Eski güzel bir şarkı vardı; "Benim Güzel Manolyam" diye. Bizim evde de güzel bir begonvillimiz var. Aslında begonvillimizi görseniz, bunun neresi güzel dersiniz büyük bir ihtimalle. Hani eskilerin bir lafı vardır " kız-kurusu" diye, buda öyle bir şey iste. Görmüş, geçirmiş artık yaşlanmış incecik bir tel gibi kalmış kurumuş birkaç dal uzantısı. Yada birkaç gün öncesine kadar öyleydi. Sonra bir sabah kalkıp bizim güverteye* çıktığımda, başının üzerine küçücük bir kırmızı çiçek iliştirdiğini gördüm. Bugün Eylül’ün biri, iki senedir bir tanecik bile çiçek açmayan begonville acaba mevsimlerimi şaşırdı diye hem duşündüm, hemde sevindim. Bu begonville sevgisi bende, ilk defa yetmişli yılların başında başladı. Genç bir banka müfettişi olarak gittiğim Bodrumda masmavi deniz kadar, bembeyaz evlere bir gelin duvağı gibi sarılmış sarılı, beyazlı ama daha çok kırmızı çiçekli, dikeni elinize batmayan sarmaşıklara hayran olmuştum. Bilirsiniz Marmaris’de tepeler çam ağaçları ile donanmış yeşil ve zengin, Bodrumda ise bir maki griliyi içinde kısır ve fakirdir. Ama Bodrumu, Bodrum yapan o güzel arşipel’in lacivert’i kadar, tepelerin üzerindeki beyaz badanalı evciklerin sarmaş dolaş oldukları kırmızı tonlu begonviller. Kimi’ne göre eskiden Bodrum’da begonville yokmuş. Cevat Şakir , Bodrum’a kalebentliğe sürüldüğünde, Büyük Ada’dan getirmiş ve dikmiş ilk Begonville’i. Halikarnas Balıkçısı bununlada kalmamis, grapefruit ve bu yörede olmayan, Akdenize has, birçok nadide çiçek ve narenciye tohumunu İspanyadan getirtip, serpiştirivermis Bodrumun kurak ama mümbit toprağına.
1985 yılında on yıllık bir aradan sonra Bodruma ilk kez geri döndüm. O zaman oldukça küçük bir otel olan ve henüz diskoya dönüşmemiş Halikarnas Otelinde kalıyorduk. Bir akşam üstü , eşim Sitare ile ayağımızda o zamanlar Bodrum çarşısında yapılan deri sandaletler, otelden çarşıya doğru deniz kıyısından yürüyorduk.Birden gözüm beyaz yüksek duvarlı bir yapıya takıldı. İki katlı beyaz badanalı beton bir köşk ve duvarların arkasından yükselen ve bir koruyu andıran manolya ve ceviz ağaçları. Köşkün bahçe kapısı duvarları gibi oldukça yüksek. Ahşap kapı çivit mavisi, her iki tarafinda pirinç tokmaklar var. Kapının, göğüs hizası, mavi denize açılmış bir yelkenlinin beyazı gibi ak renkli kafeslerle donatılmış. Kapının üst kısmı Akdeniz yapılarındaki tipik bir yuvarlaklıkla kümbetlenmiş.Bu kümbetin üstünden kapının iki yanına salkım saçak mora çalan kırmızı renkli bir begonville cümbüşü sarkıyor’ki, görülmeye değer. Kızıl saçlı , mavi gözlü, beyaz yemenili bir Ege dilberi sanki mübarek.
Ağustos ayının tam ortasında çiçeklerin en güzel olduğu bu mevsimde o gün çektiğim resim, ne yazık’ki filmi yanlış sardığım için hiç bir zaman çıkmadı. Ama ben bundan sonra Bodruma her gidişimde, Mavi Kapıyı hiç unutmadım. Ne yapıp yapıp önünden bir kere olsun geçmişimdir. Gene böyle bir buluşmada, bu sefer 2000 yılının Haziran ayında , Mavi Kapının bir resmini de çekmeyi’yi ihmal etmedim. Belli'ki köşkün sahibi, bakımlı bir hanım gibi kapının ihtimamını ihmal etmiyordu. Mavi beyaz makyaj gene göz kamaştırıyordu. Ama o gür, güzelim saçlar kısacık kesilmiş ve bir taçtan topuz gibi başının üzerinde toplanmıştı. Duvarın hemen yanından mavi kapının sanki boynuna sarılır gibi uzanan yeşil ve dikenli birkaç kaktüs adeta Ege dilberinin hayatında başka kişilerin olduğunu anlatıyordu. Bizde yetmişli yıllarda başlayan begonville sevgisi tabii hep ilerleyerek devam etti. On altı yıl yaşadığımız Baton Rouge şehrinde bir ara Sitare begonville yetiştirmeye çalıştı. Ama Louisiana’nın bataklık toprağından mı, yoksa kırmızı beyaz Açelya'ların kıskançlığındanmıdır bilinmez, bir türlü serpilemedi diktiğimiz fidecikler. 1990 li yılların ortasında Columbus, Ohio’ ya yerleştik. Soğuk bir kışının ardından, Akdeniz iklimli San Diegoya gittik bir bahar günü. Dört, beş gün tatil yaptığımız bu güzel belde'de rengarenk güller kadar, begonvillelerle hayran olduk bir kere daha.Son günümüzü, Beverly Hills'de geçirdik. Beraber yolculuk yaptığımız dostlarımız Aldemirler ile, şöhretlerin mahallerini dolaştıktan sonra, harıl harıl begonville aramaya başladık. Sonunda, bir Wal Mart’tan üç adet kırmızı, sarı begonville fidanı aldık. Bin bir zahmetle Columbus'a taşıdığımız bu fidanlar evin icinde yetiştirmemize rağmen bir türlü tutmadı.
En güzel begonville’i nerede gördün son yıllarda diye sorarsanız, size birkaç yeri tavsiye edebilirim. Bodrum, Turgut Reis’de Mavi Boncuk sitesi , Marinanın biraz ilerisinde bir begonville cenneti. Bir ressamın paletindeki renkleri düşünün : vişne çürüğü, nar kırmızısı, petek sarısı, kar beyazı hepsi var. Ya, Turgut Reis’in karşı yakası Kos Adası, yada Osmanlının İstanköy’deki harabelere giren kapının üzerindeki muhteşem domates çürüğü begonville azmanına ne demeli ? En heybetlisi bu olmalı. Birde en güzeli var’ki, bunu muhakkak görmelisiniz. Eğer yolunuz düşerde, Kekova'da bir tekne turu yaparsanız muhakkak Simene'de (Kale) mola verirsiniz. Eh, kaleye doğruda tırmanacaksınız taş köy evlerinden yapılan hediyelik dükkanlarını görmek için. Soluk almak için durduğunuz ilk tepede göreceğiniz manzara sizi şaşırtacaktır. Aynı kökten, kırmızı, beyaz ve sarı renkli, ucuz begonville . Bir tabiat harikası adeta .Kimine göre de çiçek çiçek dolaşan arıların aşılaması sonucu doğan bir mucize.
Şu anda bizim evde olan begonville’i bundan altı sene önce kayınpederim hediye etmişti. Zannederim, Turgut Reis’den küçük bir filiz halinde Columbus’a getirmiş biraz palazlanınca da bir saksıya koyup bizim eve’ e getirmişti. Mayıs ile Ekim ayları arası güvertenin bol güneşli bir köşesine koyduk saksı ile. Bir sevdi yerini’ki, pıtrak pıtrak, kırmızı yapraklarını cömertçe açtı ilk dört sene. Havaların soğuması ile birlikte saksıyı içeri alıyor evin güneş alan bir köşesine koyuyorduk. Sonra da o şarap kırmızısı yaprakların önce kararışını ve giderek bir güz sarısına dönüşümünü ve nihayet yeni yil gelmeden beyaz halının üzerine dökülüşünü izliyorduk.
Son iki senedir kırmızı begonvillerimiz yazın tek bir kırmızı çiçek vermedi. Yaprakları bile yeşilden çok sarıya çalıyor ve Ağustos geldiğinde bütün yaprakları dökülüyor ve kuru dalları ile bir iskelet görüntüsü veriyordu. Neredeyse bu kız kurusundan bir şey olmaz diye ümidi kesiyordum’ki, bir Eylülde başının üzerine taktığı o kırmızı çiçeği görünce içimi bir sevinç sardı. Dikkatli bakınca her dalında açılmaya hazır küçücük tomurcukları gördüm.
Şimdi Eylül'un yirmi biri. Begonville’imiz saçlarında onlarca kırmızı kurdela takmış bir Ege dilberi gibi Eylül güneşinin altında serilip, serpiliyor.
Cem Özmeral Dublin, Ohio 22 Eylul 2004
**Evin ilk katının dışarıya teras yada balkon şeklindeki ahşap uzantısı.İngilizce, "deck" kelimesinin, "mot et mot" karşılığını kullanarak, belkide denize olan hasretimden " güverte " diye liberal bir tercüme yaptım.