Çarşamba semti Fatih Belediyesinde İstanbulun 5. tepesinin hudutları içinde 20-30 bin kişinin yaşadığı bir semt. Adını Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fetih ettikten sonra buraya yerleştirdiği Trabzonun Çarşamba kazasından gelen göçmenlerden aldığı söyleniyor. Bizans imparatoru I. Leon zamanında buraya bir açık hava sarnıcı yaptırılmış. Bizanslılar buraya kare bahçe anlamına Xerokipion demişler. M.S. 459 -460 yılları arasında yapıldığı tahmin edilen sarnıca İmparator Leon ilk önceleri çok sevdiği Got Generali Aspar’ın adını veriyor ama sonra bilinmeyen bir nedenle Aspar’ı idam ettiriyor.
Aspar Sarnıç’ı Bizans’ın su ihtiyacını karşılamak için kurulan dört açık hava sarnıcından biri. Diğer sarnıçlar: Karagümrük’de Vefa futbol takımının futbol sahası olarak kullanılan Aetius Sarnıcı, Bakırköy’deki Fil Damı Sarnıcı ve Altı Mermer semtlerinde ki sarnıçlar. Osmanlıların akar olmayan suya itibar etmediği malum. Belki bir zaman Yerebatan Sarnıcın da olduğu gibi Aspar sarnıcında da duran suyu bahçe sulamak üzere kullanmışlar, sonra su kurumuş ama altındaki mümbit toprakta sebze ve meyve yetiştirilmeye başlanmış 1540 yılında İstanbul’a gelip De Bosporo adlı kitabı ile Boğaziçini dünya’ya tanıtan gezgin yazar Petrius Gyllius, bu sarnıcın yerinde bahçelerin olduğunu yazmış. Zamanla Osmanlı insanı sarnıcın dört bir tarafına evler yapıp yerleşmeye başlamışlar ve Bizansın “kare bahçesi”ne “Çukur Bostan” denmeye başlanmış. Her Çarşamba burada pazar kurulup Çukur Bostanın zerzevatı Fatih bölgesinde yaşayan ahaliye satışa sunulmuş, kimine göre de semt adını bu pazardan almış.
Fatih bölgesindeki Sultan Selim Camii yakınındaki Çarşamba semti İstanbul’un tartışmasız en muhafazakar semti. Buraya Türkiye’nin Suudi Arabistan’ı, ya da İran’ı diyenler olduğu gibi Balat ve Fener’dek’i kiliseler ve sinagogların yakınlığı nedeniyle “Küçük Kudüs” diyenler de var. Gazeteler de burası ile ilgili okuduğum yazılarda semt de “kapalı” olmayanlara ev kiralanmadığı, bu semte mini eteğin henüz giremediği, erkeklerin cübbe ve takke ile, kadınların çarşafla dolaştığı söyleniyordu. Çoğu Nakşibendi Tarikatının bir kolu olan İsmail Ağa cemaatine bağlı olan mahalle sakinleri Fethiye Caddesindeki İsmail Ağa Camii’ne devam ediyorlar. Burada erkeklerin namaz kılarken takke yerine sarık kullandıkları söyleniyor. Çarşamba belki eskiden beri böyle idi ama günümüzdeki siyasi ortamda burada yaşayanların kendilerini daha rahat hissettikleri ve mahalle içinde kendilerine özgü kurallar koyup uyguladıkları ve kimsenin de buna karışmadığı anlaşılıyor.
Yavuz Sultan Selim Camiine gitmek için otobüs’den indik, caminin minaresini hedef alarak ara sokaklardan yürüyoruz. Yolun solunda ilerde görülen camiye kadar uzanan duvarlar ve duvarların üstünde demir parmaklıklar var. Aşağıda, belki yirmi metre aşağıda, dört köşe kare şeklinde devasa bir çukur, çukurun için de de bir park var. Evet burası Bizans’ın ünlü Xerokipion’u ya da Osmanlı’nın Çukurbostanı Aspar Sarnıcı. Sarnıcın iç duvarları sur duvarları gibi taştan ve hala ayakta. Karşı cephe de Çarşamba mahallesinin çoğu dört katlı bir birine yapışık evleri, evlerin arkasında İsmail Ağa camiinin minaresinin ucu gözüküyor. Parkın içi İ.B.B.* “ alameti farika”sı parklardan biri. Cetvel ve pergelle çizilmiş beton yollar, daireler, üçgenler, dikdörtgenler, çim tarhları, çimlerin üzerinde yapay eşek, zebra ve kuğular, havuzlar, çocuk bahçeleri, halı futbol sahaları, basket potalar, gölgelikler altında beton üstünde piknik masaları, asker gibi yan yana sıralanmış banklar,hepsinin üzerinde “bunu biz yaptık” dercesine boydan boya asılmış küçük Türk ve İ.B.B. bayrakları. Bir alana konulan bin objenin kalabalıklığı içinde mumla aranan doğa ile insanın uyumu.
“Kim bilir burada eskiden bostanlar varken ve pazarlar kurulurken manzarası ne kadar daha güzeldi diyorum” Selçuk’a. Gülümsüyor, “ Abi bak” diyor solumuzda ki duvarının üzerindeki bir ilanı göstererek”. Arapça ve Türkçe yazılmış ilanı okuyorum. “Essalmü Alleyküm “diye başlıyor ilan, Eyüp-Feshane’de açılacak, Arapça ve türkçe ( Türkçe küçük harfle) öğretecek bir ana okulunun kayıt işlemleri için bilgi veriyor. Ana okulunda Arapça öğreten bir okul ! “Burası Türkiye Cumhuriyeti mi yoksa bir Arap ülkesi mi ?” diye birbirimize soruyoruz, başımızı iki yana sallayarak. Sonra taş yoldan türbelerin olduğu bölümden caminin bahçesine giriyoruz.
*Istanbul Büyük Şehir Belediyesi
YAVUZ SULTAN SELİM CAMİİ
Image:
Yavuz Sultan Selim Camii selatin* camileri içinde Fatih Camiinden sonra yapılan ikinci camidir. Yapımına Yavuz Sultan Selim zamanında başlanılan cami, onun ölümü üzerine 1527 yılında oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamamlatılmıştır. Mimarının Acem Ali olduğu söylenirse de Evliya Çelebi bu caminin Mimar Sinanın eseri olduğunu söyler. Ne var ki Mimar Sinanın eserlerini gösteren kaynaklarda Yavuz Selim camiinin adı geçmez. Hiç bir kaynağa dayanmayan benim tahminime göre de, belki Sultan Selim zamanında caminin yapımına Mimar Ali tarafından başlanmış, padişahın ölümü üzerine inşaat yarıda kalmış, sonrada Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan tarafından tamamlanmıştır. Her kim inşa etmişse gerçekten İstanbul’un en güzel camilerinden birini yapmıştır.
Caminin avlusuna üç ayrı kapıdan giriliyor: Türbe Kapısı, Çarşı Kapısı ve Kırk Merdiven Kapısı. İlk iki kapı sarnıç tarafında, diğer kapı ise Haliç tarafındaki uçurum veya merdiven denilen tarafta. Buradan aşağıya dik bir yokuşla parke taşlı yol ve merdivenlerden Balat’a iniyorsunuz. Caminin çarşı tarafındaki cephesinde birer şerefeli iki minare var. Şerefelerin alt ve korkuluk bölümleri taş oymacılığının Sultan Ahmet Cami minarelerine benzer güzel birer örneği. Caminin avlusu ve gövdesi beyaz mermer ve granit taşlardan yapılmış . Avludaki mermer sütunlar sanki yeni temizlenmiş gibi bembeyaz, revakların kemerli kısımları pembe beyaz taşlarla çemberlenmiş, avlu pencerelerinin üzerlerinde de iznik çinilerinin mavi yeşil karışımı en güzel örnekleri ile bezenmiş. Avlunun ortasında gene beyaz mermerden yapılmış sekiz sütunlu ve on sekiz musluklu bir şadırvan var. Oktagon şekindeki şadırvanın su havuzu da mermerden ve üzerinde yeşil bir şemsiyeye benzeyen altın mızraklı bir kubbesi var.
Caminin içi de dışarıdaki sarnıç gibi kare şeklinde, karenin her köşesinde dört tane kubbeli oda var, eski zamanda buraya misafir gelen şeyhlerin ağırlanması için yapılmış. Caminin içine girince içerinin aydınlığından insanın içi açılıyor. Duvarlarda sonsuz bir beyazlık içinde kaleydoskop’un içinde oynaşan renkler gibi kemerli pencereler, kubbe de ise iznik çinilerinin şeffafına benzeyen vitreyler ile kaplı daha küçük pencereler var. Kubbeden inen kandil çemberinin etrafında yüzlerce cam kavanoz içinde ışıldayan ampuller ve çemberin tam ortasında bir sultan kavuğuna benzer ya da dev bir topacı andıran kristal bir avize asılı. Minberin yanında iki insan boyunda dev pirinç mumluklar, tahta oymacılığının zirve yaptığı tahta kapılar ve yerde açık bej renginde bir halı: üzeri iznik çinilerinden esinlenmiş tren rayları gibi çizgilerle boydan boya kaplanmış.
*Osmanlı Sultanlarının yaptırdıkları ya da onlara ithaf edilen camiler (Imperial Mosques)
Arapca egitim veren Ana Okulu ilani
Parmakliklar arkasinda Halic seyri
Cami avlusunda hatira fofograflari cekenler
Camiden dışarıya, avluya çıktık . Hafta içi,namaz vakti de değil, içeride namaz kılıp dua eden yalnız üç kişi vardı. Şadırvanın yanında uzunca top sakallı bir adam elinde tespih yerine cep telefonu ile internet de dolaşıyor ya da mesaj atıyor. Adamın üzerinde uzun bir cübbe ve siyah bir takke var. Dışarıya bahçe kısmına çıkıyoruz. Buradaki çam ağaçları ve gül kümeleri ile sülü çim tarhları son derece bakımlı. Çim tarhlarının içinde bir levha : Parka hayvan giremez, Fatih Belediyesi. Duvar kenarına bir Mopet park edilmiş, yanında orta yaşlı bir adam bir pencere çerçevesini tamir ediyor. Bahçe duvarlarında ki mermer pencere eşiklerinin yanında kara çarşaflı iki genç kız bir birlerinin fotoğraflarını çekiyorlar. Facebook da gençlerin yaptığı gibi ayaklarını uzatarak, ellerini bellerine koyarak ve gülümseyerek. Cami bahçesinin Kırk Merdiven bölümüne yürüyoruz. Aşağısı uçurum, ayağınız kaysa evlerin damına düşersiniz. Alçak bir duvarla çevrelemişler bahçenin bu bölümü nü, üzerinde de demir parmaklıklar var, Haliç’in manzarası kapanmasın diye. Kara çarşaflı iki kadın bir bank’ın üzerine oturmuşlar, demir parmaklıklar arasından Haliç’i seyrediyorlar. Başına kapüşon’u çekmiş arkasını Haliç’e vermiş bir genç duvara oturmuş ters tarafa bakıyor. Kırk merdivenin duvarına çıkıyorum, Haliç manzarasının fotoğraflarını çekmek için. Ama aşağıdaki evler daha da ilginç geliyor, kırmızı kiremitli damlar, iplere asılmış rengarenk çamaşırlar, çanak antenler hortumlar, çöpler, siyah beyaz olmayan Ara Güler fotoğrafları gibi.
YAVUZ SULTAN SELİM, I. ABDÜLMECİT, HAFSE AYŞE SULTAN, FATMA SULTAN VE ŞEHZADELER TÜRBELERİ
Image:
İstanbul’da tarihi yerler içinde türbelerin özel bir yeri vardır. Aşağı yukarı her caminin yanında bir hazire ve bir çokunun yakınında da bir türbe bulunur. “Hazire”: cami, mescit, külliye gibi yerlerin bahçesine ya da hemen yanı başına yapılan ve etrafı parmaklıklarla çevrili olan mezarlıklara verilen addır. Bu gibi ibadet yerleri ve külliyeleri yaptıranlar öldükten sonra bu eserlerin bahçesine kıble yönüne gömülüyorlar. Bunların genellikle üzerinde bir türbesi veya açık havada mermerden bir sandukası oluyor. Daha sonra bu kişinin ailesinden ölenler de, bu türbenin yanına gömüldükçe burası bir mezarlık halini alıyor. Türbe içindeki sandukalar mezarın üzerine konulan sembolik tahta yapılar. Bunlar genellikle yeşil renkte bir çuha ile kaplanıyor, üzerine dini ayetler yazılan örtüler konuluyor ve baş kısmına altında yatan kişinin erkek ya da kadın olmasına göre bir sarık veya tülbent konuluyor. İslam adetlerini göre türbelere adak adamak, çaput bağlamak ve ölenden dua ile bir şey talep etmek geçerli değil.Yalnız türbedeki yatırın ruhuna bir dua okumak yeterli.
TÜRBELERDEKİ TANITICI LEVHALAR
İstanbul’da Osmanlı Sultanları, şehzadeler, paşalar, ulema ve din adamlarının yattığı 120 ye yakın belli başlı türbe var. Bu türbelerin 72 si Fatih Belediyesinin sınırları içinde ve çoğu da Ayasofya’dan Edirnekapı’ya kadar uzanan Divan Yolu, onun uzantıları ve ara yolları üzerinde. Yavuz Sultan Selim Camiinin bahçesinde de üç ayrı türbe var : en başta Yavuz Sultan Selim'in türbesi,yanında Şehzadeler türbesi** ve en sonda Sultan I. Abdülmecit'in türbesi. Biz de bu türbeleri tek tek ziyaret ettik. Bu türbeleri size anlatmak yerine, çoğu türbe de olan, yatırın hayatı ile ilgili bilgileri içeren levhaları buraya nakletmeyi ve türbelerin fotoğraflarını koymayı tercih ettim.
Türbeleri gezdikten sonra cami bahçesinin kırk merdiven kapısından dışarı çıktık ve dik yokuştan aşağıya Balat’a doğru inmeye başladık. Gezi haritamızda: Kırmızı Mektep, Heraclius surları ve yol üzerinde karşılaşacağımız türbeler vardı.
Cem Özmeral
8 Ocak, 2014
Dublin, Ohio
* www.türbeler.org
** Yavuz Sultan Selim'in kızları Hafize Ayşe Sultan, Hatice Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman'ın şehzadelerinden Abdullah, Mahmut ve Muratt