Cem Özmeral ile Bir İstanbullite Söyleşisi . 18 Nisan 2013
GULISTAN,GOZTEPE PARKI
LALE ZAMANI, GOZTEPE PARKI
-İsterseniz bugün İstanbul’da son zamanlarda yapılan, ya da yapılması planlanan camiler den konuşalım. Bu camiler, örneğin Taksim Gezisi, Göztepe Parkı, Çamlıca Tepesi gibi park ve bahçeler denilen yerlerde yapılmak isteniyor ve çoğu belde sakinleri ve İstanbulluların tepkisini çekiyor.
-Konuşalım tabii. İsterseniz Göztepe parkından başlayayım, çünkü Çiftehavuzlarda baba dan kalma bir apartman dairemiz var. “Taşyapı”ların olduğu sokakta. Hani Cihangir den bile baksan göreceğiniz, elli katlı üç taş yapı. Dolayısıyla, burada zaman zaman yaşamış biri olarak hemen karşımızdaki Göztepe Parkını, çevrenin dokusu nu ve insanı iyi bilirim. Kadıköy’den Göztepe’ye kadar artık pek park, yeşillik alan kalmadı. Kalamış ve Fenerbahçe Yoğurtçu taraflarında iki tane park var. Bağdat caddesinin kuzeyinde Pazaryoluna paralel Özgürlük Parkı, hem alanının genişliği, hem çocuklar için sunduğu olanaklar ve hem de kültürel etkinlikleri ile herhalde buranın en güzel parkı. Bostancı, Küçükyalı taraflarına gittikçe yeşil alanlar daha da daralıyor ve beton yığınlar giderek artıyor. Göztepe parkı eskiden fazla bakımlı bir park değildi, benim gördüğüm kadarı ile de içinde çocuk bahçeleri filan da pek yoktu. Ama içindeki çam ağaçları ile, çiçek bahçeleri ile halkın temiz hava alacağı, bazen de trafikten bunalan yaya semt sakinlerinin burayı Bağdat Caddesi ile Cemil Topuzlu arasında bir geçiş yeri olarak kullandığı, nefes alınacak yeşil bir alanı. Geçen yıl Ekim ayında buraya gittiğimde çoğu ağaçların kesildiğini, yerlerine iple dizilmiş sıralarda gibi yeni ağaçların dikildiğini, çocuk bahçesi oyuncakları ile burada yeni bir düzenleme olduğunu gördüm. Sonra anladığım kadarı ile de gül bahçesini de yeniden düzenleyip buraya laleler dikmişler. İnsanlar önce değişikliğe kızar, isyan eder sonra yeni yapılanı kanıksar ve sever. Aynı bölgede Büyük Kulüp den Çiftçiler Konağına kadar sahil boyunca yapılan koşu ve bisiklet parkuru ve yeşil şerit, inşaat sırasında çok tepki almıştı. Şimdi ise insanlar bisikletleri ile, köpekleri ile bu parkurda koşuyor ve buralarda ki aletlerle spor yapıyorlar. Bu laleler de öyle. Geçenlerde bir arkadaşım kurulan yeni lale bahçelerinin rengarenk resimlerini yollamış, o kadar güzel ki . Ama orada eskiden rengarenk bir Gülistan vardı, şimdi yok artık. Vasfiye teyzenin dediği gibi : “ Ne çektin be Gülistan! ” Gülüşmeler...
Şimdi bu araziden alıp oraya cami yapacaksın !.
-Peki orada camiye gerek var mı?
-Bence yok. Ben İstanbul da büyüğünden küçüğüne çok cami gezerim. İnsanlar camiye iki nedenle giderler : ibadet için ve cenazeler için.Her caminin bir cemaati vardır. Bu cemaat semt sakinlerin den ve orada gündüz çalışan insanlardan oluşur. Örneğin Üsküdar’daki camilerin cemaatleri Bağdat caddesi civarındaki camilere göre çok daha büyüktür. Benim İstanbul da gezdiğim camilerin çoğunluğu namaz saatlerinde bile çok kalabalık olmazlar. Camilerin en kalabalık olduğu ve cemaatinin dışarı taşıp avluda namaz kıldığı zamanlar Cuma namazları ve Bayram namazları zamanıdır. Cenazelerdeki kalabalıklığa gelince,cenaze namazları avluda ve ayakta kılınır, ve geleni çok olacak cenazeler için zaten merkezi büyük camiler tercih edilir. Göztepe parkının bir iki kilometre mesafesinde benim bildiğim en az üç cami daha var: Selami Çeşme Camii, Galip Paşa Camii ve Recai Yahya Camii. Bu durumda bence Göztepe de yeni bir camiye ihtiyaç yoktur. Hele hele böyle bir cami inşa edilecek ise bu cami Göztepe ve çevresinin kıyıdaki tek yeşil alanından alınarak yapılmamalıdır. Eğer muhakkak bir gereksinme varsa alternatif alanlar Bağdat Caddesinin kuzeyinde aranmalıdır.
ADANA MERKEZ SABANCI CAMII
ATASEHIR MIMAR SINAN CAMII
ISLAMABAAT FAYSAL CAMII
-Peki bu yeni yapılan ya da yapılacak büyük “Selatin” camileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Örneğin Ataşehir’ deki Mimar Sinan Camii ya da Çamlıca tepesinde yapılacak camii.
Bir kere bunlara “Selatin Camileri” demek doğru değil. Selatin camileri Osmanlı padişahlarının yaptırdığı ve çoğunlukla kazanılan zaferlerden sonra yapılan camiler, ki bunların kaynakları da harp ganimetlerinden ve padişahın kendi servetinden kullanılarak yapılıyor. O bakımdan Cumhuriyet devrinde yapılan camilere bu sıfat yakıştırılamaz.
Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii ismi gibi görkemli bir cami. Ne var ki beş buçuk asır önce Mimar Sinan'ın kalfalık eserim dediği Süleymaniye camiinin sanki bir kopyası. Burada insanın aklı almıyor, neden Ataşehir’in nevi şahsına münhasır bir camii yapılmamış ? Ben çok bahsedilen Ataşehiri ilk defa bir gece, içinden araba ile geçerken gördüm. Ve gözlerime inanamadım, o kadar büyük gökdelenler, rezidanslar, alışveriş merkezleri vardı ki kendimi sanki Chicago Lake Shore’da zannettim. Etraftaki neon ışıkları, aydınlatma ve reklamlar ise bana sanki Las Vegas da olduğum izlenimini verdi. Şimdi sen bu binaların tam ortasına bir Osmanlı üslubu cami yapıyorsun, modern binalarla tam bir tezat içinde. Biliyorsunuz Adana’da Merkez Sabancı Camii var, altı minareli ve Sultan Ahmet Camiinin kopyası. Yedinci minareyi de istemişler yapılırken ama izin çıkmamış. Seyhan nehri kıyısında yükselen güzel bir cami ve Adanalılar camiyi çok seviyorlar. Ama insan düşünüyor, acaba oraya yapılan camii bir İstanbul Camiinin benzeri olacağına, bölgenin yerel mimarisini yansıtan mesela Anadolu da yer yer göreceğiniz Selçuklu mimarisini özümsemiş bir yapı olsa nasıl olurdu?
Bakın, 1967 yılında Ankara’ da Kocatepe camiinin inşasına başlandı. Yarışmayı Mimar Vedat Dolakay’ın modern bir projesi kazanmış ve temeller bu projeye göre atılmıştı. Ama sonra bu proje çok modern bulunmuş ve gene klasik Osmanlı camilerinden esinlenen bir cami yapılmıştı. Pakistanlılar Vedat Dolakay’ın bu projesini aldılar ve 1977 yılında İslamabad da dünyanın en modern camisi olan Faysal Camiini inşa ettiler. Bakın, şimdi şu fotoğraftaki gibi bu tip bir camii Ataşehir’in mimari dokusuna daha uygun olmaz mıydı?. Size bir de küçük fakat modern bir cami den bahsedeyim, belki de adını hiç duymadınız. Benim aile büyüklerimin bir bölümü Karacaahmet mezarlığında meftundur. 2009 yılında Karacaahmet mezarlığında açılan Şakirin camisini inşallah bu Kasımda aile büyüklerimi ziyarete gittiğimde ilk defa olarak gezeceğim. Mimar Hüsrev Tayla tarafından tasarlanan caminin iç dekorasyonunu İç Mimar Zeynep Fadılıoğlu tasarlamış. Modernliği nedeniyle tenkit alan, ama çoğu kişinin de hoşuna giden ve belki de iç dekorasyonu bir kadın tarafından tasarlanan dünyada ki tek cami. Acaba bu caminin bir boy büyüğü Karacaahmet’ten çok Ataşehir’in mimari dokusuna daha uygun olurmuydu diye düşünüyorum.
KARACAAHMET SAKIRIN CAMII
SAKIRIN CAMII AVLUSU
SAKIRIN CAMII MIHRABI
CAMLICA CAMII MAKEDI
Çamlıca da cami yapımı da uzun zaman tartışıldı, karar verildikten sonra da bu defa yarışmayı kazanan proje ayrı bir tartışma konusu oldu. Sizce Çamlıca tepesine cami yapılması uygunmudur, eğer uygunsa ne tip bir cami yapılmalıdır?
Aslında buna karar verilmiş ve proje de seçilmiş o bakımdan fazla tartışılacak bir şey yok. Asıl tartışılacak olan şey bu proje sürecinin biraz aceleye gelip gelmediği ve projeler arasında seçim yapan jürinin kimler olduğu bunlar içinde değişik tasarımlara açık olan fikirlere sahip kişilerin olup olmadığı. Gene, altı minaresi ile Sultan Ahmet camiine çok benzeyen bir klasik Osmanlı camiinde karar kılındı. Birincisi seçilemeyen ve iki ikincisi olan yarışmada gelenekçi iki kadın mimarın projesi son tahlilde kazanan taraf oldu.
Ben ne şehirleşme uzmanıyım ne de mimar. Ama bir İstanbul sever olarak size şunları söyleyebilirim. Burada amaç nedir, tarihi yarımadadaki İstanbulun silüeti olan üç büyük camiden daha büyüğünü yapmak, onlarla yarışmak mı, Mimar Sinandan daha büyüğünü, daha yükseğini yaptım demek mi?
Çamlıca tepesi, (aslında yan yana bu tepeler Büyük Çamlıca ve Küçük Çamlıca olarak ikidir), İstanbul Boğazının yeşil alanlarından biridir. Tıpkı Kuzguncuktaki Fethi Paşa Korusu, Beykoz Korusu, Avrupa tarafında ki Yıldız Korusu, Belgrad Ormanlarındaki korular gibi büyük yeşillik ve çamlık alanlardan biridir. Burası benim çocukluğumda, halkın çoluk çocuğu ile nevalesini toplayıp temiz hava alıp eğlendiği bir mesire yeridir. Eğer Haliç’e neden “Golden Horn” denildiğini bilmiyorsanız, bir gün batımı Çamlıca’ya çıkıp Haliç’in güneş ışınları ile altın rengine çalan pırıl pırıl sularını seyretmenizi tavsiye ederim. Eskiden yalnızca Heybeli’den kayığa binilip mehtaba çıkılmazdı. Genç sevgililer el ele tutuşup Kısıklıdan yokuş yukarı vurur Çamlıca’ya mehtaba çıkarlardı. Çamlıca tepeleri aynı zamanda göçmen kuşların bir uğrak yeri, ve yerli yabancı kuş severlerin ellerinde dürbünlerle kuşları izledikleri bir cennet mekandır.
Ben olsam burada cami yapılacaksa öncelikle bu tabii parkın daha da güzelleşmesi, genişletilmesi, nadide ağaçların dikilmesi için çalışmalar yapardım. Yapardım ki buraya yalnız cami için değil, insanlar çocukları ile gezmeye, eğlenmeye ve temiz hava almaya, spor yapmaya gelsinler. Boğazdan vapurla geçerken yemyeşil tepeler görünsün ve herkes buraya Çamlıca Tepe Parkı desin. Yeşillikler içinde beyaz bir cami de olsun, ama Sultan Ahmet’ e Süleymaniye’ye, Ayasofya ya yukarıdan bakmasın. Dördü üç şerefeli, ikisi iki şerefeli altı minare koyuyorsun, neden? Müezzin yukarı çıkıp ezan okumuyor ki artık. Tek yap ama değişik yap. Mesela halkın da manzaradan faydalanacağı bir minare yap. İnsanlar camlı asansörle yukarı çıkıp gözetleme balkonundan İstanbulu seyretsin. Bir üst katında da İmamın mahfili olsun. Minareyi hep aynı şekilde yapmak şart mı, değişik yap ve bir kullanımı olsun ve dünya da tek olsun.
Birde ben hep şunu düşünürüm. Biz İstanbul için hep doğu ile batı arasında ve üç din arasında bir köprü, bütün medeniyetlerin kaynaştığı yer deriz. Yap Çamlıca parkının içine beyaz bir cami, bir yanına bir kilise, öbür yanına bir sinagog koy. Boyları daha küçük de olabilir. Ama mabetlere bir yoldan girilip, bir yoldan çıkılsın. Cuma günleri Müslümanlar, Cumartesi günleri Yahudi Turistler, Pazar günleri Hristiyanlar gelsinler ve sonra Istanbul’un ne kadar değişik bir kent olduğunu anlatsınlar herkese. Mabet için gelmeyenler, İstanbul’u ve tabiatı seyretmeye gelsin. Bunların hepsi benim herhalde aykırı sayılacak fikirlerim ama bakarsınız günün birinde biri çıkar ve dünyanın başka bir köşesinde yaparsa söylemedi demeyin.
Galata'da Bir Cuma Günü Ibrahim Pasa Camii
Galata'da Cuma gunu ayakkabiliga sigmayanlar Arap Camii
Taksim Mescidi
Taksim Mescidi Cuma Hazirligi
Taksim Mescidi Sokagi Bir Cuma Gunu
Yandaki sari bina Fransiz konsoloslugu
Taksim Mescidi sokağı resimleri, Selçuk Erarslan.
Gerçekten değişik ve enteresan fikirleriniz var bu konuda. Peki Taksim meydanının yeni düzenlenmesi, Gezi Parkı Eski Taksim Kışlası ve buraya yapılacak cami hakkında düşünceleriniz ne?
Londra’nın Piccadilly Square Londralılar için ne ise, bizim içinde Taksim Meydanı aynı şeydir. Ama siz Piccadilly Square’ in yeniden düzenlendiğini gördünüz mü? Göremezsiniz tabii, West Minister Abbey’in , ya da Notre Dame kilisesinin kopyasının yapıldığını göremeyeceğiniz gibi. Ama bizde yıkma, yeniden yapma, sonra yeniden yıkma ve gene yapma, eskiden beri gelen bir gelenek. Gençliğimizde Beyazıt Meydanı her iki yılda bir yıkılıp yeniden yapılırdı, sonunda meydan diye bir şey kalmadı. İstanbulun eski Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar İstanbul’un altını üstüne getirmekle meşgulmüş bir zamanlar. 1940 da Taksimdeki Topçu Kışlasını yıktırıyor ve ortasında Taksim Stadı olarak kullanılan alanın bir kısmına Taksim Gezi Parkı inşa ediliyor meydan yeniden düzenleniyor. Gezi parkına bir de heykel kaidesi konuyor, üzerinde Atatürk’ün İsmet Paşa’yı ve İnönü zaferlerini öven sözleri olan. Şimdi Maçka Parkında İsmet Paşa’nın at üstünde göründüğü bu heykel, kaidesine daha oturtulmadan ,1950 yılında Demokrat Parti iktidara geliyor. Heykelin kaidesindeki yazıları tahta perdelerle kapatılıyor ve heykelin buraya konulması durduruluyor. Bana öyle geliyor ki bugünkü düzenlemede biraz da bugün hala tek parti dönemine duyulan bu siyasi tepkiden ve İnönü karşıtlığından kaynaklanıyor. Hani o zaman insanın diyesi geliyor, madem eskiyi olduğu gibi geri getirmek istiyorsun, o zaman İnönü stadını yıkınca oraya eskiden orada bulunan Abdülhamit’in ahırlarını koyalım. Topçu Kışlasının ortasına da 8000 kişilik stadı koyalım, Beşiktaş takımı da orada oynar.
Gülüşmeler...
Meydanın altını yapmayı anladık da, üstü neden değiştirilir, onu anlamak zor. Olan gene yeşil alana ve ağaçlara olacak. Taksimden Dolmabahçe’ye inerken yolun başında gördüğünüz o yüz yıllık ağaçlar acaba kalacak mı. Topçu kışlasının ana binasını yapmayı biraz anlıyorum da parkın etrafını kışla binaları ile çevirmeyi ve ağaçları binaların içindeki avluya dikmeyi anlamak zor. Meydan da tam bir beton yığını görünümünde. Bakalım bitince göreceğiz artık .
Orada birde cami yapılmasından söz ediliyor, Taksim meydanına veya bu yakınlara bir cami gereklimi?
Aslında Taksim’de şu anda küçük bir mescit cami var. Tarlabaşı’na giden Taksim yolunun başında,Taksim su terazisi binasının arkasında, çiçekçilerin orada. Ama bu mescit ihtiyacı karşılamaktan çok uzak. Cuma günleri namaz kılanlar kaldırımlara taşıyor, özelikle yağmurlu günlerde insanlara zor durumlar yaşattığı gibi dışarıdan bakanlara da güzel görüntüler vermiyor. Zaten bu tip manzaraları Galata ve Pera bölgesinde sık sık rastlamak mümkün. Bu bölgede zamanında etnik ve dini kökeni Rum, Yahudi, Ermeni olan vatandaşlarımız ve Türkiye de bulunan yabancı ülkelerin konsolosluk temsilcileri yaşadığından kiliseden çok cami yapılmış zamanında. Kiliselerde, camilerde duvar arkasında saklanmışlar. Pera’nın kozmopolit yaşantısından ve süslü binaların arkasına gizlenmişler, küçük sokaklara dağılmışlar sanki. Dikkatli biri değilseniz İstiklal caddesinden Taksim’e yürürken koca St. Antoine Kilisesini ya da St.Trinida Kilisesinin görmeden önünden geçebilirsiniz. Taksim civarında küçük mescit dışında benim bildiğim tek cami, gene küçük bir cami olan Ağa camidir. Sıraselvillerden de aşağıya inen ara yollarda da gene bir iki küçük cami vardır. Eskiden yüzde sekseni etnik kökeni değişik insanların yaşadığı bölgede, özelikle 1960 lardan sonra demografik ve etnik yapı tamamen değişmiş kiliselerin cemaatleri azalırken sayıları az olan ve kapasiteleri sınırlı olan camilerin cemaatleri birkaç misline çıkmıştır. Galata da bir Cuma günü gezerken Haliç kenarındaki İbrahim Paşa camiinde insanların kaldırımlara serilmiş kartonlar üzerinde namaz kıldığını gördüm. Biraz ilerideki Arap camiini gezmek istedim, içerisi o kadar kalabalık idi ki namaz bittikten sonra bile insanların ayakkabılarını giyip dışarı çıkmaları uzun süreceğini düşünerek ziyareti başka bir güne bıraktım. Taksim meydanında da durum farklı değil. Şimdi konuşulan konu eski mescidin yerine yeni ve küçük ve modern bir cami yapılması ve insanların kaldırımlarda ibadet etmesinden kurtulması.
Yapılacak caminin Taksim Meydanın ve bölgenin tarih, kültürel ve etnik çeşitlik dokusu ile uyuşması, onları gölgelememesi şart. Bazıları buraya gene klasik Osmanlı tipi bir cami yapılmasını istiyorlar. İnşallah böyle bir yanlış tekrarlanmaz. Mimar Ahmet Vefik Alp’in 2012 yılında ödül alan Taksim Cumhuriyet Camii ve Dinler Müzesi adlı bir projesi var. Cami bütününe yukarıdan bakıldığında zeminde Türk Bayrağını simgeleyen bir Ayyıldız şekli. Taksim Meydanından bakıldığında ise Cami gündüzleri doğan bir güneşi, geceleri ise çıkan bir mehtabı anımsatıyor. Mimar Sinan bugün yaşasaydı bugün nasıl bir cami yapardı fikrinden çıkılmış yola. Tarihi Maksem sarnıcının arkasında ki oto parkının yerine yapılması öngörülen bu proje de caminin külliyesi içinde bir de üç büyük dini anlatan bir Dinler Müzesi kurulması planlanmış. Taksim meydanı civarına eğer yeni bir cami yapılacaksa, bu caminin insanların ibadet ihtiyacına karşılık vermesi kadar değişik inançtaki insanları bir araya getirme işlevini amaçlayan ve Taksimin simgesi Atatürk ve Arkadaşları anıtı ve çevrenin tarihi ve demografik yapısı ile uyum içinde olan bunun gibi projelerin seçilmesinde yarar var.
Güzel bir söyleşi oldu verdiğiniz bilgiler için size teşekkür ederim.
Rica ederim, teşekkür benden.
Not: Bu yazı Gezi Parkı olayların başladığı tarihten altı hafta önce yazılmıştır.
Gezi Parkında sekiz gün önce başlayan ve giderek tırmanan olaylar her İstanbullu ve her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi beni de çok üzdü. Gençliğin yeşile karşı duyarlığı, çevresine karşı ilgisi ve katılımcı demokrasi isteği, ne yazık ki hükümet tarafından iyi okunamadı. Gezi Parkında Topçu Kışlasının yapımı çevrede yaşayanlara sorulmadığı gibi , yetmiş senelik ağaçlar kesilmeye başlayınca insanlar artık yeter dedi ve Taksim meydanında toplanarak ağaçların kesilmesine engel olmak istediler. Polis güçleri olaya biber gazı ile müdahale edip aşırı güç kullanınca da direnişler bir anda kartopu gibi büyüdü ve yurdun her tarafına sıçradı.
Eski bir bir İstanbullu olarak gençleri ve esnafın ve kamu malına zarar vermeyen bütün direnişçileri yürekten kutluyorum. Bugün itibariyle olaylar da bir yumuşama var, Başbakan Yardımcısı aşırı güç kullanımından dolayı özür diledi ve belki de bu konuda bir referanduma gidileceği sinyalleri verdi. Umarım aklı-selim kazanır ve halkın istekleri doğrultusunda bir uzlaşmaya varılır.
İstanbul’un parkları ile ilgili sorunları, Gezi Parkının tarihçesini ve Taksim meydanın yeniden düzenlenmesi ile ilgili sorunları, bu direnişin başlamasından tam altı hafta önce “Kopyalanan Camiler” adlı yazımda dile getirmiştim. Bugüne kadar yazdığım İstanbul’la ilgili kitaplarımda İstanbul’daki gezdiğim bazı parklarla ilgili tam on yazı var. Bu yazılarımda parkları gezerken gördüğüm güzelikler kadar zaman zaman çevrenin sorunlarına da bir İstanbullu gibi eğildim.
İstanbul’un yeşil alanlarının korunması, sayılarının artırılması, meydanların betonlaştırılmaması, yeni camiler ile parklar arasında bir yer kavgasının gereksizliği, İstanbulluların çoluk, çocuk, genç yaşlı açık havada gezeceği, spor yapacağı ve doğa ile kucaklaşacağı yeni parkların yapılması benim en büyük arzum.
Yeşili seven ama çoğu zaman ona hasret İstanbullular ve İstanbul severler için bir bölümü yeni ,ama çoğunluğu kitaplarımdan alınma linklere aşağıda sunuyorum. Açık havada iyi okumalar ve yeşil İstanbullar dileğiyle.