Mangana Sarayı bugünkü Topkapı sarayının olduğu yerden Sarayburnundaki eski Değirmen kapısına kadar inen yamaçlar üzerinde yapılmış bir köşkler ve binalar topluluğu imiş.İlk olarak bu bölgede 811 yıllarında imparator Michaelin yaptırdığı bir köşkle başlayan yapılar on birinci yüzyılda İmparator Konstantinin yaptırdığı hastane, yaşlılar bakım evi ve hukuk okulu ile halkın da kullandığı bir yaşam alanı haline gelmiştir. Daha sonraları imparatorluk binaları terkedilmiş ve bir süre imparatorlukta tehlikeli görülen ve sevilmeyen kraliyet aile fertlerinin hapishanesi olarak işlev görmüştür. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetih ettiğinde Mangana Sarayı çoktan yıkılmış, taşlarının büyük bölümü başka yapıların yapımına taşınmıştı. Mangana sarayından geriye kalan mahzenler fetih sonrası uzun süre dervişlere mekan olmuş ve onların dergahı olarak kullanılmıştır. I. Dünya savaşından sonra İşgal yıllarında Fransız birlikleri burada silah ve levazımat deposu olarak kullanılan mahzenlere el koymuş ve onların buradan 1923 yılında ayrılmasından sonra da mahzenler kendi kaderlerine terk edilmiştir. İmparator I .Alexis’in tarihçi olan kızı Kommena’ nın kitaplarında söz ettiği beş katlı muhteşem görüntülü Mangana sarayından günümüze hiç bir görüntü kalmamıştır.
İNCİLİ KÖŞK
İncili Köşk III Murat zamanında Yemen Fatihi Koca Sinan Paşa tarafından Bizans’tan kalma deniz surları kalıntıları üzerine kaidesi konularak inşa edilmiş. Köşkün tam ortasına rastlayan bölümde Rumların kutsal ayazması olan Sortiri korunmak istendiğinden köşkün temelinin üzerine yüksek tavanlı tonozlar konulmuş. Köşke adını veren inciler ise ana kubbeden diziler halinde aşağıya sarkarmış. Köşkün arka bölümü ise Topkapı sarayının bahçelerine uzanan çok sık ağaçlı bir koruluk varmış. Padişah bu köşkü bir dinlenme köşkü olarak kullanır , buradan deniz üzerinde yapılan gösterileri izlermiş. Rumların Ağustos ayındaki dini günlerinde köşkün önündeki kumluğa insanlar çoluk çocuk gelir, denize girer, piknik yaparlarmış. Arkadaki koru ise Topkapı sarayındaki ve ipahilerin cirit talimlerine sahne olurmuş.Bu köşkü çok seven ve çoğu vaktini burada geçiren III Murat köşkün hamamında ayağı kayıp düşünce komaya girmiş ve birkaç gün sonra da ölmüş. O öldükten sonra önemini kaybeden İncili Köşk, Sirkeci Halkalı demiryolunun yapılışı sırasında Sultan Abdülaziz tarafından yıktırılmış. Bugün köşkten tek kalan tek kalıntı suyu artık kurumuş olan ayazmanın üzerine yapılan yüksek tonozlar ve bunların ön cephesinde ki çeşmenin karamış yüzü.
AHIRKAPI FENERİ
Önce fenere ve semte adını veren “Ahırkapı”nın nereden geldiğinden başlayalım. Daha Bizans zamanında imparator III. Michael hükümdarlığını sürdürürken Bukeleon Sarayının at ahırlarını burada kurdurmuş. Fatih Sultan Mehmet fetihten hemen sonra yaptırdığı Beyazıt meydanındaki Eski Saraydan sonra Topkapı Sarayını yaptırıyor ve eskiden ahır olarak kullanılan bu bölgeyi Osmanlıları ordusunun top arabalarını çeken atlara tahsis ediyor. Surların buradaki kapısına ve ilerde buradaki semte bu nedenle Ahırkapı denilecektir. Diğer taraftan bu kapı aynı zamanda Marmara Deniz Surlarının Haliç’e doğru dönmeden önce son kapısıdır ve bu nedenle halk arasında “Ahir Kapı”, yani son kapı diye de anılırmış.
Ahırkapı’daki fenerin öyküsü ise 1755 yılına kadar dayanıyor. Bu tarihte Mısır’dan yüküyle gelen bir Osmanlı kalyonu hava şartlarının kötülüğü ve görüş mesafesinin azlığı dolayısı ile Kumkapı yakınlarında kayalara oturur ve bütün yükünü kaybeder. Topkapı sarayından kazayı izleyen Padişah III. Osman, Sadrazam Sait Paşa ile hemen Kumkapı kıyılarına gelir ve kurtarılan kalyoncularla konuşmaya başlar. Yük gemisinin kaptanı Padişah’a “buralarda bize yön verecek bir kandil ışığı konulsa biz de yönümüzü bilir ve sağ salim kıyıya yanaşırdık “der. Bu sözlerin üzerine de Padişah Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa’ya ‘* Ahırkapı’daki burçların üzerine bir fener yapılmasını emreder. Buradaki ilk fenerin içinde o zamanlar daha gaz yağı bilinmediği için zeytin yağı yakılmaya başlanır. Bu ilk fenerin burçların üzerine konuluşundan tam yüz yıl sonra 1857 yılında Ahırkapı civarın da büyük bir yangın çıkar. Yangından burçlar da hasar görünce Sultan I . Abdülmecit Fransız mühendislere yeni bir fener kulesi yapma imtiyazını verir. Kagir bir yapı olarak inşa edilen kule burçların önünde deniz kıyısında burnun tam üzerindedir. Otuz altı metre yükseklikteki kulenin fenerinde aydınlatma için ilk zamanlar kerosene yani gaz yağı kullanılır. Bugüne kadar üç dört defa onarımdan geçen kulede gaz yağından elektriğe geçildiğinde, fenere altı saniyede bir yanıp sönen ve Marmara denizinde otuz kilometre ötesinden görülen bin vatlık bir lamba yerleştirilir. Bugün beyaz badanalı gövdesi üzerine siyah bir çember ile süslenmiş kule tipik bir Abdülmecit devri minaresinin şerefesini andıran fener bölümü ile Marmara’dan gelen gemilere hala kılavuzluk ediyor. Eskiden deniz kıyısında iken bugün sahil yolunun Kennedy asfaltı ile denizden ayrılmış durumda.
BUKOLEON SARAYI
Bukeleon Sarayı Cankurtaran semti ile Kumkapı semti arasında kalan Çatladıkapı’da bugün bir bölümü iskelet halinde ayakta kalmış eski Bizans sarayıdır.Kelime anlamı Rumca Boğa-Aslan anlamına gelen sarayın İmparator II Theodosius iktidarı sırasında 5.yüzyılın ilk yarısında yapıldığı, bugün hala ayakta kalan bölümünün ise İmparator Teofolis zamanında 9.Yüzyılın ilk yarısında eklendiği tahmin edilmektedir. Bizans devrinde Sarayın hemen önündeki burunda gemilere kılavuzluk eden Faros feneri varmış. Sahilden yukarı tepeye doğru giden yamaçtaki dik merdivenler 300 metre cephesi olan saray binalarını tam ortadan ikiye ayırırmış. Cankurtaran tarafındaki binalar Sirkeci Halkalı tren hattının inşası nedeniyle Sultan Abdülmecit tarafından 1870 yılında yıktırılmış. Kumkapı tarafındaki Sarayın kalıntıları ise bugün hala harap vaziyette evsizlere barınak olarak yaşamını sürdürüyor. Sarayı önündeki büyük aslan heykelleri ve mermer süslemeleri İstanbul Arkeoloji müzesine taşınmış.
BÜYÜK SARAY PLATIUM MAGNUM
Ayasofya ile Hipodrom arasındaki bölgede yer alan Büyük Saray ilk defa 330 yılında İmparator I Konstantin zamanında tasarlanmış ve yapımına başlanmış. Daha sonraki yıllarda İmparator II Justinian ve İmparator Basil zamanlarında saray genişletiliyor ve komplekse yeni binalar ekleniyor. 11 Yüzyılla kadar Büyük Saray imparatorluk ailesinin rezidansı olarak işlev görüyor ama bu tarihlerde önemini kaybederek imparatorluk ailesi ve müştemilat Balat’taki Blachernae sarayına taşınıyor. On üçüncü yüzyıla kadar imparatorluğun resmi işlerinin yürütüldüğü mekan olarak görev yapan eski saray IV. haçlı seferleri sırasında tamamen tahrip ediliyor ve kendi haline terk ediliyor. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığında Büyük Sarayı tam bir harabe halinde bulmuş ve ve bu bölgeye küçük camiler ve ikametgah için evler kurulmasına izin vermiş. On beşinci yüzyılda Sultan Ahmet camiinin yapımı ile de toprak üzerinde kalan saray kalıntıları tamamen yok ediliyor. Yirminci yüzyıldan günümüze kadar yapılan kazılarda sarayın dörtte bire yakın bölümüne ulaşılmış ama geriye kalan büyük bölüm Sultan Ahmet camii ve civardaki diğer tarihi binaların altında kaldığı için buralara girilemiyor. Sarayın girilebilen bölümlerinde bulunan yer ve duvar mozaikleri bugün aynı bölgedeki Büyük Saray Mozaik müzesinde sergileniyor.