Çıldır gölünün kıyısında Atalay’ın Yerin’de balıklarımızı yedik çaylarımızı içiyoruz. Sezai Bey :
“ eğer yorulmadınızsa buraya on beş dakika uzaklıkta Şeytan Kalesi var, yürüyüş yolu 1 km uzunlukta ama düz yol ne dersiniz Cem Bey ?” diyor .
Sabah üç saate yakın Ermenistan sınırında ki Antik Ani Şehri harabelerini gezdik. Arpaçay nehrinin üzerindeki yamaçlarda günlük güneşlik havada, in bayır, çık bayır, kah tırmandık, kah taşların üzerinde kaymamaya dikkat ederek aşağılara indik .
“Eğer tırmanma yoksa sorun yok diyorum”, Selçuk’da başıyla beni onaylıyor.
Dışarı çıkıp arabaya doğru yürüyoruz. Uçsuz bucak Çıldır gölünün kıyıları beyaz bir battaniye gibi henüz tam erimemiş buz örtüsü ile kaplı. Selçuk büyük bir buz parçası bulup üstüne çıkmak istiyor, ama parçaların hepsi küçük küçük. Buraya bir ay önce gelmek varmış, atlı kızakların gölün üstünde gidip geldiği günlerde!. Otomobille on beş dakikalık süren bir yolculuktan sonra Ardahan İli sınırları içinde küçük bir köye varıyoruz. Burası Türkiyenin Gürcistan’a olan il sınır kapısından biri olan Çıldır Gümrük kapısına yakın . Köyün bitiminde yolun ortasına bir barikat konmuş, hemen yandaki levhada buraya araçla girmek tehlikeli ve yasaktır diyor.
Hava oldukça serinledi ve yağmur damlacıkları serpiştirmeye başladı. Kapüşonu başıma çekiyorum ve Sezai Bey önde biz arkada yürümeye başlıyoruz. Patika parke taşları ile kaplı , solumuzda dik yamaçlar,hala yer yer karla kaplı. Sağımız uçurum, ama yol boyunca elle tutulacak madeni korkuluklara güvenceye alınmış . Aşağıda Karaçay(Karu) nehrinin bir kolu kıvrıla kıvrıla akıyor. Aşağıya doğru bakınca sanki kendimi Grand Canyon’un tepesinde gibi hissediyorum.
Yol üzerinde iki yerde üzeri kapalı , içinde oturacak banklar olan üstü kapalı iki korunma ve dinlenme yeri var . İlkinde duruyoruz. Burada Gürcistanlı turistler yol boyunca taşımamak için bir damacana şaraplarını bırakmışlar. Sınıra o kadar yakınız ki, bu şeytan kalesi hep Gürcü turistlerin ilgisini çekmiş. Yürümeye devam ediyoruz, yolun bir bölümü karla kaplı , mecburen korkululara tutunarak uçurum tarafındaki karsız alandan geçmeye çalışıyoruz. Epeyi ileride bir vadinin ayırdığı iki tepenin birinin üstünde Şeytan Kalesi görünüyor. Otta çağ kalelerini andıran, Anadolu’da ve civar ülkeler de beşi benzeri olmayan ürkütücü bir görüntü, kalenin surlarının yıkık olması, kaleye savaştan yeni çıkmış izlenimini veriyor.
İkinci korunma barınağına geliyoruz, parke taşlı ver korkuluklu yol burada bitiyor.Bundan sonra “kıyı kıyı toprak yolu takip edeceğiz” diyor Sezai Bey. İleriye bakıyorum yol diye pek bir şey yok ve ileride vadi boyunca kaya parçaları ile dolu bir yerden önce aşağılar inecek, sonra aynı şartlarda yukarı tırmanacaksınız. “Ben yok um !” diyorum, “ben sizi burada beklerim”. Selçuk buraya kadar gelmişken devam etmeye niyetli, kameramı ona veriyorum ve onlar yola devam ediyor. Barınakta Gürcistanlı genç bir turist oturmuş kaleye giden arkadaşlarını beklerken kalenin kare kalem resmini yapıyor. Genç Gürcü ile önce Almanca konuşuyoruz , sonra İngilizce ile devam ediyoruz. Kendisine bu kalenin neden bu kadar ilgisini çektiğini soruyorum.