesi misali demir parmaklıklı türbesi. Köşkün olduğu Vidin caddesine çıkan kapıdan değilde avlunun arka kapısından çıkıyorum sokağa. Bu kapıdan belki elli yıldır çıkmamışım. Solda parmaklıklıkl küçük harap Osmanlı mezarlığı yüzyıl önce nasılsa bugünde aynı. Ara sokağa pazar kurulmuş, bağrış, çağrış, bayram arifesi herkes alış verişte.Tarihi Kocamustafapaşa hamamının önünden geçiyorum, Anneannem aklıma geliyor. Sonra Vidin Caddesi ve 3 numaralı köşk, tarihi Saraçbaşı Köşkü. Kiracı Mehmet bey dışarı çıkmış, biraz bekliyorum sonra:” Cerrahpaşa’ya doğru bir gideyim nasıl olsa geriye gelirim” diyorum.
Samatya Çarşısı
Sümbül Efendi Camii Avlusu
Cerrahpaşada Kapı Kalıntısı
Ben yürümeye devam ediyorum, Cerrahpaşa hastanesini geçiyorum, yolun ortasında etrafı parmaklıkla çevrilmiş eski, kemerli bir kapı kalıntısı, “belkide Haseki külliyesinin eski kapılarından biri”, diye düşünüyorum. Elimdeki Google haritasından hastaneden sonraki sokakları sayarak soldan bir sokağa girdim ve Haseki Camii ve Külliyesini buldum.Sokaktan geçen bir gence: “Buralarda eski Bizans’tan kalmış bir sütunun kaidesi varmış” dedim. “Kaide” kelimesini tam anlamadı ki “nesi?” diye sordu. Sonra da biraz evvel dışarı çıktığı tornacı dükkanına girerek onlara sormamı istedi. İçerideki orta yaşlı adam elimdeki harita ya ve resimlere bakarak: “Olsa olsa Haseki Fırınının yanındaki sokakta olmalıdır” dedi. Dükkan dan çıkarak tarif edilen fırıncının yanındaki sokağa girdim, bir baştan diğer başına yürüdüm. Ne taş var ne kaide. Fır fır dönüp duruyorum Arcadius’ un sütununun kaidesine bulacağım diye. Resim galerisi ve kitapçıya benzeyen bir dükkanın yanından geçiyorum. Önünde galerinin sahibi olduğunu tahmin ettiğim, saçları arkadan at kuyruk yapılmış bir adam duruyor.” İşte bu adam bilir”, diyor ve ona soruyorum. “Fırının yanındaki Haseki Kadın sokağına sap, ilk binanın yanı” diyor.
Photos and Collage by Cem Özmeral
Önünden belki üç defa geçtiğim fırının yanından sağa sapıyorum köşedeki taş binanın yanında koca bir ağaç, yeşil büyük yaprakları ile göğe doğru uzanıyor. Ağacın boyu diğer yanındaki eski ahşap evin boyundan bile yüksek. Ağaca yaklaşıyorum , yaprakların arkasına bakıyorum: Euroka! koca bir taş yığını. İki binanın arasında sıkışmış kalmış, boyu ahşap yapının üçüncü katı seviyesinde. Önünde ki ağacın yaprakları sanki bu çıplak ağacı bir giysi gibi sarmış. Nazım’ın dizisi aklıma geliyor, değiştirerek söylüyorum: Ben bir sütun kaidesiyim Haseki Kadın Sokağında ne sen bunun farkındasın nede komşu farkında.
Sokağın karşısındaki dükkanların önünden birkaç kare resim çekiyorum. Arcadius sütunun 1600 yıllık kaidesinin üstündeki kabartmalar aşınmış görünmüyor artık. Kaidenin üstünde ne bir sütun, ne bir peri heykeli, ne bir çan, ne etrafında dönen kuşlar ne tepesinde asılı ciğer torbası. Sütun eskisi gibi haykıramıyor, gırtlağı sıkılmış sesi kısılmış.
Biraz üzgün, birazda uzun zamandır yapmak istediğim işi başarmış olmanın mağruriyeti ile otobüs durağına doğru yürüyorum.
Cem Özmeral 29 Kasım, 2011 Dublin, Ohio
*At Meydanındaki Üç Sütun : Mısır Obeliski, Burmalı(Yılanlı) Sütun, Closus Sütunu