Orhan Pamuk'un son kitabı Masumiyet Müzesini bitirmek üzereyim (584 sayfa). Aralık ayında Istanbul'da almıştım.
Abi, biliyorum Pamuk'u pek sevmezsin ama bu kitabı naçizane tavsiye ederim. Çok orijinal, renkli ve trajik bir aşk hikayesi. Fakat bu maili yazmamın asıl sebebi kitaptaki "müze" fikri ve bu fikrin inanilmaz bir detayla işlenişi, rahmetli anne ve babamın evi için konustuğumuz bazı projeleri çok hatırlattı ve onlara sanki yeni bir anlam kazandırdıi. Ercan'la bu kitabı ve müze konseptini dün de konuştuk..
Şimdi kitabın 556'ci sayfasında okuduğum bir kac cümle o kadar çarpıcı idi ki, hemen altını çizdim ve kitabı masaya bırakarak bu mail'a sarıldım:
"Hayatımın sonuna kadar bu arabayla ayni çati altında yaşamak isterim" dedim...Bunu gulümseyerek söylemiştim ama Çetin Efendi istegimin içtenligini anladı, başkalari gibi"Aman Kemal Bey, ölenle ölünmez" demedi...Deseydi, ona Masumiyet Müzesinin ölenle yaşamak icin yapılmış bir yer olduğunu söyleyecektim"..
Belki öleni yaşatmak için de diyebiliriz...Küçücük, önemsiz ve değersiz eşyalara (saç firketeleri, tuzluklar, milli piyango biletleri, küllükler, TV üzerine konan küçük biblolar, yarı içilmiş sigara izmaritleri, kahve fincanları) ve daha yüzlercesi, sevilen ve kaybedilen birinin ruhunun sindiğini ve bu eşyalarla o insanin haırasını yaşatmaya devam edeceğimiz söylüyor; hatta kitapta (fazla sağlıklıi olmayan bir sekilde) o müzeyi kurduktan sonra içinde yaşadığını da anlatıyor....Ayrıca Paris'ten, Stockholm'e, Viyana, Barcelona, Honduras, Nashville, Atlanta vs, dünyanın gezdiğin hemen her yerinde ölen bir insanı (çoğu zaman meşhur bir kimse; mesela Paris'te Cezanne) kişisel ve trivial, günluk eşyaları ile yaşatan bu tip müzeleri detaylı olarak anlaıiyor ve Louvre filan gibi iddiali müzelerden daha cok sevdiğini demeye getiriyor...
Bizim gibi nostalji fan'leri için ilginç bir deneme; tabii biraz aşırıi bir şekilde yansıtılmış olmasına rağmen...Ama zamanın bir dilimini durdurmak ve o zaman diliminin güncelliğini yansıtan küçük, trivial detayları tutmak fikri hem güzel hem de biraz korkutucu...Mesela, bizim eve uyarlarsak, 1970'lerden kalmış bir gazete (bizim evde bir tek Milliyet okunurdu), Hasan Pulur ya da Abdi Ipekçi makalesi okunacak şekilde Selahattın Beyazıt’ın köşküne bakan sehpaya konsa...Yanında yarı içilmiş bir Türk kahvesi fincanı ve küllükte bir Samsun yada Maltepe izmariti.....Pamuğun müzesi işte böyle birşey. Yalniz Pamuğun müzesinde sevgilisinin kişisel eşyaları 8 yıllık bir sürede toplandığıi için tııkış tıkış sergileniyor. Bizim rahmetliler o kadar tertipli idile rki masaların, sehpların üzerinde fazla birşey sergilersen onların evini yansıtması zorlaşır.
Ercan, senin söyledğini yanlış anlamadımsa, bu Masumiyet Müzesi sadece “fictional” birşey değil, Orhan Pamuk bunu gerçekten kuruyormus Çukurcuma'da, öyle mi?
Selam ve sevgiilerle
Mustafa
25 Ocak,2010 Buffolo Grove,IL
BENIM KARDEŞİME 26 OCAK 2012 TARIHLI CEVABIM
Mustafa ve Ercan Kardeşlerim,
Şu sıralarda pek vaktim olmadı , sizin yazışmalara katılamadım. Orhan Pamuk'un çoğu tuhaf huyları bendede var. İlk kitapları biraz çok karışık ve arapsaçı gibiydi, sonra daha yalın yazmaya basladı. “Kar” kolay okunan bir kitap oldu.
Örneğin ” Istanbul kitabı” gibi bir kitap bende yazmayı deneyebilirim, ama insan merak uyandıracak cocukluğundaki olayları, annesinin babasının münakaşalarından tut, her şeyi deşifre etmesi ancak yazarlar’ da oluyor, bizde böyle bir cesaret yok, sanki onlara ihanet olur gibi geliyor.
Istanbullıte.com daki Istanbul Kapakları bölümünde " Kinder Heim" yazısı bunun küçük bir denemesi. Pamuk’un kardeşi ile olan ilşikisi (hayali kardeşi mi sahicimi? şimdi hatırlamıyorum), benim Ahmet (Cenan’la) olan duygularıma benziyor.
Müze konusuna gelince. Aşırıya kaçmamak şartı ile ben bu müze ev fikrini seviyorum. Ama eve ileride torunlarımız girdiği zaman evi müze olarak değil de Haminnelerinin ve Büyükbabalarının yaşadığıi bir yer olarak görsün. “Aaa bak bu terliği giymiş, şapkaları burada, bu bardaklardan su içmiş, dedemiz ve büyük amcalarımız çocukken bu oyuncaklarla oynamış” desinler. Ev karıştırılacak, incelenecek merak uyandıracak bir kutu gibi olsun. Sanada söylediğim gib, örneğin Babamın 1939 da Berlinden getirdiği Telefunken pikap konsolu , yada 1958 de Düsseldorf’tan gelen Grundig Muzik dolabnı vs. P-touch ile yada başka bir yolla belgeleyelim.
Ben anne ve babamızın sağlığında ufak tefek birkac şeyi onlara da sorarak Columbus'a getirdim. Örnegin babamın Bostonda M.I.T. de kullandığı slide rule, Gölcükte benim çocukluğumdan kalan bir balıklı tabak, babamın koleksiyonundan bir taş plak (Mozart), anneanemin çocukluğundan kalan bakır işlemeli bir su kupası gibi. Burada da hepizin çocuklarına kalacak küçük bir köşecik oluşturuyorum. Bu arada annemin ve babamin resimlerini ayrı ayrı iki büyük albümde topladım. Annemin kırka yakın, bizlere yazdığıi mektubu (Mustafa’ya yazdıkları dahil) şefaf kağıt koruyucular içinde bir albümde topladım. Istanbullıte.com daki onlarla ilgili yazi ve resimleri ( Carte Postale Nostalgia, Nostalji Treni v.s) hesaba katarsak çocuklarımıza ve gelecekteki torunlarımıza bir dolu arşiv bırakıyoruz.
Bu günlük yeter, Mustafa o sorduğum resmi bulabildinmi.?
Selam, ve Sevgiler
Cem
26 Ocak 2010
Dublin, Ohio
HERKESİN İÇİNDE BİRAZ MASUMİYET, BİRAZ DA PAMUK YOKMU?
Mustafanın yazdığı gibi Orhan Pamuk’u sevmediğim aslında doğru değil. İlk romanlarının içinden pek çıkamaz , pes edip bir müddet sonra elimden bırakırdım. Bazende politik görüşlerimiz pek buluşmazdı, ama sonraki romanlarında ya onun stili biraz değişti yada benim okuma tarzım, kitaplarını daha bir kolay okur oldum. Ben İstanbulla ilgili olarak çok yazarım, etkilenmekten korkup onun “İstanbul” kitabını bölük pörçük okudum. Ama anladım ki o kadar benzer duygularım var eski ile ilgili; cisimler, kişiler, sokaklar ve İstanbul. Bizim İstanbuldaki evde “Babamın Büsküvit kutusu”, “Annemin Sandığı”*, bunlar hep vardı, bu objeler beni hep etkilerdi, ama acaba Orhan Pamuk’un Nobel Armaağınını alırken anlattığı” Babamın Bavulu” konuşmasındanmı esinlenmiştim bunları yazarken? Bilemiyorum.
Ama bildiğim bir şey varsa annemi toprağa verdiğimiz 11 Aralık 2009 tarihinde Orhan Pamukun Masumiyet Müzesi kitabını okumadığım, hatta kitabın varlığından bile haberimin olmadığı. 13 Aralık gecesi Mustafa ile Çiftehavuzlardaki evde yalnızdık. Ertesi gün ikimizde Amerikaya geri dönecektik. Mustafanın eşi ve çocukları Bağdat caddesine D&R da kitap alışverişine gitmişlerdi. Öbür kardeşim Cenan, zannederim o gün Amerika’ya geri dönmüştü..
“Mustafa” dedim, “gel şu siyah sandığı açalım”. Sandık kendimi bildim bile altmış senedir kilitliydi. İnsan çocukluğundaki hiç bir şeyi unutmuyor. Yüzlerce anahtar içinde sarı anahtarı buldum ve siyah sandığı açtık.
Annemin sandığında üst üste muntazaman yerleştirmiş neler yoktu neler:
onun geliniği, nişanlılıktan ileri yaşlarına kadar bizim düğünlerimizde, önemli her toplantıda giydiği elbiseler, babamın Boston yıllarından kalma pardesüleri, ceketleri, frakı, ipek atkıları, Mustafa’nın bebeklik ceketi, benim askerlik elbisem, babamın beylik tabancası, gene babamın 1939 yılında Berlinden getirdiği körüklü fotoğraf makinası, mektuplar ve sandığın en altında 1960 lardan kalmış bir gazete.
O gece bir hazine bulmuşcasına heyecanla elden geçirdğimiz her eşyayı teker teker bulduğumuz gibi yerine yerleştirdik ve sandığı kilitledik. Sonra ben Mustafa’ya dönerek müze fikrini ortaya attım. Acaba dedim annemin ve babamın bu elbiselerini holde camekanlar içinde sergilesek, odalarda da onlarla ilgili hatıralardan oluşan köşeler yapsak, ama bunları yaparken üç kardeşin ailelerinin yaz’dan yaz’a burada kalacağını düşünerek, müze evin bir otel gibi kullanılmasına da engel olmamak. Mustafa bu fikrime sıcak baktı, ama ailedeki tüm hanımlar bu müze ev konseptini hiç beğenmediler. Bizde bu fikri o gün için unuttuk.
Bu günden tam bir ay sonra kardeşimden yukarıda okuduğunuz mektubu aldım. Ama bu konuda küçük de olsa bir adım atmam için aradan neredeyse iki yıl geçmesi gerekliymiş. 2011 yılının Ekim sonunda tek başıma İstanbula geldim ve on beş gün süreyle Çiftehavuzlardaki evde tek başıma kaldım. Gündüzleri İstanbul’u geziyor, yeni yazılar için bilgi topluyor, akşamları da arkadaşlar ile beraber oluyorduk. Gece eve geldiğimde çok defa uyku tutmuyor evdeki sandıkları, kitaplıkları karıştırıyordum. Gardroplarda o kadar çok elbise, ayakkabı ve giyecek eşyası vardı ki, hepsini büyük naylon torbalar içinde toplayarak Van depremzadelerine verilmek üzere apartman görevlisi için hazırlıyordum. Gene böyle uyuyamadığım bir gece siyah sandığı bir kere daha açtım, içinden anneme ve babama ait birer elbiseyi çıkardım, annemin 1960 lardan kalma silindir şeklindeki şapka çantasından dört adet şapka, ayakkabı dolabından da onların birer çift ayakabısını seçtim. Sonra bunları dairenin girişindeki portmantoya yerleştirdim. Acaba nasıl duracak diye merak ediyordum, hoşuma gitti, acaba kardeşlerim ne der diye düşündüm. Daha sonraki gecelerde kütüphanelerin olduğu odada bir kitaplığın üstünüde resimler ve “memorabilia” tipi eşyalarla bir köşe yaptım. Zaten evin öbür taraflarıda “müzelik eşyalarla doluydu ve bu eşyaların yerleri belki oraya ilk konulduğundan beri hiç değişmemişti.
Benden üç ay sonra iki kardeşimde ailelerinden ayrı olarak İstanbula gittiler ve evde kaldılar. Mustafa yaptığım iki düzenlemeyi de beğenmişti, Cenan ise olumlu yada olumsuz bir şey söylemedi. Ama ben biliyorum’ki ailelerle gideceğimiz ilk gün, önce portmantodaki elbiseler kalkacak sonra belki zamanla odalardaki müzelik eşyalar atılıp, satılacak yerlerine yenileri konulacak. Bizim "masumane" yapmaya çalıştığımız “Müze Ev” ancak bu web sitesinde kalacak, zamanı gelince oradanda silinecek.
Aslında biliyormusunuz, her insanın evinde birer küçük anılar müzesi vardır. Yıllarca gezilerden toplanan incikler, boncuklar, biblolar, dededen kalmış bir cep saati, bir kahve fincanı, işlemeli bir masa örtüsü. Bunlar sahibi için çok kıymetlidirler, ama sahip gidince öksüz kalırlar. Onların kıymeti aslında maddi değerlerinden ibaret değidir. Çoğu zaman beş para bile etmezler ama onlarıkıymetli kılan bir zamanlar bu dünyada yaşamış insanların, anılarına, acılarına, sevinçlerine, olan ortaklıkları ve yaşamlarının uzantıları olmalarıdır.
Çiftehavuzlardaki apartman dairesi belki hiç bir zaman bir “Müze Ev” olamayacak. Ama oradan evimize topladığımız birkaç eşya belki birkaç nesil daha ailelerimizin evlerinde bir köşede durmaya devam edecek.Tıpkı kitaplığımdaki anneannemin çocukluğundan kalma yüz on yıllık gümüş işlemeli su kupası gibi.