Yukardaki resimi annemin ölümünden iki yıl sonra onun sandığında buldum. Küçük bir tülbente sarılmış resmin yanında, dedemin ölmeden bir ay önce anneme yazdığı mektup, anneannemin Küçükyalıdaki mezarının tapu numaraları ve bilgileri, annemin akrabalarının daha önce hiç görmediğim resimleri vardı. Belli ki Atatürkün, İnönü, küçük Ülkü ve arkasında duran Yaveri Celal Bey ile ile Florya deniz köşkü önünde cekilmiş bu resminin onda özel bir hatırası yada önemi vardı. Atatürkün evimizde duvarda ve albümlerde birçok resimleri vardır, ama bu resim neden sandıkta saklanmıştı, herhalde hiç bir zaman bilemiyeceğim, gene de bu beni tahmin yürütmekten alı koymadı.
Florya köşkü 1935 yılında yapıldığında annem on üç yaşlarında olmalı idi ve Kocamustafapaşada ki Saraçbaşı konağında ailesi ile birlikte yaşıyordu. O zamanlar Kumkapıdaki Jean Darc Fransız orta okulunda okuyor yazlarıda izcilik ve yüzme gibi sporlar yapıyormuş.Bana yüzmeyi Kumkapıda öğrendiğini ama Florya sahillerinde ilerlettiğini söylerdi. Yaz tatillerinin bir bölümünü Yeşilköyde bir akrabalarının köşkünde geçirirlermiş. Benim çocukluk yıllarımda Florya plajına gittiğimiz zaman annem Yeşilköyde geçen eski günlerden, hatta ileride üniversiteye başladığı yıllarda Yeşilköyde Türk Kuşunda planörle uçma dersleri aldığından bahsetmişti. Benim tahminim bu resmi Yeşilköyde yaşayan akrabaları ona vermiş olabilir, yada orada’ki bir fotoğrafçıdan satın alınmış olabilir. Ama önemli olan internette ve kitaplarda hiç görmediğim bu fotoğrafın bizim muhafazamız altında olması ve benim bir anda Florya Deniz köşkü ile ilgili tarihi bilgilere ulaşmak hatta bu dünyada nadir olan bu deniz köşkünü ziyaret etmek için içimde büyük bir arzu uyandırması olmuştur.
Ayni gun,ayni elbiseler, Ismet Pasa ile( anonim)
Ulku ve Yaver Celal Beyle, Deniz Koskunde(Anonim)
Annem Lamia Ozmeral solda, Kazim Karabekirin kardes cocuklari ile 1938
FLORYA ATATÜRK DENİZ KÖŞKÜNÜN YAPILIŞI
Atatürkün denize olan sevgisi malum. İsmet Paşa’ya yüzme öğrenmeye zorlayan o*, Heybeliada yelken yarışları, Moda da Deniz kulübün ve Fenerbahçede’ki yelken kulübünün açılışına öncülük etmesi, kabotaj bayramı şenliklerine katılımları, İstanbul’a Ertuğrul yatı ile gelişi ve son günlerini Savorona yatında geçirişi hep bilinen ve işlenen şeyler. Sonra kitaplarda ve internet de dolaşan Florya resimleri ; Atatürk halkın içinde yüzüyor, onlarla denizde resim çektiriyor, sandalda kürek çekiyor, yaverleri ile denizde şakalaşıyor, kumda mayo ile uzanmış oturuyor. İlerleyen yaşına, birazda hastalığı dolayısı ile şişen karnına aldırmıyor bile. O halkı gibi yaşıyor, onlardan biri çünkü. Onun ölümünden sonra Cumhurbaşkanı ve başbakanlardan yalnız İsmet paşanın güreşçi tipi mayosu ile Heybeliada’da çivileme yapışının fotoğraflarını ve bir de Turgut Özalın şortlu resmini hatırlarım. Ya diğerleri, ayıp olur ayıp !, hiç Cumhurbaşkanı halkın içinde mayo ile denize girerimi?
Florya 17 yüzyılda o zamanlar Ayestafonas adı verilen Yeşilköy’e kadar uzanan balıkçı köyleri ile ünlü bir kıyı şeridi imiş. Rumların Kalatarya adını verdiği bölgede bir manastır, bir de ayazma bulunuyormuş. Sonra 18 yüzyılda Sultan sarayı denilen yazlık saray bahçeleri ve Filurya denilen çiçek bahçeleri ile ün yapıyor. İstanbulun işgal yıllarında beyaz Ruslar Yeşilköy kıyılarına yerleşmişler ve 1930 lara gelirken Florya sahillerinde Solaryum adlı bir plaj gazinosu açmışlar. Türklerde burada denize kadınlı erkekli giren Rusları hem seyreder hem de bu duruma birazda gıpta ederlermiş. 1935 yılında Atatürk üç otomobil dolusu zevat-ı mutade** ile Topkapı’daki şose yoldan Florya sahillerine geliyor. Deniz masmavi, kumsalın kumu incemi ince, beyaz mı beyaz . Ama etraf çorak, ne bir ağaç ne bir yeşillik, yol yok, etraf toz toprak. Atatürk arkadaşlarına dönüyor ve :
“Denize inmek medeniyetin bir işaretidir. Biz İstanbulu fetih etmişiz ama anlaşılan buralara daha gelememişiz . Bu deniz bize küskün görünmüyormu ?” diyor.***
O gün oracıkta Floryanın beyaz kumları üzerinde karar veriliyor. Buraya denizin üstüne kazıklar üzerinde bir bina yapılacaktır. Bu bina tahta bir iskele ile karaya bağlanacak, yan taraftaki köhne plaj temizlenip soyunma yerleri yapılıp halka açılacak, etrafa yollar ve halk için konaklama tesisleri yapılacaktır. Tren yolu ve şose araba yolunun batısındaki tepeliğe hemen en nadide ağaçlar dikilerek buraya büyük bir koruluk meydana getirilecek, korunun önünde çiçek bahçeleri ile süslenecektir. Atatürk sıcak yaz günleri burada kalacak, misafirlerini burada kabul edecek, burada dinlenip bozulan sıhhatine burada kavuşacaktır.
* Rivayete göre denizi çok seven Atatürk bir gün Florya da yüzerken, köşke gelen İsmet Paşayı yaışa davet eder. Onun yüzme bilmediğini ögrenince kendisine bir hafta müddet verir yüzmeyi ögrenmesi için.* Inönü ertesi gün Deniz Lisesi Sınıf Subaylarından Ulvi Tekeş ile kayıkla Heybeliden Kaşik adasına doğru denize açılır. Denizin en derin yerinde Ulvi Tekeş suya atlar, ve İsmet Paşaya nasıl yapacağını tarif ederek suya çivileme atlamasını söyler. İnönü sandaldan asağıya kendini bırakır, suyun yüzüne çikincada can havliyle Ulvi Tekeşin boynuna sarılır. Ama kısa zamanda suyun üzerinde nasıl kalınacagını ve nasıl kulaç atılıp yüzüleceğini ögrenir.(istanbullite.com)
* * Her zamanki kişiler
** http://www.badim.com.tr
Sandalda Ataturk ( Uc resimde Anonim)
Florya deniz köşkünün yapımı için açılan yarışmada Mimar Seyfi Arkanın o zamanlar çok revaçta olan günümüzde bile çok modern sayılacak Alman “Bauhaus” tipi projesi birinci gelir. İstanbul valiliğinin de yardımı ile hemen önce çelik kazıkları denize çakılır, sonra iskeleti yapılır sonra damı ve içi, en son da modern köşk 90 metre uzunluğunda tahta bir iskele ile kıyıya bağlanır. Bu inşaat rekor sayılacak bir zamanda, tam 43 günde bitirilmiştir. Daha sonra kıyıya yaverler ve misafirler için konutlar ve yollar yapılır, etraf çim ve çiçeklerle süslenir. İleriki yıllarda Florya bir anda beyaz kumsallı modern plajı ile İstanbulun en nadide sayfiye yerlerinden birine dönüşür. Birde burada gene Atatürkün isteği üzerine tren yolunun kuzey’indeki tepelere 230 hektarlık bir arazinin üzerine binlerce ağaç dikilir. Burası bugün Atatürk Korusu adı ile belde sakinlerine ve turistlere yeşil alan olarak hizmet vermektedir.
14 Ağustos 1935 de hizmete giren Florya deniz köşkünü Atatürk 1937 yazına kadar kullanmıs, sonra sıhhati bozulunca Dolmabahçe Sarayı ve Savorona yatına geçerek deniz havasını teneffüs etmeye devam etmiştir. Florya köşkünde zaman zaman devlet işleri de yürütmekle birlikte daha çok burayı bilim adamları, sanatçılar ve İngiltere Kralı VIII. Edward gibi kişileri ağırlamak ve manevi kızı Ülkü ile vakit geçirmek için kullanmıştır. Söylendiğine göre Kral Edward, Atatürk’ün deniz üstündeki bu köşküne hayran kalmış, hem deniz üstündeki insanı dinlendirici konumu, hemde hemen yanındaki halk ile içe içe olan plajını çok beğenmiştir. Atatürk halkı ile beraber olmayı onların dertlerini dinlemeyi ve bunlara çare üretmeyi amaç edinmiş bir devlet adamıydı. Zaman zaman burada denizde yüzerken plajdaki kadınlı erkekli guruplarla konuşur onlarla şakalaşır ve resim çektirirmiş. Yazar İsmet Bozdağ, Atatürkün Florya Köşkünde çok sıkıldığı bir gün nasıl arkadaşı Nuri Conkerle bir olup, onun ceketi ve şapkasını giyip kapıdaki muhafızları atlatarak araba ile tebdili kıyafet Çekmeceye kaçtıklarını ve burada Atatürk’ün arabayı durdurtup kendini tanıtmadan köylü bir vatandaşın şikayetlerini dinlediğini anlatır.*** Atatürk vergisini ödemek için öküzünü satmak zorunda kalan Halil Ağa’yı bir oyuna getirip Florya köşküne getirtir ve burada ona şikayetini zorla hükümet üyelerine anlattırır. Tabii ondan sonra da kıyameti koparır, köylünün elindeki geçim kaynağı öküzü gasp ettiren kanunun hemen değiştirilmesini ister.
İşte Atatürk’ün son yıllarını geçirdiği, halkına belki de en yakın olduğu bu deniz köşkünü 2012 Kasımında İstanbul’a yapacağım gezide görmek benim için farz olmuştu, ileriki satırlarda bu gezinin anılarını okuyacaksınız.
Ben eski bir İstanbulluyum ama uzun zamandır Kadıköylü sayılırım. İstanbul deyince Sur İçi İstanbuldan bahsediyorum. Çocukluğum Kocamustafapaşada, gençlik yıllarım ise kah Üsküdarda kah Etilerde ve Bebekte geçti. 1984 den beri de baba evimiz Çiftehavuzlarda, Amerikadan gelince de gecelerimiz orada geçer. Kadıköylü İstanbulu, İstanbulluda Kadıköyü pek bilmez. Kadıköylü karşıya geçse bile ya Pera’ya gider yada Boğaz’a, tarihi yarımadaya yalnız uçağa binmek için geçer, deniz otobüsü veya arabayla. Sirkeci trenleri de coğu Kadıköylü tarafından bilinmez belki de bilinir de pek binilmez. Ama biz, kardeşim Mustafa ile ve benim önerimle bu Kasım sabahı vapurdan inince Florya turumuz için Sirkeciden kalkan banliyö trenlerini yeğledik.
Sirkeci garının içi pırıl pırıl, dış kısmı ise onarılıyor ve resterasyondan geçiyor. Peronların girişinde sol tarafta küçük bir demiryolları müzesi açmışlar, giriş ücretsiz. Önce orayı geziyoruz. Saat sabahın on biri, peronda iki tane elektrikli tren, gıcır gıcır, üzerlerinde “Marmaray “yazıyor, biri geliş peronunda diğeri gidiş. Marmaray tüp geçitinin Avrupa halkası burası, artık banliyö treni tabiri tarihe karışıyor. Mustafa ile trene biniyoruz, içerisi o kadar temiz ve yeni ki. Mustafa’ya dönüp soruyorum, kompartımanın sonuna boydan boya aynamı koymuşlar, içerisi çok büyük gözüküyor.
”Yok abi diyor kompartıman aralarında kapı yok, terenin bir başından diğer başına göz alabildiğine görüyorsun”.
Tren tam vaktinde kalktı, pencereden film seyreder gibi önce Sepetçiler Kasrı, sonra deniz surları, deniz ve istasyonlar: Cankurtaran, Kumkapı, Yenikapı, Kocamustafapaşa (Aslında burası Samatya, ama her şeyi Türk ismi ile değiştirme dayatması koskoca Psamathia’ yı Kocamustafapaşa ile birleştirmiştir), Yedikule, Kazlıçeşme, Zeytinburnu,Yenimahalle, Bakırköy, Yeşilyurt, Yeşilköy ve tam 30 dakika sonra Florya. Halkalıya kadar daha dört istasyon var ama bizim son durak burası.
FLORYA ATATÜRK DENİZ KÖSKÜ
FLORYA ATATÜRK MARINE MANSION BUİLT IN 1935
FLORYA DENİZ KÖŞKÜNÜ ZİYARET
Atatürk’ün Florya Deniz Köşkü tren istasyonunun batısında on dakikalık bir yürüme mesafesinde. Kapısındaki nöbetçi kulübesinden geçtikten sonra köşkün bahçesine giriyorsunuz. Burada çiçek tarhları ve çimler içinde tek katlı tesisler var ve bunların hepsi gittiğimiz gün elden geçirilip restore ediliyordu. Atatürkün ölümünden sonra Cumhurbaşkanlarının yazlığı olarak kullanılan tesisler 1988 den itibaren TBMM Milli Saraylar idaresine devredilmiş ve 1993 de müze olarak halka açılmış. Pazartesi ve Perşembe günleri her gün açık, ama rehber eşliğinde geziliyor.
Bina uzaktan tam bir gemiyi andırıyor, eskiden çelik, şimdi beton kazıklar üzerıne oturtulmuş upuzun bir gemi sanki.Kasım ayının dalgalı denizinde zaten bu kazıklar uzaktan görülmüyor bile. Etrafı boydan boya güverte ile çevrili binanın ortasında, önünde bayrak dalgalanan, yukarıya doğru yükselen camlı kısmı da sanki geminin kaptan köşkü. Köşkü karaya bağlayan köprünün bitiminde binaya dik olarak yapılmış bölüm eskiden yaver ve korumalar için kullanılırmış, şimdi ise müzenin idarecilerinin ve çalışanlarının odaları ve tuvalet bölümleri olarak kullanılıyor. Binanın ana girişinin sol yanı boydan boya camekanlı bir güverte şeklinde, buraya cam muhafaza içinde Atatürkün yukarıdaki resimlerde içinde kürek çekerken gördüğünüz kayığı sergileniyor. Köşkün içerisinde resim çekmek yasak.
Köşkün bence en dikkat çekici bolümü girişin en solundaki büyük toplantı odası. Odanın denize önü boydan boya çember şeklinde yuvarlak yapılmış ve geniş cam pencerelerle kaplı. Burası binanın arka kısmına geliyor ve buradan bakınca deniz manzarası inanılmaz güzelikte. Bu pencerelerden köşkün kara kısmından görülmeyen sandalların ve ve yatların yanaşması için beton bir iskele ve denize girmek için merdivenler görülüyor. Odanın tavanında yuvarlak bir daire içinde bir gökyüzü penceresi yer alıyor. Toplantı salonunun içindeki 16 kişilik masa takımı o günlerin kabine üyelerine yetecek genişlikte. Odadaki bir diğer dikkat çeken mobilyada antika bir müzik dolabı. Toplantı salonunun hemen yanında Atatürkün çalışma odası yer alıyor. Odanın iki tarafı boydan boya ceviz ağacından yapılma bir kütüphane ile kaplı, hemen önünde de gene aynı ağaçtan bir yazı masası. Odalardaki eşyaların büyük kısmı orijinal, kanepelerin hepsinin yüzleri değiştirilmiş, perdeler aslına sadık kalarak yenilenmiş. Odalara sonradan konan eşyalar ise o günlerin zevklerine göre seçilmiş antika eşyalar. Bazı avizeler,elektrik levazımatı ve banyo aksesuarları ise bana biraz günümüzün zevklerine göre modernize edilmiş geldi. Diğer odalar içinde Atatürkün yatak odası, Atıfet İnanın odası, ve küçük Ülkünün odası dikkati çekiyor. Ülkü Adatepe bu odadaki eşyaların bir bölümünü köşk müzeye çevrildiğinde hediye etmiş. Bize rahmetli Ülkü hanımla müze açılışında konuşmuş olan rehber, Atatürkün çoğu kere Beyoğlundaki mağazalardan torbalar dolusu oyuncak getirdiğini kendisinden dinlediğini söyledi . Odanın içinde küçük çocuk yatağı, küçük kız elbisesi ve Ülkü isimli maket bir kayık en kayda değer eşyalar. Binanın girişe göre sağında ve en ucundaki, deniz manzarası en güzel odada, misafir odası olarak kullanılmış. Rehberimiz burada Kral VIII Edward’ın Mrs. Simpson’la birlikte kaldıklarını hatta o zaman evli olmadıklarından Bayan Simpson’un buraya gelişinin birazda gizli tutulduğunu söyledi. Misafir odasından çıktıktan sonra duvarları Atatürkün resimleri ile dolu koridordan gerisin geriye kapıya doğru yürüdük. Duvarlara asılı resimlerden hemen hepsi bir tanesi hariç daha önce kitaplarda veya internette gördüğüm resimlerdi. Daha önce görmediğim resimde Atatürk yerlere kadar uzanan bir bornoz içinde, Floryanın kumları üzerinde duruyordu. Başına da Osmanlı Sultanları gibi eskiden hamamlarda adet olduğu üzere bir peştamal bağlanmıştı. Keşke bu fotoğrafın bir karesini fotoğraf makinemle görüntüye alabilsem diye düşündüm ve sonra Mustafa ile birlikte çıkış kapısından iskeleden karaya doğru yürüdük.
FLORYA KÖŞKÜNÜN MİSAFİRLERİ: KRAL VIII. EDWARD ve Mrs. WALLIS SIMPSON
Ataturk , King Edward'i Dolmabahcede karsiliyor 4, Eylul 1936
Mrs.Wallis Simpson, 1936
King Edward VIII, Ataturk ve Mrs.Simpson 6 Eylul 1936
1936 Yılının 4 Eylülünde VIII. Edward İstanbul’a geldiğinde hala Büyük Britanya İmparatorluğunun Kralı. Amerikalı sevgilisi Wallis Simpson henüz ikinci eşinden boşanmış değil ve boşanma işlemleri mahkemede sürüyor. Bu sıralar Kral tahtını kaybetmeden sevgilisi ile evlenmenin formüllerini aramakta ama anlaşılan İstanbul kaçamağını belki de onunla beraber olmak için yapmış. 6 Eylülde Florya köşkünde Atatürk’ün misafiri olarak kalıyorlar sonra daha fazla serbesti için olacak, Beylerbeyi sarayında bir zamanlar Sultan II.Abdülhamit’in sürgün kaldığı daireye geçiyorlar. Ben araştırdım acaba bu seyahatte Kral ile sevgilisinin beraber tek bir fotoğrafı var mı diye. Sonunda bu resmi buldum, gerçi bu resimdeki Bayan Simpson’dan ne resmi internete koyanların, nede belki tarihçilerin haberi var. Resim Atatürk ile Edward’ın Ertuğrul yatı ile yaptığı Boğaz gezisinde çekilmiş. Resimde Atatürk ile King Edward konuşurken görülüyor. Ortada başı sola dönük Kral yanındaki tercümana bir şeyler söylüyor. Atatürk’ün sağında gülen hanımda bayan Simpson’dan başkası değil. Resmi büyültüm, internetde Mrs. Simpson’un o yıllardaki onlarca resmi ile karşılatırdım. Netice : tıpkısının aynısı. Zaten düşünürseniz, bir yat gezisi yapılacak ve Kral Edward sevgilisini köşkte bırakacak ! Olanaksız bir durum. Çiftin bu İstanbul seyahatinden tam üç ay sonra Edward sevgilisi uğruna tahttan feragat edecek ve 1937 yılının Mayıs ayında da Paris’te onunla hayatını birleştirecektir.
FLORYA ATATÜRK KORUSU
FLORYA ATATÜRK KORUSU
Florya gezimizdeki son durağımız Atatürk Ormanı yada Atatürk korusu olacaktı. Bu Koru Atatürk’ün direktifi ile 1935 yılında Florya Deniz Köşkü ile birlikte 280 hektarlık bir arazi üzerine eski Ayastefanos harabelerinin olduğu, tren yolunun kuzeyinde kalan tepenin üzerine kurulmuştu. Bu bölgeyi önemli kılan diğer bir harabede 1876-1877 savaşlarında ölen 5000 kadar Rus askerinin anısına buraya Çarlık Rusyası tarafından dikilen ve 1914 yılında yıkılan Ayastefonos Anıtının harabelerinin burada olmasından kaynaklanıyordu. Bugün Askeri Levazımat bölgesi olarak kullanılan bu bölgede, anıttan kalan hiç bir iz olmadığı, fakat burada Ruslardan kalan bir eski binanın olduğunu öğrenmiştim. Tabii ormanın bu bölgesine girmek pek imkan dahilinde değildi.
Mustafa ile tren yolunu geçerek Atatürk Ormanın girişine doğru yürüdük. Hemen girişte çok güzel bir çay bahçesi vardı. Burada mola vererek hem kaşarlı tost eşliğinde birer çay içtik, hemde etraftaki güzelliği seyrettik. Söğüt ağaçlarının bel verdiği zümrüt yeşili fıskiyeli havuzda beyazlı karalı ördekler yüzüyor, küçücük bir kedi yavrusu karaya çıkan bir kazı kovalıyordu. Biraz dinlendikten sonra yavaş yavaş patika yoldan korunun içine doğru girdik ve tepenin üzerine doğru yürüdük. Yemyeşil çimler içinde seksen yıllık koca koca çınar ve çam ağaçları tepeleri süslüyor, yukarı doğru çıktıkça koru daha bir kesif hale geliyordu. Bazı eski çınarlar etrafları parmaklıklarla korumaya alınmış, artık canlı olmayan bir ikisi de çimlerin üzerine konulmuş rengarenk benekli beyaz inek heykelleri gibi beyaza boyanarak adeta modern birer heykele dönüştürülmüştü. Biraz ileride kırmızı çiçekli tarhların içinde bir çocuk bahçesi göze çarpıyordu. Burası daha korunun başlangıç kısmı idi ve ben ileriye kadar eski manastır harabelerine ve Ayastefonos anıtı civarına doğru ormanın içlerine yürümek isterdim, ama bu konuda hem kardeşim biraz isteksiz göründü hemde saat iki de Yeşilyurt ta akrabalarımızı ziyaret için randevumuz’a geç kalabilirdik. Geldiğimiz yoldan tren yoluna doğru yürüdük ve Sirkeci istikametine giden ilk tren’e bindik.
Trende Atatürkün büyüklüğü bir defa daha aklımdan geçti. Bizim nesil artık ahı, vahı, Atatürkün nasıl öldüğünü, cenazesinde kimin ne dediğini, kimin nasıl ağladığını, onun nasıl giyindiğini, yakışıklılığını filan bırakacak onun birazda çevreye olan duyarlığını, insanlarla kaynaşmasını, onlara nasıl gülüp, oynamayı, denize girmeyi, hayattan zevk almak için yaptığı insancıl yaşam tarzını anlatmalıydı. Yalova’da bir çınar ağacının kesilmesine engel olmak için nasıl ağacın yanındaki binayı yürüttüğünü, nasıl Ankara'da Orman Çiftliğini ve Hayvanat Bahçesini, Çubuk Barajını, Gençlik parkını kurduğunu, Florya'da denizde halkla beraber nasıl yüzdüğünü, Florya korusunu nasıl ve neden kurduğunu anlatmalıydı.
Ben İstanbul da cami yapılmasının bir ihtiyaç olduğuna inanırım. Çünkü İstanbul’a gelince herkesten fazla cami gezerim. Cuma günleri bazı semtlerde durum bir felakettir. İnsanlar sokaklarda namaz kılar. Bu bir ihtiyaçtır, kaç milyon nüfusu olduğu bile bilinmeyen Metropolde yeni cami yapılır. Ama bu cami Göztepe Parkındaki ağaçlar kesilip yada Taksim gezisi kışlaya çevrilip, yeşillik ortadan kaldırılıp oraya mı yapılır : Eski ağaçlar kesilip yerine yeni ağaç neden dikilir. Sultan Ahmet meydanı bir beton meydana neden çevrilir, buradaki ağaçlar ne olmuştur? Atatürk İstanbul’a 280 hektarlık bir orman vermiştir ve bugün bu orman hafta sonları ailelerin çocukları ile temiz havayı teneffüs ettiği, bedavadan hoşça vakit geçirdiği bir koca yeşil alandır. İstanbullulara toplu ulaşım konusunda büyük hizmetler veren Büyük Şehir Belediyesinin yeşil alanlar ve parklar konusunda da İstanbullulara karşı bir sorumluluğu olduğunu naçizane hatırlatmak istiyorum.
Cem Özmeral 30 Kasım 2012 Dublin, Ohio
PARISLI DOST'DAN BİR ATATÜRK ANEKTODU
Florya konusunda bizim ailede de bir hatıra vardır. Babam gençliğinde orada, tam köşkün yanıbaşında arkadaşlarıyla yüzerken ayağı denizin dibindeki huni şeklinde bir çukura isabet eder, dengesini bulamaz va batar denizin dibine. Bir arkadaşı babamı kurtarmak için ardından dalar, ve o da nedense kaybolur. Bunların yüzeye çikmadığını köşkten gören Ata derhal ilk yardım ekibine emir verir ve bizimkileri kurtarırlar. Bunlar tabii kaş göz arasında oluyor. Babam Ata'nın cenazesine hüngür hüngür ağlayarak eşlik edenlerden. Hayatının sonuna kadar anlatrıdı...