KIZ KULESİNDEN İSTANBUL VE SERASKER KULESINDEN HAVA DURUMU.COLLAGES BY İSTANBULLITE.
Aslında ben İstanbulu en çok üç tepeden severim. Biri Pera daki Cenevizlilerden kalma Galata kulesi, diğeri Eyüp Sultan mezarlığının zirvesindeki Pier Loti kahvesidir. Üçüncüsü ve belkide en güzeli Büyük Çamlıca tepesidir. Bu tepelerden İstanbul a bakarsanız, bu güzel şehri üç boyutlu olarak, gökyüzünü kucaklayan minareleri ile, iki yakayı birleştiren köprüleri ile, boğazı turlayan vapurları ile güzel bir tabloyu seyreder gibi adeta yükseklerde uçan bir kuşun gözlerinden görürsünüz........
Özlediğim İstanbul , Cem Özmeral, 2002
Dokuz sene önce böyle yazmıştım İstanbulu yüksekten seyretmekle ilgili olarak. Düşüncelerim o günden bugüne pek değişmedi ama bazı ilaveler oldu. İstanbulu bu üç tepeden kuş bakışı görmek çok güzeldi ama, Sarayburnundan Sultanların gördüğü gibi, Üsküdarı, Kadıköyü ve Adaları ve Boğaziçinin gümüş gerdanlığı köprüyü mercek altına almak, yada boğazın Karadenizin ağız kısmındaki Yoros tepesinden gerisin geriye iki yakadaki inci gibi işlenmişsemtlerine bakmak da ayrı bir güzelikti. Çamlıcadan bu güzeli cepheden, boyuyla, bosuyla bütün endamı ile görürsünüz. Pier Loti tepesinden bakarsınız, onu arkasından aşağıya uzanan sırma sarısı saçları ile hayal edersiniz. Galata kulesinden onu profilden görürsünüz, saçındaki tokası ile. Ama kız kulesinden, İstanbulu seyretmek sarhoş eder sizi, onun belinde kemer olursunuz, eteklerinde küçük bir çocuk gibi dolanıp durursunuz. Yukarıdan aşağıya bakarsınız bu sefer, her şey size büyük ve büyüleyici gelir.
Evet geçen dokuz yılda İstanbulu bu güne kadar önden, arkadan, yukarıdan, aşağıdan, yandan, kenardan görmüştüm. Onu, oradan görmediğim tek bir yer kalmıştı: Beyazıt Kulesi.Lise öğrencisi iken Beyazıt Kulesine çıktığımı hatırlıyordum. Ama neden çıktım, yanımda kim vardı ?, aradan o kadar zaman geçmiş ki hiç biri aklımda kalmamış. Bütün hatırladığım, Galata Kulesinin taş merdivenlerine karşılık, Beyazıt Kulesinin gıcırdayan eski tahta merdivenleri. İstanbul Üniversitesi Beyazıt yerleşkesine ziyaret ettiğim gün görmeyi en çok arzu ettiğim yapıda, yukarıdaki nedenlerden ötürü Beyazıt Kulesi idi. Ama Beyazıt Kulesini gezmeden önce gelin isterseniz, Kulenin bulunduğu Eski Saray bölgesindeki ilk kuleyi, şimdiki kulenin tarihini ve bu kuleler tarih boyunca yangın gözetleme kulesi olarak görev yaptığından o günün itfaiyecileri: tulumbacılardan biraz bahsedelim.
18.YÜZYIL BAŞINDA AĞA KAPISINDA YANGIN KULESI. SKETCH BY UNKNOWN ARTIST*. COLLAGE AND NAMES BY ISTANBULLITE.
Tulumbacıların Yeniçeri ocağına bağlanması on sekizinci yüzyılın başlarında olur. O zamanlar Yeniçeri Ocağına bağlı askerler Süleymaniye camiinin kuzey bölgesinde, Ağa Kapısı denilen ve başlı başına bir saray kompleksini andıran binalarda oturmaktadırlar. 1726 yılında İstanbulun her geçen gün artan yangınlarınla savaşmak için elli kişilik bir tulumbacı ocağı kurulur ve Ağa Kapısındaki binalardan bir bölümü de onlara ayrılır. Yangınları gözetlemek içinde buraya ahşap bir kule yapılır. Kulenin tepesinde nöbetçiler için küçük bir gözetleme köşkü vardır. Gene bu devirde her mahallede küçükte olsa düzensiz, beş on kişilik gönüllü bir tulumbacı takımı vardır. Ama zamanla bazı bölgelerde bunlarda bir düzene sokulur ve Topçu Ocağı, Top Arabacıları Ocağı, Tersane Ocağı(Kasımpaşa) gibi, müstakil tulumbacı ocakları kurulur. Tulumbacı lafı bu itfaiyecilerin kullandığı, eskiden gemilerde kullanılan ve suyu dışarı pompalamakta kullanılan aletten gelir. Bu aleti yangınlarda kullanılması için geliştiren ve tulumbacı ocağının kurulması için sadrazam Damat İbrahim Paşayı ikna eden Gerçekçi Davut isminde bir yeniçeri ağasıdır. Sonradan müslüman olmuş olan bu zat, Tulumbacılar Ağası olarak ölene kadar on yıl görev yapacaktır.
Bir tulumbacı ekibi genellikle sekiz kişiden oluşurdu. Bunlar içinde 120 kg. lık su fıçılarını taşıyanlara saka denirdi. Her tulumbacı takımının bir reisi vardı ve bunlar yaptıkları görevleri belirtmek için değişik renkli mintan, yelek ve kuşak giyerlerdi. Ama bağırları her daim açık olurdu ve yangına koşarken ve yangını söndürdükten sonra halkın arasında hangi tulumbacı ocağına bağlı olduklarını haykırırlardı.
Haaayt... karada aslan, denizde kaplan, yetmiş iki buçuk millete duman attıran, yaman gelir yaman gider. Kasımpaşanın yiğitleri bunlar!
Mahalle tulumbacıları gönüllülerden teşekkül ederdi ve bunların içinde her yaştan ve her meslekten insan vardı. Futbol gibi sporların olmadığı o devirlerde tulumbacılık en başta gelen takım sporu idi. İlerki yıllarda İtfaiye teşkilatı kurulup tulumba ocağı lağvedildikten sonra bile mahalle tulumbacılığı devam etmiştir. Büyük Karikatür üstadı Turhan Selçuk un Abdülcanbaz ın Tulumbacılar futbol takımını ve İngilizlerin İstanbulun işgali sırasında yapılan maçlarda, onlara ilk mağlubiyeti tattırışını resmeden serüvenlerini, gençlik yıllarımızda heyecanla takip ederdik.
AGA/FETVAHANE/MUFTULUK KAPISI
1756 yılında büyük Cibali yangını sırasında Ağa Kapısındaki ahşap yangın kulesi yanar. Uzun zaman sur içindeki yangınları gözetlemek için nöbetçiler Süleymaniye Camiinin minarelerine çıkıp muhtemel yangınları gözlerler. Aradan tam yetmiş sene sonra Sultan İkinci Mahmut zamanında kule yeniden yapılır ama yapılması ile birlikte 1828 yılında Yeniçeri ayaklanması ile yeniden yakılır. İsyan bastırılır ve Sultan İkinci Mahmut Yeniçeri ocağını lağveder ve yerine Asakir- i Mansure- i Muhammediye adıyla yeni bir ordu kurar ve kışlayı kısa zaman sonra Eski Saraya taşıtır. Bu düzenli ordunun başındaki komutana Serasker ve onların taşındığı binaya da Seraskerlik Binası denir. İşte ileride Harbiye Nezareti, Cumhuriyet devrinde de önce Darülfünun sonrada İstanbul Üniversitesi Merkez binası olacak bina bu binadır. Diğer taraftan eski Ağa kapısındaki binalar kompleksi Şeyhül- İslama tahsis edilir ve buraya Fetvahane adı verilir. Bu binanın bir bölümü bugün İstanbul Müftülüğü olarak kullanılmaktadır.
TULUMBACILAR
CLICK ON WATER PUMP
TULUMBACILARA TIKLAYIN
Yeniçeri isyanın bastırılmasında büyük payı olan ve ilk Serasker olarak görev yapacak olan Ağa Hüseyin Paşa, Sultan İkinci Mahmuttan yeni bir Yangın gözetleme kulesi yapımı için müsade ister. Bu izni alınca da kolayca yanması mümkün olmayacak ve iz bırakacak bir kule yapar. Yeni kule Serasker Binasının yakınına ve som mermerden inşa edilir. Üstü kesilmiş bir piramidi andıran kaidenin üstüne, gök yüzüne doğru uzanan bir topu simgeleyen mermer kule, iki yıl içinde bitirilir. Balyan ailesinden Senekerim Amira Balya nın mimarlığını yaptığı Serasker yada Beyazıt Kulesi, bir taraftan Yeniçeri isyanını bastırmakta büyük kahramanlıklar gösteren topçuları, diğer taraftan da asıl amacın barış ve adalet olduğunu ebedileştiren bir anıt olarak İstanbulun semalarında yükselir.
Serasker Beyazıt Kulesi yapımından sonra çeşitli tadilatlar geçirecek ve 1849 yılında kulenin üst kısmı nöbetçilerin ikametgahı olmaktan çıkarılarak boydan boya camla kaplı bir gözetleme bölümüne değiştirilecektir. Günümüze kadarda burası yangın gözetleme kulesi olarak kullanılacaktır. Yangını haber vermenin de hep bir usül ve geleneği vardı. Yangını gören nöbetçi Ağaya gider ve Ağa bir çocuğunuz oldu derdi. Ağa da Kız mı oğlanmı? diye sorardı. Kız ise, yangın Galata, Boğaziçi, Üsküdar, yada Kadıköy idi. Yok eğer oğlan ise, yangın sur içinde demekti. Eğer yangın gündüz olursa, kulenin en tepesindeki sancak bolümünde koca bir kırmızı bayrak dalgalandırılır ve Topkapı sarayından kuleyi devamlı gözetleyen nöbetçi haberi topçu ağasına haber verir ve yangına dikkati çekmek için üç adet top atışı yapılırdı . Yangın çoğu zaman olduğu gibi eğer gece çıkmışsa, işaret katında kırmızı fenerler yakılırdı. Top atışı ile haber vermek İkinci Abdülhamit zamanına kadar devam etmiştir. Zaten artık 1874 yılından beri yangın söndürme işi yeni kurulan askeri itfaiye teşkilatına devredilmiş ve Beyazıt, Taksim, Selimiye ve Kasımpaşa Tesanesine birer itfaiye taburu yerleştirilmişti.
Beyazıt Kulesi Cumhuriyet yıllarında da yeni kurulan Belediye İtfaiye Müdürlüğüne gözcülük yapmaya devam edeceği gibi aynı zamanda İstanbullulara hava durumunu da bildirecektir. Mavi bayrak ya da fener havanın açık olacağını, yeşil yağmuru, sarı sisi, kırmızı ise karı haber verecekti.
KULE
KAIDENIN USTUNDEKI TUGRA VE KASIDE
GIRIS
Şu sıralar Beyazıt kulesinde metroloji durumunun renkli olarak daha modern bir şekilde Istanbullulara haber verilmesi için çalışmalar yapılmakta. Benim İstanbul Üniversitesi kampüsünü gezdiğim gün henüz bu hizmet verilmiyordu ama verilse idi o sabahın rengi her halde griye çalan bir mavi olacaktı. Beni kuleye çıkaracak genç güvenlik görevlisi ile kuleye doğru yürürken İstanbulu yukarıdan göreceğim için sabırsızlanıyordum. Kulenin yanına gelince yerden taa en tepesine kadar baktım. Bembeyaz mermerden kule sanki daha dün yapılmış gibi tertemiz ve bakımlı görünüyordu. Alt bölümünde kesik bir piramit şeklinde iki insan boyundan daha yüksek kaidesinin üzerinde 2. Mahmutun kırmızı üzerine yaldızla işlenmiş tuğrası ve altında da kule ile ilgili eski Türkçe bir kaside vardı. Kaidenin hemen üzerinde soğana yada kavuğa benzeyen yuvarlak bir boğum ve onun üzerinde aşağıdan yukarıya doğru yükseldikçe incelen adeta bir minare, ama bildiğim minarelerin hepsinden daha bir uzun. En yukarıda kalın bir bilezik gibi sütunun üst kısmını çepe cevre sarmalayan on pencereli gözetleme kulesi. Onun üstünde de gene yukarıya doğru incelen üç kat: adeta bir kuş kafesi. Her katta sanki kuşların girmesi için yapılmış yuvarlak daire şeklinde dörder pencere. En üst katın damında da mızrağa benzeyen bir direk.
Güvenlik görevlisi arkadaş elindeki anahtarla kuleye açılan demir kapıyı açtı, sensor la çalışan ışığın girişi aydınlatmasını bekledikten sonra tekrar demir kapıyı çekerek kapadı. Artık tarihin içine girmiştik, dönüş yoktu. Merdivenlerin başladığı yerde küçücük mermer bir sebil görünüyordu. Yenilenmiş koyu kahverengi cilalı merdivenlerden kıvrıla kıvrıla yukarı doğru çıkmaya başladık. Basamaklar ayak basılan yerden içeriye doğru incelen ikiz kenar bir üçgen şeklindeydi, ama ayak bastığınız yer neredeyse iki ayak büyüklüğünde olduğundan her basamağı çift saymak mümkündü. Yukarı çıktıkça sensorla önümüzdeki merdivenler aydınlanıyor, arkamız ise karanlığa gömülüyordu yeniden.
Altmışıncı basamağı saydığımda, dinlenmek için durdum ve arkadaşa gözetleme bölümüne kadar kaç basamak olduğunu sordum. Zannederim 220, değince de acaba yapabilecekmiyim? diye biraz endişelendim. O önden ben arkadan çıkıyor, her otuz adımda bir dinleniyordum. Yüz yirminci basamakta elimdeki kitap dolu poşeti inişte almak üzere basamaklara bıraktım. Amerika da haftada iki üç gün, günde 45 dakika hızlı bir tempoda yürürdüm ve bugün bunun yararını görüyordum. Yukarı çıktıkça, burada eskiden çalışan gözetleyicilerin bu işi her gün nasıl yaptıklarını düşünüyordum.
YUKARI CIKIS 180 BASAMAK
ASAGI INIS 180 BASAMAK
CIKIS
Güvenlikçi arkadaşım yanlış biliyormuş meğer, tam 180 basamak sonra gözetleme bölümüne vardık. Çokşükür! deyip kamerayı elime aldım. Çepe çevre kulenin içinde dönmeye başladık, arkadaş mazgallarından pencereleri açıyor bende uzanıp gördüğüm manzarayı çekiyordum. Haliçi, Süleymaniyeyi, Topkapı Sarayını, Kapalı Carşıyı, Galata Köprüsü civarında tur atan vapurları, Nur-u Osmaniye yi, Marmara denizinde demirlemiş gemileri, Beyazıt camiini, babamın seksen sene önce fotoğrafını çektiği Harbiye nezaretinin Mercan kapısını, hepsini ama hepsini, hemde yukarıdan seyrediyordum. İstanbul un sağ profilden de ne kadar güzel olduğunu ilk defa görüyordum. Artık sözün bittiği ve yalnız gözün gördüğü yerdeydim.
Her çıkışın birde inişi vardır. İniş daha da zor oldu. Bu yalnız basmaklardan inerken yanda tutunacak bir tırabzan olmamasından olduğu kadar İstanbulu bir daha buradan göremiyeceğimin bilincinden geliyordu.
Cem Özmeral 12 Aralık,2011 Dublin, Ohio
BEYAZIT KULESİNDEN İSTANBULUN PROFİLINİ GÖRDÜM BUGÜN
*Ağa Kapısı resmi internetde dolaşıyor. Bu resmin ressamının adını bilmediğim için yazamıyorum.
Yukardaki yazının yazılmasında bana imkan sağlayan İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Profesör Dr. sayın Çiğdem Kayacan ve Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Yetkilisi ve Öğretim Görevlisi sayın Esma Demirer ve bana Beyazıt Kulesini gezdiren Güvenlık Görevlisi arkadaşa ve yukardaki isimlerle tanışmama vesile olan kadim dostum Naperville, Illınois'den Beşiktaşlı arkadaşım değerli bilim adamı Ercan Alp'e teşekkürlerimi sunarım.