Göksu Deresi ve Anadolu Hisarı çocukluğumdan beri gezmediğim yerler. Zaten çocukluğumdada buralara ne zaman gittiğimi, ne yaptıgımı bile pek hatirlamıyorum Bütün bildiğim, yemyeşil çayırlar ,uzun saplı sarı kır çicekleri, kızarmış mısır satıcıları, çimenlerin üzerine serilmiş kilimler. Kilimlerin üzerinde kalaylı siniler, sahanlar; içlerindede zeytinyağlı dolmalar, kuru köfteler. Biz çocuklar salıncakta sallanıyoruz, büyükler altında kömür ateşi yanan semaverlerden, doldur doldur çay içiyorlar, sigaralarını sarıp tütürüyorlar. Yeşil bir nehir lacivert denize akıyor, dar bir köprüden geçiyoruz,eski bir kaleye giriyoruz. Kalenin kapısında kağıt helva satıcıları. Merdivenlerden tırmanıp burçlarına çıkıyorum kalenin.
Yıl 2009, aylardan Haziran. Bugünkü programda Göksu ve Küçüksu derelerini ve Anadolu Hisarını gidip görmek ve resim çekmek var. Son zamanlarda moda oldu, çoğu dizi filimde Göksu Deresinin üzerindeki köprüde ve aşağısındaki lokantalarda geçen sahneler oluyor. Öyle meraklanıyorumki bu yıllardır görmediğim güzel yerleri görmek için. Kadıköy Rıhtımındaki otobüs duraklarındaki gişeden önce kendime bir Akbil bileti aldım. Anahtar gibi bir şey, üzerine de yirmi liralik bilet ücreti koydurduk. Gişedeki memura sorduktan sonra Kanlıcaya kadar giden yeşil otobüslerin hat numarasini öğrendim. (Galiba 15-H gibi bir numaraydı ) Birazdan otobüs geldi, ilk müşteri benim. Daha önce gördüğüm gibi, Akbili şöförün yanındaki madeni yuvarlağa sürdüm, " çık". (Amcaoğlu Bülent'in kulağı çınlasın, ilk çiktığında Akbile çıkardığı sesten dolayı , çık-çık derdi.) " Nedenmi "Ak-bil " demişler buna?" derseniz: "Akıllı Bilet"miş, ama ben iktidardaki partinin uyanıkça bulduğu bir isim, diye düşünüyorum. Pencere kenarında ortadaki kapıya yakın bir yere oturdum. Klima çalışıyor, oh ne güzel. Arkamdan bir ses duyuyorum: "Cem Merhaba!". Dönüp bakıyorum, Columbus Ohio'dan tanıdığım karı koca iki dost. Onlarda Kanlıcaya gidiyorlar bu güzel Haziran günü. Dünya küçükmü ne?
Önce Boğazın tepeleri sonrada sahil şeridinde geçen yarım saatlik bir yolculuktan sonra sonunda Göksu vadisi ve Küçüksu Kasrı göründü, bende ilk kavşakta indim.
Biraz erken inmişim, Anadolu Hisarina doğru yürümeye başladım. Anadolu Hisarı, Istanbuldaki en eski Türk yapısı. Yıldırım Beyazıt yaptırmış, Fatih Sultan Mehmet restore edip genişletmiş. Buradan önceleri Karadenize giren çıkan gemiler kontrol edilirmiş, sonraları askeri amaçlarla kullanılmış, bir zamanlar zindan bile olmuş. Filimlerde gördüğüm köprüye vardım sonunda, üstünden geçerek Hisara doğru yürüyorum. Arka kapısının önünde parkımsı bir alan var. Avare bir adam bankın üzerine oturmuş sigara içiyor. Ona Hisara nereden girildiğini soruyorum. "Kapalı" diyor, içeri ziyaretçi alınmıyormuş. Üzülerek, kale duvarlarının önünden aşağıya Göksu deresine iniyorum.
ANADOLU HISARI
GOKSUDAN BOGAZ
GOKSU KASRI
Yolun sonunda derenin denize kavuştuğu yerde küçük boş bir alan var. Oradan boğazı seyrediyorum. Önümdeki su zümrut yeşili, biraz ilerisi çivit mavisi. Yolun bitiminde yeni restore edilmiş beyaz ahşap bir ev.
Geriye dönüp dere tarafina doğru yürüyorum. Derenin içi bir bot ve tekne panayırı, kimi yerde kıyıya çikmak için yer olmadığından üç tekne yanyana bağlanmış. Köprünün kuzey ayağının yanında küçuk ve salaş bir kahve var. Kurtuluş savaşında buradan İnebolu'ya silah taşınırmış. Keşke değerlendirilse ve burası tarihi bir yer haline getirilse diye düşünuyorum. Daracık yokuşdan tırmanıp köprüye geliyorum. Bu defa Hisarın ters istikametıne dogru yürüyerek köprüyü geçip Göksu deresinin kenarına iniyorum. Buradan içeriye derenin yatağına doğru yürüyorum.
Derenin kuzey kıyılarında eski tarihi yalılar birer birer restore ediliyor, hummalı bir faaliyet göze çarpıyor burada. Bunlar güzelde, yalıların önlerindeki tekne kalabalığından yer yer Göksunun yeşili görunmüyor bile. Hele kıyıya bağlanmış devasa bir sürat motoru nasıl gözlerimi tırmalıyor. Osmanlı zamanında burası sandal sefalarının yapıldığı, kayıkların üzerinde sazların çalındığı, derenin vadisindeki yeşil çayırların mesire yeri olarak kullanıldigi bir şenlik alanı imiş.
Keşke burada Venedikte olduğu gibi eskiler korunsa, Gondol yerine üzerinde yalnız kayıkların seyir ettiği, cepkenli ,mor fesli kalyoncuların, hanımlara rengarenk şemsiyeler verdiği, içinde utların çalındığı kayıklarla dolsa , Parisde Sen nehrinde, Eskisehirde Porsukda olduğu gibi yalnız tek tip botların turistlere hizmet verdiği bir düzen olsa diye düşünüyorum.
Göksu deresinin yatağı boyunca yürümeye devam ediyorum. Karşı kıyıda taa Osmanlıdan kalma küçücük bir mezarlık var yemyeşil çam ve servi ağaçlaıi içinde. Göksunun kaynağı Göztepenin tepesine kadar yürüyecek halim yok tabii. Caddeye çıkıp tekrar deniz tarafina, bu defa Küçüksu deresine doğru yürüyorum.
Burada Boğazın kıyısında çeşitli devlet tesebbüsleri ve özel kurumların lokalleri var. Küçüksunun denize aktığı deltada , Boğaziçininin incilerinden Küçüksu Kasrı çıkıyor karşınıza. Garabet * Usta bu Bohem anıtını sanki bir düğün pastası güzelliğinde yapmış Sultan Abdülmecit zamanında. Üçüncü Selim'de annesi için bir çeşme yaptırıp pastanın kremasini koymuş adeta. Bugün tarihi anıtlar konusunda pek talihim yok galiba, saat beş olmuş, Kasır ziyaretçilere kapanıyor. "Napalım, bizde yandaki, TBMM Müzeler Birliğinin çay bahçesine gideriz" diyorum.
Burada çay'ın demide, rengide tadıda bir başka sanki. Karşımda bütün ihtişamı ile Rumeli Hisarı, sağımda Boğazin ikinci gerdanlığı, Fatih Köprüsü. Önümde yosunların rengini çalmış yemyeşil bir su. Kaya balıkları sürü halinde gidip geliyorlar. Bir yılan balığı arkalarından dolanıp onları avlamaya çalışıyor. Biraz ileride yakomozlar içinde küçük bir sandal, içinde genç bir çift; kadın uzanmış uyuyor, adamın oltası elinde bir bekleyişe geçmiş.
İkinci çay biraz gecikti. Garsonda bir özür, bir özür. Aldırma diyorum, olur böyle şeyler, ben hayatımdan memnunum, karşımdaki güzellik o kadar doyurucu ki.
CESME
GOKSU KASRINDAN BOGAZ
Artik dönme vakti geldi, "Bu Abbas gider" deyip istemeyerek kalkıyorum. Otobüs durağı yakında, fazla beklemeden yeşil otobüs geliyor." çık-cık", yapıp oturuyorum ilk bulduğum boş yere. Arkamdan, bir el dokunuyor sırtıma, Kanlıcada yoğurt ziyafetinden dönen bizim Columbuslu arkadaşlar. Merhaba diyorum, bu dünya küçükmü ne?
Cem Özmeral
4 Mart, 2010
Dublin, Ohio
CARTE POSTALE NOSTALGIA
Eaux douces d'Asie au Bosphore; Sweet Waters of Asia at Bosphorus
Ilk iki kartpostal Özmeral Aile koleksiyonundan (1946).Altaki resimlerle karşilastirinca yalıların dış görünüşlerinin korunduğu görünüyor. Resimlere tıklayarak büyütebilirsiniz.