KIRIK MİNARE
İstanbul sokaklarında dolaşırken bazen karşınıza aniden neye ait olduğunu bilmediğiniz eski bir harabe parçası çıkar. Çoğu zaman bu bir çeşmenin yalağı, bir revakın ayakta kalmış kemeri, bir sütunun kaidesi, eski bir binanın duvarı, üzerinde bitkiler çıkmış taş bir kümbet ya da kırık bir minare olabilir. Böyle bir taş parçası ya da yapı kalıntısı görünce merak edip durup incelerim, fotoğrafını çekerim, yoldan geçenlere ya da yakındaki bir dükkanda çalışanlara bu kalıntının ne olduğunu sorarım. Çoğu zamanda o bölge de yaşayanlar bile bu eski eser parçasının ne olduğu hakkında bilgi veremezler .
2012 yılında Kadırga sokaklarında dolaşırken Sokullu Mehmet Paşa Camiinin arkasında, yeni restore edilmiş tarihi Özbek Tekkesinin olduğu sokakta kırmızı tuğladan yapılmış bir sütun gördüm. Sütunun tepe kısmı kopmuş üzerinde otlar bitmişti. Bir tasarım merkezi olarak işlem gören eski Özbek tekkesinde çalışan ilgililere bu sütunun bir Bizans sütunu mu yoksa bir minaremi olduğunu sordum ama onlarda ne olduğunu bilmiyorlardı. . O gün tesadüfen gördüğüm sütun aklıma takıldı eve dönünce internetten haritaya girip kırık sütunun civarını araştırdım ve bula bula benim gibi bir gezginin çektiği bir fotoğrafı buldum. Altına da bir not düşülmüş, “ bu olsa olsa eski bir Doğu Roma sütunu dur” deniliyordu. Bana bu sütunun eski Roma’dan kalması ve hiç kimse tarafından bilinmemesi biraz olanaksız gibi geldi ve bir daha İstanbul’a gelince tekrar Kadırgaya gidip bu kırık sütunu soruşturmaya karar verdim.
Kasım 2013, İstanbullite muhabiri Selçuk Erarslan ile Hipodrom ve Eski Saray kalıntılarının olduğu bölgedeki ünlü Mozaik Müzesini gezdikten sonra yokuş aşağı Kadırga’ya doğru vurduk. Niyetim hem Sokullu Mehmet Paşa Camii ne uğrayıp geçen yıl kapalı olduğundan çekemediğim cami içi fotoğraflarını çekmek, hem de kırık sütunu arayıp bilgi toplamaya çalışmak. Birkaç gün önce İstanbullite olarak on beş katılımcı ile birlikte yaptığımız Samatya gezisinde İmrahor camii kalıntılarında bu sütunun benzeri tuğladan örülmüş, şerefe den yukarısı kopmuş bir minare görmüştüm. Şimdi yıkık olan İmrahor camii Bizans’ın Studios manastırından devşirme bir cami ve minare sonradan ilave edilmiş. Gene Vefa semtinde Theodoros Kilisesinden Molla Gürani camiine çevrilen binanın minaresi de tuğladan yapılmış idi. Bizans kiliselerinin çoğu kırmızı tuğladan yapılmış olduklarından bunlar sonradan camiye çevrilince, acaba bina ile uyum sağlasın diye mi ilave edilen minareler tuğladan yapılmıştı? Ayasofya caminin dört minaresinden biri de tuğladan değil miydi? Kırık sütuna bakarken kendi kendime bunları soruyor, acaba burada kiliseden çevrilmiş eski bir cami mi vardı diye düşünüyordum.
Tuğla sütunun etrafında taş duvar kalıntılarını inceliyorum. Belli ki burası zamanında bir mabetmiş.Taş duvarlar arasında hala ayakta kalmış duvar kalıntıları ve bir revak bizans devri yapıları gibi taşla tuğla karışımı. Taş duvarların içi yabani otlardan türeme ağaçlarla dolu. Minareye benzeyen sütunun kaidesi mermerden, gövdesi enine örülmüş kırmızı tuğladan, üst kısmı kopmuş, Ankara’daki Justinian sütununa benziyor,leylekler gelip sararmaya başlamış otların üzerine yuva yapabilir. Selçuk: “şuraya bak” diyor, minarenin üzerinde bırakılan delikleri işaret ederek, “hava boşluklarını görüyor musun ?, bu camilerdeki minarelere benziyor. “ Evet bu bir cami minaresi, ama hangi cami?”
Özbek tekkesi sokağında mahalle sakini birkaç kişi sokak üzerinde kaldırımda alçak bir masa etrafına oturmuş tavla atıyor. “Affedersiniz, bu minare ya da sütun neyin ne si” ?
“Bir tekkenin minaresiymiş”
“Hangi tekkenin ?”
“Valla bilmiyoruz”.
O sırada yanımızdan bir kadın geçiyor. Kısaca boylu kırk yaşlarında, başında “Che” tipi pembe renkli bir kep var, saçları arkada at kuyruk, kepin üzerinde pırıl pırıl ışıldayan renkli düğmeler, yıldızlar. Kadının elinde üzeri gümüş işlemeli siyah eldivenler var. Konuşulanları duymuş:
“Burası tekke değil eski mescit kalıntısı, mescit.” Sonra geriye dönüp duruyor ve bize:
“Ben geceleri apartmanların üst katlarından İstanbulu seyrederim, yıldızlar ışıl ışıl olur. Elindeki parlayan eldivenleri gösteriyor, ben sanatkarım biraz da uçarıyım işte, siz napıyorsunuz burada? Kadın “Yalan Dünya” dizisinden çıkmış sanki.
“Hiç biz bu kırık sütunu inceliyoruz. Ne mescidi imiş burası, bu minaresi olmalı ?”
“Minare, minare. Cami Helvacı Başınınmış, Kanuni’nin helvacısı, Kanuninin.”
“O kadar eskimi?”
“Eski, eski, Sokullu camiinden de eski, ben İstanbulu sokak sokak gezerim, çok severim, çok”
Bıraksak kadın daha konuşacak, kendisine teşekkür ediyoruz. “Eyvallah” diyor ve yoluna devam ediyor. Bizde kırık minarenin önünden aşağı doğru iniyoruz, yolun başında Fatih Belediyesinin bir ofisi var, belki oradan daha detaylı bilgi alabiliriz ama saat akşam altı olmuş, kapılar kapalı. Artık bu kırık minareyi ve Helvacıbaşını mecburen Amerika’ya döndükten sonra araştıracağım.
“Abi yol nasılsa yakın, kıyı kıyı Kumkapı’ya uzanalım” diyor Selçuk. Yürümeye devam ediyoruz.
|