1964 ALİI SAMI YEN STADI AÇILIŞINDAYDIM
O yıllar Istanbulda bütün maçlar o zamanki adı ile Dolmabahçe yada Mithatpaşa stadında oynanırdı. Beşiktaşın Şeref Stadı amatör küme maçlarının yapıldığı bir toprak sahadan ibaretti. Fenerbahçe Sükrü Saraçoğlu stadına hiç gitmemiştim ama orasınında saha bakımından Şeref stadından pek farkı yoktu, belki tribünler üç beş bin daha fazla seyirci alıyordu.
Mithatpaşaya her sene baharda çim ekilirdi ama yaz gelince çim kavrulur, kurur, sonbaharda sahanın orta bolümü hariç, sararmış saman bile kalmazdı. Hiç unutmam, Galatasarayın ve milli takımın kalecisi Turgay kaleye geçtimi, maç başlamadan kale çizgisinden penaltı noktasına kadar meşin kramponları ile toprak üzerinde arası bir metre kadar iki çizgi çekerdi. Bu onun bir uğurumuydu, yoksa maç içinde yerini bilmesi icin bulduğu bir yöntemmiydi, bilemiyorum. Soğuk kış günleri birde yağmur yağdımı, saha tam bir balçık tarlasına döner, çamur içindeki futbolcuları tanımak adeta imkansız olurdu.
Galatasarayın Ali Sami Yen stadı da belki on küsur senedir genişletiliyor ve elden geçiriliyordu. Ama hem Beden Terbiyesi hem Istanbul belediyesi Nuh diyor, peygamber demiyor, gerekli ruhsatlar bir türlü tamamlanamıyor, buna birde para sıkıntısı eklenince stad bir türlü açılamıyordu.
Sonunda takvimlerin 1964 Aralığını gösterdiğinde Ali Sami Yen stadı bitirilmiş ve Istanbul, Mecidiyeköyde Avrupadaki stadlar gibi çim sahası olan modern bir stada kavuşmuştu. Bundan sonra lig maçları burada oynayacak ve milli maçlarda burada yapılacaktı. Stadın açılışı 20 Aralık 1964 de, Türkiye Bulgaristan maçı ile olacaktı.
Türk milli takımı 1950 den beri katılamadığı Dünya Kupası eleme maçlarına hazırlanmaktaydı ve Bulgaristan karşında ilk hazırlık maçımızı yapacaktık. Kalede sakat olan Turgayın yerine Beşiktaşın eski kalecisi Varol, Fenerbahçenin Hamal lakablı kaptanı Şeref, Galatasaraydan KoçeroTalat, taçsız kral Metin Oktay, Fierontinadan Sinyor Can Bartu ve ilk milli maçına çıkacak olan Beşiktaşın genç yıldızı Sanlı , bu önemli maçta oynaması kesin olan oyunculardı.
1964 yılının Aralık ayında Avusturya Lisesinin son sınıfındaydım, leyli okuduğumdan , hafta sonları Etilerdeki evimize çıkıyor ve özellikle Beşiktaşın maçlarını kaçırmıyordum. Bu maçta tarihi bir maç olacaktı ve okuldan yakın arkadaşım Galatasaray taraftarı Ahmet Baykal ile Mecidiyeköyde buluşup maça gitmeye karar verdik. Etilerden dolmuşla Mecidiyeköye gelmek ve kalabalığın içinde Ahmeti bulmak fazla zor olmamıştı.
Maç öğleden sonra ikide başlayacaktı ama biz iki saat öncesinden yol tarafındaki açık tribünün en üst kısmında yerimizi aldık. O zamanlar maçlara kapasite üzerinde insan alınır, ve açık tribünlerde maçlar hep ayakta seyedilirdi. Bu nedenle, ( o zaman derbi denmesede) bir derbi maçında yirmi beş bin kapasiteli Mithatpaşa stadına ellibinin üzerinde seyirci maç seyrederdi. Işte bu gelenek bu yepyeni stadyumdada devam ediyordu ve maçın başlamasına daha iki saat olmasına rağmen tribünlerde hemen hic boş yer kalmamıştı. Fanilarımızın içine koyduğumuz gazetelerle Aralık ayının dondurucu soğuğundan korunmaya çalışıyor ve hayran hayran boş sahadaki yeşil çimleri seyrediyorduk. O günden aklımda kalan kalabalıktan dolayı bulunduğumuz tribünde itişip kakışmaların başladığı ve özelikle portakal kabukları ile insanlarin yarı şaka yara ciddi birbirleri ile dalaşmasi idi. Tribünler o kadar doluyduki, birisi önündeki kişiyi ittimi , oda önündeki kişiyi itiyor ve bir kaç kişi birden düşüyor, bir anda tansiyon yükseliyordu.
Biz böyle önümüzdeki seyircilerin portakal kabuğu savaşlarını seyrederken, birden büyük bir gürültü koptu, ve önümüzdeki insanların birbirleri üzerine yığıldığını ve domino taşları gibi birbirlerini devirdiğini gördük. Bende arkadan üzerime gelen bir darbe hissetim ve aşağıya doğru yuvarlandım.Büyük bir panik başlamış insanlar bir birlerini ezerek asağıya doğru yuvarlanıyor ve en üst tribünün balkon korkuluğunun üzerinden aşaği tribüne, üzüm salkımları gibi üçü beşi bir arada düşüyorlardı. O an, on yedi senelik ömrümün gözümün önünden bir filim şeriti gibi geçtiğini, annemi , babamı ve kardeşlerimi düşündüğümü hatırlıyorum. Ölüme bu kadar yakın olduğum, ölüm korkusunu bu kadar şiddetli hissetiğim, ve hayatımın özetinın bu kadar çabuk gözümün önünden geçtiği , başka bir günü hatırlamıyorum. İnsan ölüm korkusuyla kendini topluyor olmalı. Ayakta durmaktansa , yere eğildiğimi ve üzerimden uçan insanların aksi istikametine , taş basamakların üzerinde yukarıya doğru tırmandığımı hatırlıyorum. Beton basamakların üzerinde yer yer, insanlairın tutunmasi için olacak , demir korkuluklar vardı. Bunlardan birine tutundum ve asağıda olanları seyrettim. Sonradan öğrendigimize göre, sosis ekmek satan ve tam balkon korkuluğunun önündeki küçük büfede, gaz ocağı patlamış, panikle insanlar, yangın çıktı diye kaçışmaya kalkmışlardı.
Her şey bir anda olup bitmişti. Birazdan Ahmetle tekrar buluştuk, o da bir şekilde aşağıya düşmekten kendini kurtarmıştı. Tabii bu olaydan sonra maçın fazla bir önemi kalmamıştı. Iki saat rötarla başlayan maç, tatsız tuzsuz bir şekilde başladığı gibi 0-0 bitti. Bizde Ahmetle birlikte birbirimizden ayrıldık. Bir saate yakin Etilere giden otobüslere binmek icin sıra bekledim. Ama insanların balık istifi gibi otobüslere tıkıldığını görünce. Mecidiyeköyden Etilere kadar bir buçuk saat yurüdüm ve yorgun bir şekilde evime vardım.
O gün bir talihsiz seyirci hayatını kaybetti, onlarca kişi hastanelik oldu, belki bazıları ömür boyu sakat kaldı. Ruhsatsız olduğu ve fazla seyirci alındığı için Ali Sami Yen stadı tekrar kapanacak ve senelerce maçlar gene Mithatpaşaya alınacaktı. Ben ise, bir daha hayatım boyunca kalabalıklar girmemeye, konser ve maç çıkışlarında insanların dağılmasını beklemeye başlayacaktım.
Cem Özmeral 25 Ocak, 2011 Dublin, Ohio
|