A story in Turkish with foreword and picture titles in English
EN UZUN YOLCULUK ADANA -NATAL-BOSTON
Babam Hamza Özmeral’in 1942 Aralık ayının ilk günlerinde Adana başlayan ve yaklaşık üç ay sonra Amerikanın Massachusetts Eyaletinin Boston şehrinde nihayetlenen uzun seyahatinin hikayesini yazdığım Özlediğim İstanbul kiatabında asağıdaki şekilde özetlemiştim.
Babam Heybeliada Deniz Lisesini bitirdikten sonra 1937 yılında Almanyanın Bremen kentine gitmiş. Burada tersanelerde Gemi İnşa ile ilgili staj yapmış ve sonra Humbolt Üniversitesinde Yüksek öğrenime başlamış. Bu sırada 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı çıkıyor.Bunun üzerine İnönü hükümeti Almanya daki öğrencileri Türkiye ye geri çağırıp iki yıllığına Robert Koleje yolluyor. Burada babam hem İngilizce öğreniyor, hemde mühendislik öğretimine devam ediyor. Mezuniyetten sonrada hükümet bu öğrencileri Amerika’ ya, Bostondaki M.I.T. Üniversitesine Master yapmaya yolluyor. Babamın anlattığına göre Amerika macerası bu şekilde başlıyor.
O günlerde Alman denizaltıları Atlantik in kuzey kısmında oldukça yoğun bir şekilde asker sivil ayırt etmeksizin bütün gemilere saldırıyorlar. Bu nedenle askeri öğrencilerimizin Amerika’ ya yolculuk rotası Afrikanın batısından Güney Atlantik üzerinden seçiliyor. 1942’ nin soğuk bir Kasım günü Ankara’ dan Adana ya oradanda trenle Musul’ a doğru başlıyor. O zamanlar İsrail yok. Otobüsle devam eden yolculuk , Lübnan ve Filistin üzerinden Kahire ye varıyor. Kahire de piramitler geziliyor, develerle resim çektiriliyor. Bulaşıcı hastalıklar nedeniyle bütün aşılar yaptırılıp yırmi gün burada konaklanıyor.Sonunda Amerikan askeri uçakları ile Hartum’a doğru hareket ediliyor. Hartumda bir gece kalındıktan sonra, Kongo ormanlarına, oradan da Altın Sahillerine varılıyor. Buradanda çok uzun ve yorucu bir yolculuk başlıyor.
Uçaklar Amerikan nakliye uçakları. Oturulacak yerler madeni ve son derece rahatsız. Uçak deniz seviyesinden dört yüz, beş yüz metre yükseklikte uçuyor. Bazı öğrenciler diploma törenlerinde olduğu gibi şevke gelip şapkalarını Atlantik’ e atıyorlar. Sonunda on saati aşan bir yolculuktan sonra Brezilyanın en doğu noktası olan Natal’ a varılıyor. Natal’ dan bu defa Brezilya ormanlarındaki bir askeri üsse varılıyor. Burası tam bir cehennemdir, sivri sinek, böcek vahşi hayvanlar. Cibinlikler içinde geçirilen korkulu bir gece.
Ertesi gün Tirinidad adalarına doğru yola çıkılıyor.Buraya varılınca da herkes derin bir oh çekiyor. Çünkü burası adeta bir cennettir. Burada bir gün dinlenildikten sonra Miami’ ye hareket ediliyor.Yolculuk Boston da noktalandığında aylardan Şubat ve yıllardan 1943 dir. Ankarada başlayan yolculuk üç ay sürmüştür. Benim bu tarihten beş yıl sonra başlayan hayatımın Amerika kıtasına kaymasında , belki de bu yolculuğun etkisi vardır.
Cem Özmeral 14 Mart 2002 Columbus, Ohio
ADANA -NATAL-BOSTON THE LONG JOURNEY
My Father, a Naval Cadet in the Turkish Army was studying Naval Engineering at the Humbolt University in Berlin and was doing his internship during the summer in the shipyards of Bremen when theWorld War II broke in 1939. The Turkish Government called him back and placed him at the Robert’s College in Istanbul where he was first to learn English and then complete his B.S. degree.
The following is a direct quote from my brother Mustafa Ozmeral’s Biography about our Father , explaining the long trip he had to make after graduating in 1942 and winning a scholar ship for a Master’s degree at the Massachusetts Institute of Technology in Boston:
My father studied at Robert College in Istanbul from 1939 through 1942. RobertCollege is a very historic institution, being the oldest American school established abroad(founded in 1863).
In 1942, he won a naval scholarship to study at the Massachusetts Institute of Technology in Boston (the world’s premier engineering school) and set out for the United States. He has told me of his long trip from Istanbul to Boston while World War II was in full steam, which is a fascinating story. First, they set out by train from Istanbul to Mosul (in today’s northern Iraq). From Mosul, they went by bus to Palestine (this wasbefore the state of Israel was created in the British territory of Palestine containingtoday’s Israel, Jordan and the West Bank). From Palestine by ship, they continued on toCairo, Egypt. From there by land transport again to Accra, which is the capital of Ghanain Western Africa. From Accra, they flew to Natal in northern Brazil, crossing theSouthern Atlantic (they had to avoid the Northern Atlantic because it was completelycontrolled by German U-boats, which sunk all non-friendly commercial transports). Myfather mentioned to me that their aircraft flew across the Atlantic at an altitude of about1500 ft, and that their windows were open, and the cabin was not pressurized. In fact,one of his friends threw his hat out the window to the Atlantic as a “souvenir”! Theycrossed the Atlantic in this manner in about 12 hours during the day. From Natal-Brazil, they crossed the Amazon jungle to arrive at the port of Belem.They continued from Belem-Brazil to the British Guyana, from there by ship to the island of Trinidad and Tobago. And from Trinidad and Tobago, they sailed to Miami, finally arriving in the United States after several weeks of travel.
Mustafa Ozmeral
LIFE AND TIMES OF MY FATHER
HAMZA OZMERAL
A Life of Twentieth Century
ADANA
CHURCHILL AND INONU ,DEC 1,1942
ADANA CENTRAL TRAIN STATION
VARDA BRIDGE ON BAGDAT RAILDOAD
Ankaradan başlayan tren yolculuğumuz on sekiz saat sonra Adana’ya yakın Yenice İstasyonunda bir kere daha mola verdi. Beraber yolculuk yaptığımız üç teğmen arkadaşla trenden indik istasyona doğru yürüdük. Hepimizin üzerinde sivil kıyafetler var, rayların üzerinden istasyon binası tarafına geçtik. İstasyonun her tarafında askerler var, binanın yanındaki bölgeyi kordona almışlar, mecburen yolumuzu değiştirerek İstasyon caddesine çıktık, yiyecek bir şeyler aramaya koyulduk. Yarım saatlik moladan sonra tekrar trene binerek Adana’ya doğru yola çıktık. Yaklaşık iki saat sonra Adana garına geldik. Paytona binerek Abidin Paşa caddesindeki otelimize doğru yola çıktık. Paytoncu konuşkan bir adam, bize Yenice istasyondaki askerlerin sebebini izah etti. İsmet Paşa gelmiş, İngiltere başbakanı Churchill ile bir vagonda iki gündür konuşuyorlarmış. Herhalde bizi harbe sokmak için uğraşıyorlar, inşallah İnönü kabul etmez.
Akşam üstü otele Deniz kuvvetlerinden bir binbaşı geldi. Bize kısa bir briefing verdi. Yolculukla ilgili bilgiler, yolda nasil davranacağımız, yediğimize, içtiğimize dikkat etmemiz falan, filan. Adana’dan Amerikanın Boston Masachusets eyaletine uzun bir yolculuğumuz olacak. Alman uçakları ve denizaltıları Akdeniz de ve Atlas okyanusun da cirit atıyor. Bu nedenle seyahatimiz Suriye, Filistin, Mısır, Altın Sahili ve oradan Brezilya’ya oradan da Amerikanın güneyindeki Miami güzergahı şeklinde tecelli edecek. Kulağını arkadan göstermek diye buna denir. Binbaşı bizlere hayırlı yolculuklar diledikten sonra, zarf içinde harcırahlarımızı da verdi. Adam başı yüzer dollar. Yanımda doksan lirada Türk parası var, herhalde Kahire’ye kadar yetecek. Orada, Türk Sefaretinden gelecek ayın maaşını alacakmışız.
Aksam üzeri şehirde yürüyüşe çıktık. Ziya Paşa Bulvarında, Ulus parkında dolaştık. Kasım ayı olmasına rağmen hava hala güzel. Yolda zaman zaman otomobillerin yanısıra üçer dörder deveden ibaret kervanlara da rastladık. Akşam yemeğini bir lokantada yedik. Acılı yemeklerle pek başım hoş değildir, Adana kebabını birazda çekinerek yedim. Kebabın yanında bolca yeşillik veriyorlar ve şıra içiyorsunuz. Kebab lokantası , Adananın en ünlü kebabcısı imiş.
Kasanın hemen yanında Bluepunkt marka bir radyo var, herkes başına üşüşmüş kısa dalgadan Alman Devlet radyosunu ve BBC yi dinliyor. Alman ordusu Stalingrad’a yürüyormuş. Bol bol şıra içtik, ilk defa içtiğim bu meşrubat çok hoşuma gitti, mayhoş bir tadı var. Lokanta sahibi yaşlı bir adam. Bizim deniz teğmeni olduğumuzu duyunca çok ilgilendi, masamıza oturdu, sohbet ettik. Dükkan baba yadigarı imiş. O anlattı, her sabah pazara çıkar günlük alışverişi yapar ve Adananın meşhur çıracısından bir güğüm çıra alırmış. Ona çıracının anlattığına göre dün istasyonda bir vagonda görüşmeler yapan Inönü ve Churchill' e öğle yemeğinde çıra götürmüşler. Churchill, çıraya bayılmış, bardak bardak içmiş. Çıranın nasıl yapıldığını sormuş, adam da anlatmış ama babasına yemin ettiği için işin sırrını tam olarak vermemiş. Churchill tuturmuş verseniz ne olur diye. Hatta İngiltere sefiri bile israr etmiş. Sonunda İsmet Pasş araya girerek, biz Türkler bir kere söz verdikmi, sözümüzden dönmeyiz, diyerek konuyu tekrar Türkiye İngiltere münasebetlerine getirmiş.
Adana’da biri gece kaldıktan sonra bize İzmir yoluyla gelen üç arkadaşla birlikte altı teğmen Musula trenle hareket ettik.
3 Aralik 1942.
ALEPPO(HALEP)
Aleppo Pictures H. Özmeral Archives
THE CLOCK TOWER, ALEPPO 1942
MINARETE OF UMAYYED MOSQUE ON RIGHT.
VIEW FROM THE CITADEL
TCDD lOCOMOTIVE, ALEPPO 1943 (Court.KRM Cameron )
ALEPPO (HALEP)
Bu akşam üzeri Adana’dan yola çıktık, yolculuğumuzun ilk bölümu Halep üzerinden Musul’a kadar tren yolu ile devam edecek. Tren buradan Bağdat’a kadar gidiyor, ama bizim rotamız Musuldan otobüsle Beyrut’a doğru olacak.
Adana da bavullarımızın büyük bölümünü yiyecekle doldurduk, sucuk, kaşar peyniri, zeytin, ekmek, konserve sardalye, üzüm v.s. Yolda neyle karşılaşacağımız, ne yiyeceğimiz belli değil. Ama trene bindikten sonra, vagonlardan birinin yemekli vagon olduğunu sevinerek gördük. Cumhuriyetten önce bu vagon, harem vagonu olarak hanımlara ayrılırmış. Daha sonra ise kompartımanları kaldırıp kanepe ve masalar koymuşlar. Etrafta güzel çiçek resimli antika vitreyler var. Sabah kahvaltısını vagonda, getirdiğimiz navaleden yaptık, ama akşama lokantada sıcak tarhana çorbası, etli pilav ve üzüm hoşafı güzel gitti.
Pencereden dışarısını seyrediyor ve İstanbulda bıraktığım anneciğimi ve kardeşlerimi düşünüyorum. Mustafa’nın ensesinde devamlı ağrıları vardı, gözüm birazda arkada kaldı. Iki sene süreyle bana ızdıraptan başka birşey vermeyen Mualla ile olan evliliğimi bitirmek icin açtığım boşanma davası acaba ne zaman sonuçlanacak? Mualla ile ayrıldıktan sonra gönlümü kaptırdığım Selma ile ilişkimiz acaba ne olacak? Çamlıca tepesindeki son buluşmamızda ayrılırken ellerimi tutuşunu, o siyah gözlerindeki gizleyemediği hüzünü ve genede o güzel gülüşü ile birbirimize veda edşsimiz... hepsi tek tek gözümün önünden geçiyor.
İlk günümüz hep dağlar içinde tünellerden geçerek geçti. Adana'ya gelirken Gülek boğazından ve Torosların güzelikleri içinden geçmiştik, şimdi ise Gavur dağları içinde seyrediyoruz. Almanların yaptığı koca Varda Köprüsü, üzerinde vagonun rayların üzerinde çıkardığı sesler sanki giderek daha da bir arttı. Insan asağıya uçuruma bakmaya ürküyor. Akşamüstü trendeki lokantaya gittik. Tekel birası içip sohbet ettik yanındada bol bol Şam fistığı yedik. Gece olunca kuşetlerimizi açtık, ben orta bölümde yattım, hemen uyumuşum. Ertesi gün öğlen’e doğru Halep’in civarındaki köyler göründü.
Halepte on iki saatlik bir molamız var. Saat onda şehri gezmeye çıktık, en geç sekizde trende olmamız istendi. Şehir çok büyük ve zengin ama tam bir arap ruhunu hissediyorsunuz. İspanyada katliamdan kaçan yahudiler Osmanlılar zamanında yüzyıllar önce buraya yerleşmişler. Şehir içinde gittiğimiz dükkanların coğunda çat, pat Türkçe konuşan yahudi esnafla karşılaştık..
Şehrin tam ortasında bir karınca yuvasına yada bir sininin kapağına benzeyen, üst kısmı düz muazzam bir tepe var. Tepenin üzerinde on üçüncü yuzyıdan kalan bir kale. Kalenin en üst burçlarına tırmandik ve buradan bir müddet şehri seyrettik.
Aşağıda toprak renkli iki katli binalarla kaplı muntazam bir görüntü var. Ama şehrin içinden dışarılara çıktıkça tam bir pejmudelik hakim. Toprak sokakların içinde yerlere çömelmiş uzun siyah entariler içinde Araplar, sokaktan geçen develer, kuyu başında iki öküzün döndürdüğü su dolapları..
Şehrin merkezinde caddelerin kesiştiği yerde Osmanlılardan kalan güzel bir saat kulesi var. Onun önünde yerlilerle resim çekdirdik, sonra gene buranın tarihi eserlerinden Umayed camiini gezdik ve avlusunda oturup dinlendik. Akşam üstü , bir yahudinin dükkanından tulum peyniri, pide, hurma gibi birkaç erzak olarak trenimize geri döndük.
Halepte vagonumuz aynı kaldı ama trenin lokomotifi değişti. Çok modern ve kuvvetli bir lokomotif, İngiliz yapımı P.C. sınıfındanmış. Irak hükümeti bunlardan dört adet sipariş vermiş, ama harp çıkınca Almanlar bunların naklini engellemişler. Bir yıl öncede İngilizler Irak’ı işgal edip Prens Abdullah’ı başa geçirdikten sonra lokomotifleri Bagdat’a getirmişler. Bizim lokomotif’in adı da Musul. Tren’e iki tanede yataklı vagonu ilave edildi, bu vagonlar Musul’a kadar boş gidiyor, orada rezervasyonlar varmış, Bağdat’a kadar dolu gidecekmiş. Arap kondoktör’e biraz para teklif ettik, Musul’a kadar bizi yataklı vagonlara alması için.Önce hık, mık etti ama sonra, pasaport kontrolünü bekleyin dedi. Saat yedibuçukta bir İngiliz subayı ve Iraklı bir gümrük memuru tek tek vagonları gezip pasaport kontrolü yaptılar. Saat sekizde tren kalktıktan sonra kondoktöre adam başına beşer Türk Lirası verdik, oda bize iki kompartıman ayarladı. Yalnız çarşaflar sayılı olduğundan çarşaf vermedi. Her kompartımanda biri büyük, diğeri küçük iki yatak ve duşlu bir kabin var. Altı arkadaş iki kabini paylaştık. Su kısıtlı olduğundan çok çabuk bir duş aldık, sonrada kabinlerden birinde buluştuk. Halepten aldığımız Arak rakısını açtık, yanında da salatalık, peynir ve karpuzdan oluşan bir çilingir sofrası kurduk. Yemekten sonra dört arkadaş hemen bir briç masası kurdular, bende yatağa uzandım, Halepten aldığım posta kartlarını yazmaya koyuldum.
Sabah altıya doğru kondöktor yataklı vagonun kapısına vurarak hepimizi uyandırdı ve tekrardan vagonumuza dönmemizi istedi. Saat yediye doğruda tren Telköçek denilen Suriye Irak sınırındaki istasyonda durdu. Burada Iraklı gümrük memurları İngilız subayları ile birlikte vagonları dolaşarak pasaportlarımızı kontrol ettiler ve damgaladıktan sonra tren Musul’ a doğru tekrar yola çıktı. Tren yolu boyunca petrol kulelerini çokluğunu gördükçe insan ister istemez bu bölgeyi elimizde tutamadığımıza üzülüyor.
Öğle’ye doğru Dicle nehrinin batı kıyısında önce bir iki antik manastır kalıntısı ve sonrada köyler göründü. Çeşme başında toplanan kızların kıyafetlerine bakarak bunların çoğunun Türkmen köyleri bir bölümününde Kürt köyleri olduğunu tahmin ettik. Şehre yaklaştıkça ikişer üçer katlı toprak renkli yapılar, cami minareleri ve uzun entarili Araplar çoğaldı. Tren giderek yavaşladı , pijama gibi çizgili entarili küçük Arap çocukları yalın ayak trenin yanında kusuyorlar . Tam öğle üzeri Musul Tren İstasyonuna vardık.
Burası tam bir keşme keş. Simitçiler, şerbetçiler bir anda etrafimızı sardı , hatta mangal kurup çay servisi yapanlar bile var. Hemen iki hamal tuttuk, bavulları onlara vererek İstasyonun cadde tarafına geçtik. Beyrut’a otobüsümüz tam saat ikide kalkacak, onun için acele ile altımız birden alt alta, üst üste bir taksiye doluştuk. Araba 1940 modeli bir Chevrolet, bizi Hayfa’ya kadar götürecek Niarn Otobüs şirketinin islettiği bir taksi. Bavulların büyük olanları bagajda , küçükleri kucağımızda şehir ortasındaki otobüs durağına yola çıktık.
Ana cadde oldukça geniş. Yolun iki tarafında iki katlı binaların altında dükkanlar, üst katlarındaki düz damlı teraslarda koltuklar ve masalar görülüyor. Caddeden her türlü vasıtalar geçiyor, at arabaları, iki atın çektiği iki katlı tramvaylar, tek tük otomobiller, yayalar, ve Dicle nehrinin üzerinde sayısız kayıklar, karşıdan karşıya hayvan taşıyan sallar. Sonunda Dicle nehrinin üzerndeki uzun köprüden geçerek şehrin doğu yakasına vardık. Burada antik Nineveh kent harabeleri içinden geçerek sonunda Nairn otobüslerinin kalkacağı meydana vardık.
To be continued
BEIRUT(BEYRUT)
Beirut Pictures H.Özmeral Archives.
BEIRUT 1942
OTTOMON CLOCK TOWER,1942
BEIRUT OUTSKIRTS 1942
NAIRN BUS BAGGAGE CLAIM TICKET
BEIRUT(BEYRUT)
DAMASCUS(ŞAM)
Damascus pictures H. Özmeral Archives
OMMAYED MOSQUE, DAMASCUS
OMMAYED MOSQUE, DAMASCUS
HAIFA(HAYFA)
Haifa pictures H.Özmeral Archives.
HAIFA, HADAR HACARMEL
TELAVIV, ALLENBY ROAD BY MOYAL CIRCLE, 1942
HEBREW TECHNICUM, HAIFA
CAIRO(KAHIRE)
Cairo Pictures H.Özmeral Archives
BY THE GREAT PYRAMIDE GIZZE
HAMZA OZMERAL ON LEFT
OZMERAL AND FRIEND WITH A BEDOUIN
KHARTOUM(HARTUM)
CONGO(KONGO)
ACCRA(AKRA)
NATAL
BRASIL JUNGLE
TRINIDAD
MIAMI
BOSTON
THE JOURNEYMEN AT MIT,1944 WITH SLIDE RULES IN HAND
M.I.T. CLASS OF 1944 LOGO
1944 TURKISH NAVAL GRADUATES, H.OZMERAL: B. 3rd from R.
This article is dedicated to the memory of my Father HAMZA ÖZMERAL and the following Graduates of the 1944 Class: