Valide Sultan bir gün rüyasında yüzlerce insanın kendisine kıyamete kadar dua ettiğini görür ve hemen ertesi günü rüyasını bir bilene yorumlatır. Rüya’yı yorumlayan kişi tifo ve kolera salgınlarından yüzlerce fakir insanın öldüğünü, eğer bu garip insanları tedavi etmek ve kurtarmak için bir hastane yaptırırsa, insanların kendisine kıyamete kadar dua edeceğini söyler. O zamanlar İstanbul’da fakir gayri müslim vatandaşların ibadethanelerine bağlı birçok hastane ve hayır kurumu vardır ama Şifahane veya Darüşşifa adı verilen özel hastanelerden yoksul Müslüman vatandaşlar pek faydalanamamaktadır. Rüyasında gördüğü olguyu gerçekleştirmek isteyen Bezm-i alem Valide Sultan 1843 yılında 200 yataklı ve ilk defa adına “hastane” denilen “Bezm-i Alem Gureba-i Müslimin” adlı sağlık kuruluşunu, yanındaki cami ve çeşmesi ile birlikte hizmete açar. Hastanenin amacı yoksul insanlara parasız hizmet vermektir ve hastaneye kabul şartları en ince detayına kadar talimatnameler ile belirlenmiştir. Vakıf tarafından maaşa bağlanan hekim, cerrah ve eczacılar burada her gün, gece gündüz görev yaparlar ve burada yatıp kalkarlar. “Gureba” adı garip’ten gelir, garip de yoksul ve kimsesiz kimse anlamına gelir. Hastanenin tek amacı da bu insanlara parasız muayene, tedavi, ilaç ve ameliyat olanakları sağlamaktır. Hastanenin talimatnamesinde eğer bir hastanın tedavisinde gereki olan bir limonun fiyatı bir altın bile olsa, bu limon tedarik edilecektir der. Gureba hastanesi de aradan geçen iki yüzyıl boyunca İstanbulun Osmanlı’dan kalan diğer hastanesi Cerrahpaşa ile birlikte halka hizmet vermeye devam edecektir. Bezm-i alem Valide Sultan’da hastalara yaptığı bu büyük iyilikle insanların yüzyıllarca hayır duasını alacak ve Florence Nightingale’ den bile önce bir iyilik meleği olarak anılacaktır.
İşte Gezi parkı eylemleri sırasında sıkça gazetelere konu olan Dolmabahçe‘deki cami bu iyilik meleğinin yaptırdığı bir camidir. Polisle girdiği çatışmada yaralanan ve biber gazından kaçan göstericiler toplu halde Bezm-i alem Sultanın camisine sığınıyorlar. Can havliyle kendilerini camiye atanlar içinde başı gözü kanayanlar, yaralılar çoğunlukta. Arkadaşları kendilerine ilk müdaheleyi yapıyorlar, kısa zaman da civar hastanelerden gelen sağlık personeli ile cami bir anda revire dönüyor. Sedyeler, serumlar, gazlı bezler, ilaçlar. Sanki içerisi “Gureba” hastanesi.
Ertesi gün caminin müezzinine, cami içinde içki içen “çapulcular”ı görüp görmediğini soruluyor.Israrla tekrarlanan sorulara, “Cami içinde içki içen yoktu, olmayan şeyi de söyleyemem” diye diretiyor müezzin. Caminin avlusunda tek bir boş bira kutusu bulunuyor, bir de camiye ayakkabıyla girenlerin ayakkabıları daire ile çevrilip gazetelerde teşhir ediliyor. Düşünün bir tarafta gözlerini, uzuvlarını belki canlarını kurtarmak için camiye koşan ve onlara yardım eden insanlar diğer tarafta onların fotoğraflarda işaretlenmiş ayakkabıları. İnsanların gözüne sıkmak günah değil de, camiye can havliyle ayakkabı ile girmek günah !
İnsanlara iyilik etmek amacıyla yaralıları camiye alan ve görmediği şeyi söylemeyen dürüst müezzin ve caminin imam’ı yapılan teftişin “selameti ve kendilerinin yıpranmamaları için “ görevden alınmışlar. “Ben hiçbir şekil de yıpranmadım” dese de müezzin Fuat Yıldırım Başakşehirin Kayabaşı köyüne, cami imamı Halil Neciplioğlu Zeytinburnu’na altı ay süreyle görev yapmak üzere tayin edilmişler. Ama ben eminim, ikisinin de görev yaptıkları Dolmabahçe camiinin banisi Bezm -i alem Valide Sultan’ın insanlara karşılıksız iyilik yapma geleneğine uydukları için, kalpleri rahat , vicdanları huzur içindedir.
Cem Özmeral
30 Eylül 2013
Dublin, Ohio
|