Eminönünde Yemişçiler İskelesi yakınında, fazla dikkati çekmeyen Mimar Sinan yapımı olduğu söylenen küçük bir cami vardır. Yemişçiler Camii ve Kanlı Fırın Mescidi de denilen ve son yıllarda restore edilen camiye cadde’den on basamak merdiven ile inilir ve caminin zemini neredeyse denizle aynı seviyededir. Önce Ahi Çelebi Camiinin bulunduğu Yemişçiler Çarşısı ve İskelesi nerede, ondan bahsedelim. Yemişçiler İskelesi Eminönünde Mısır Çarşısı karşısında, “balık ekmek teknelerinin biraz batısında, otobüs duraklarının arkasında kalan vapur iskeleciği. Burası Üsküdar’dan kalkan ve Eyüp'e kadar giden “dilenci vapurlarının“ * ilk durağı. Bizim gençliğimizde, şimdi balık ekmek tekneleri’nin olduğu yerde, önce bir Balık Pazarı, hemen yanında da Yemiş Pazarı vardı. Burada başlayan meyve ve sebze halleri Unkapanına kadar uzanır, Haliç’e dökülen çürümüş sebze ve meyve artıklarının kokusu, balık kokularına karışırdı.Tam bir trafik keşmekeşi içinde kamyonlar, siyah, koca koca dolmuşlar, Magirus marka otobüsler, sırtlarında küfeleri ile hamallar, el arabası ile yürüyen satıcılar, dilenciler, balıkçılar ve vatandaşlar kendilerine bir yol bulmaya çalışır, güçlükle gidecekleri yerlere ilerleyebilirlerdi.
Bizden de önceleri, yüzyılın başlarında Galata Köprüsünden Karaköy’e yaya geçişi 1 kuruşluk müruriye tabiydi. Ama Yemiş İskelesinin önündeki kayıkçılara 5 kuruş verirseniz sizi hiç yürümeden karşı yakaya geçiriyorlardı. Gene bu yıllarda Yemiş İskelesi civarında birçok Gedikli meyhanesi ve onlarca ayaklı meyhane varmış, ama bunları başka bir yazımıza bırakıyoruz.
Ahi Çelebi Camii her ne kadar Tezkiretü’l Ebniye’de** Mimar Sinan’a mal edilse de, 1480 -1500 yılları arasında, Mehmet bin Tabib Kemal Ahi Can Tebrizi diye tanılan ve Fatih Darüşşifasında Baş Hekimlik yapan kişi tarafından yaptırılıyor. Ama bu camiyi ünlü kılan, camiyi yaptırandan ziyade, Evliya çelebinin burada gördüğü rivayet olunan rüyadır. Bilindiği gibi Evliya Çelebi bizim tarihimizin en büyük Seyyahı ve Seyahat yazarıdır. Ama yazıları, seyahat yazıları olduğu kadar birer masaldır da aynı zamanda. Yazılarında gerçeğin nerede bittiği kurgunun nerede başladığı çoğu zaman birbirine karışır. Evliya Çelebinin uyku ile uyanıklık arasında gördüğünü söylediği bu rüya belki gerçektir ama rüyanın bütün detaylarına inanıp inanmamak okuyucunun takdirine ve inançlarına kalmıştır.
DEVAMLI ISIK YANAN MIHRAB
EVLİYA ÇELEBİNİN RÜYASI
Evliya Çelebi 19 Ağustos 1630 gecesi evinde uyku ile uyanıklık arası bir vakitte bir rüya görür. Rüyada kendisi Yemiş İskelesi Civarında helal mal ile yapılmış Ahi Çelebi camiinde minberin yanında oturmaktadır. Birden içeriye bir nur hüzmesi eşliğinde muhterem bir zat girer ve hemen Çelebinin yanı başına oturur. Bu kişi kendisine cennet müjdelenen on sahabeden biri olan Okçuların Piri Sa’d İbni Ebi Vakkas dır. Evliya Çelebi Okçuların Piri’ne camideki cemaatin kimler olduğunu sorar. Aldığı cevap onu çok şaşırtır ve heyecanlandırır. Ön saftakiler peygamberlerin, arkadakiler ise evliyaların ruhlarıdır. Minber’in sağ tarafında Hz.Ebubekir ve Hz. Ömer, sol tarafında Hz. Ali ve Hz. Osman yer almaktadır ve tam o sırda üstü kanlı gömleği ile Hz. Muhammet’in amcası Hz Hamza ve diğer şehitler camiden içeri girmektedir. Birazdan büyük bir nur şimşeği çakar ve yanında iki torunu imam Hüseyin ve Hasan ile yüzü al bir şalla kaplı Hz. Muhammet mihrabın yanından içeri girer. Peygamberimizin bir elinde asa vardır ve kılıcını kuşanmıştır, Bismillah diyerek yüzündeki örtüyü açar ve cemaati selamlar:
“Esselâmü aleyküm yâ ümmetî!”
Cemaat ayağa kalkmış ve Hz. Muhammetin selamını almakta ve bu sırada Evliya Çelebi heyecandan tir tir titreyerek peygamberin kıyafetini incelemektedir. Hz. Muhammetin üzerinde on iki kolanlı beyaz bir şal, gerdanında sarı sof şal ve ayaklarında sarı renkli çizmeler vardır. Evliya Çelebi ağlayarak peygambere yaklaşır ve heyecandan “şefaat” *** dilemek yerine “ seyahat ya Resulullah” der. Bu dil sürçmesi Resulullah’ın çok hoşuna gitmiştir ve Evliya Çelebi’ye “Şefaat ettim sağlık ve selametle seyahat eyle” der.
Namaz kılınıp camide bulunanların ruhlarına Fatiha okunduktan sonra Evliye Çelebi önce Hz. Muhammetin sonrada diğer bütün Peygamberlerin ellerini öper. Hz Muhammetin elleri gül kokmakta ve kemiksiz hissi vermektedir. Diğer peygamberlerin elleri ayva, Hz. Ebubekir’in eli kavun, Hz. Ömerin eli anber, Hz. Osmanın eli menekşe, Hz. Ali’nin eli yasemin, Hz. Hasan’ın eli karanfil, Hz. Hüseyinin eli de beyaz gül kokmaktadır.
Uykudan büyük bir huzur içinde uyanan Evliya Çelebi önce sabah namazını kılar ve sonra Kasımpaşa’ya giderek rüya tabircisi İbrahim Efendiye rüyasını anlatır. İbrahim Efendi Evliya’ya onun bir seyyah olacağını bütün cihanı dolaşacağını ve öbür dünyada Resulullah’ın şefaatine nail olacağını söyler. Gene rüyasını anlattığı Kasımpaşa Mevlevihanesi şeyhi Abdullah Dede de kendisine : “Hazreti Resulun elini öpmüş hayır duasını almışsın, iki dünyada da mutluluğa kavuşacaksın. Şimdi ilk önce İstanbulumuzu yazmaya başla, işin rast gitsin, el Fatiha der.”
Ve Evliya Çelebinin seyahatleri ve ünlü Seyahatnamesi de böylece başlar.
Evliya Çelebi’nin rüyasını ilk defa 2011 yılında İstanbul’dan geldikten sonra öğrenmiş ve o seyahatimde Fener’den Eminönüne yürürken önünden geçip resmini çekme gereği duymadığım bu camiyi 2012 seyahatimin ilk gününe işaretlemiştim. İstanbula geldikten sonra gece birkaç saat uyuyup uçak yorgunluğunu biraz atarak ertesi sabah ilk işim vapurla Eminönüne geçmek oldu. Burada önce Bab-ı Ali de “Sur İçi İstanbul” kitabımı basan Yayın evine uğrayıp sonrada Sepetçiler Kasrı ve Ahi Çelebi Camiini gezmek istiyordum. Yayın evine uğradıktan sonra Sirkeciden kıyı boyunca Sarayburnuna doğru yürüdüm, ama Sepetçiler Kasrı tadilat görmekte olduğu için buraya girip içerisini gezemedim. Mecburen gerisin geriye Eminönün’e balık ekmekçilere doğru yürüdüm, otobüs duraklarını geçerek Ahi çelebi Camiinin olduğu yemiş iskelesine vardım.
Camiye iki tarafında çim ve çiçek tarhları olan küçük, denize doğru inen meyilli bir yoldan iniliyor. Buradan da on basamaklı bir merdivenden caminin giriş kapısına geliyorsunuz. Caminin kitaplarda yazıldığı gibi tarihi öneminin dışında mimari olarak fazla bir özelliği yok. Tek minare ve tek kubbeli, taş ve kırmızı tuğla karışımı bir yapı, ama caminin içinde burayı diğer camilerinden farklı kılan bir özellik var. İmamın namaz kıldırması için caminin içine ikinci bir küçük mihrap yapılmış. Kullanılmayan asıl mihrap ise Hz. Peygamberin maneviyatta namaz kıldırdığı varsayılan yere Osmanlılar zamanında yaptırılmış. Bu mihrabın üzerinde hiç sönmeyen bir ışık yanıyor.
Camiyi gezdikten sonra basamaklardan tekrar yukarıya, çıkıyorum. Burada mermerden yapılmış bir açık kitap heykelinde, bir sayfası İngilizce, diğeri Türkçe caminin ve Evliya Çelebinin rüyasının hikayesi anlatılıyor. Camiinin hemen sol tarafında çok eski bir duvar ve bitişiğinde tek katlı köhne ve depo olarak kullanılan tek katlı bir bina var. Üzerideki levhada: “İstanbul 3. İdare Mahkemesince verilen kararda 1989 yılında kamulaştırma işlemi iptal edildiğinden bu bina yıkılamamıştır” diyor. Buraya kadar güzelde, bu yapının ne olduğunu belirten tek bir satır yok. Cami den giren çıkanlara soruyorum, onlarda ne olduğunu bilmiyorlar. Önce, burası acaba Baba Cafer Zindanımı, diye düşünüyorum, ama orası biraz ileride tam yemiş iskelesinin yanında mücevhercilerin olduğu Zindankapıda. Sonra okuduklarından çıkardığım kadarı ile buranın olsa olsa gene Ahi Çelebi tarafından yaptırılan ve cami ile birlikte iki büyük yangın ve bir büyük deprem geçiren Sıbyan mektebi olduğunu tahmin ediyorum. Günümüzdeki Ahi Çelebi camiinin, beş yüzyıl önce yapılan camiyle üzerinde kullanılan taşlar dışında belki pek ilgisi yok, ama bu Sıbyan mektebinin bir duvarı hala asırlara meydan okurcasına dimdik ayakta.
Geldiğim yoldan geriye eski yemiş iskelesine doğru yürüyorum. Asırlar geçmiş ama insanlar aynı yaşam kavgası içinde koşuşup duruyorlar. İşte sağımda Rüstempaşa camii, Mısır Çarşısı, Yeni Cami, solumda Zindankapı kulesi hala yerli yerinde. İnsanlar köprü üzerinde gene balık tutuyorlar, etrafımda turşucular, kestane satanlar, simitçiler, otobüs duraklarında bekleyen insanlar. Cebimden bir beş lira çıkarıp balık ekmek teknelerine doğru yürüyorum.
Cem Özmeral 3 Aralık 2012 Dublin, Ohio
* Dilenci vapuru, sağındaki ve solundaki herkese el açan bir dilenci gibi Haliçin iki yakasındaki her iskleye uğrayan Eyüp vapuru